İslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan Anlatıyor: On Muharrem ve Âşurâ Gerçekleri 1

98

Giriş:

Turkish Forum isimli yazışma grubunda yayınlanan yazısında, Dr. unvanlı bir hanımefendi, aşağıdaki yazıyı yayınladı. Mevzu ile alakalı olarak kendisine sorduğum soruları cevaplandırmadı.

Yazıda ileri sürülen iddialar, günün moda tabiriyle bilgi kirliliğine sebebiyet vermiştir. Dr. Unvanına bakıp da doğru bilgiler verdiğini zanneden insanlarımızı aydınlatmak maksadıyla; ismini açıklamayı doğru bulmadığım Hanımefendi’nin bilgi kirliliğine yol açan satırları (imla hataları ve dilbilgisi yanlışlarına ilişilmeksizin) aşağıya alınmıştır. Mevzuu çok iyi bilen Prof. Dr. Adnan Demircan Beyefendi ile yaptığım röportaj ile muhtelif kaynaklardan derlediğim bilgileri okuyucularımıza sunuyorum.

 

 

Biz Bu Aşureyi Niye Yiyoruz?

 

 

Geldik Muharrem ayına…

İki farklı görüntü yaşayacağız.

Birincisi; evlerde aşure pişecek, komşulara dağıtılacak, keyifle kaşık sallanacak.

Bir “kutlama” görüntüsü…

İkincisi; ekranlarda, gazete fotoğraflarında, karalara bürünmüş insanlar, zincirlerle dövünüp kendilerini kanatacaklar.

Bir “yas” görüntüsü…

İkisi de aynı tarihte. Aynı dinin mensuplarından birileri derin bir yas sergilerken diğer bir kesim adeta onlarla alay eder gibi bir kutlama nasıl yaşar? Neden yaşar?

Bu neden böyle oluyor?

Din bezirgânı, insanları her şeyden önce din konusunda cahil bırakmayı gerekli gördüğü, kafa çalıştırtmamayı da temel kural olarak yerleştirdiği için böyle oluyor. Neyi neden yaptığını bilmemek, temel kural.

Hani kutlama olarak bir aşure yiyoruz da, neden yiyoruz onu bilelim.

İlk önce birileri neyin yasını tutuyor, onu belirterek başlayalım.

Yas tutanlar (Şiîler), peygamberin torunu Hüseyin’in çocukları ile birlikte Kerbelâ’da Emevîler tarafından vahşice katledilişinin protestosunu yaşatıyorlar.

Gerçekleştirdiği bu vahşetten sonra Emevî yönetiminin tavrı ne olmuş?

Şiîlerin protestolarını canlı tutmak için sergiledikleri bu yası boğuntuya getirmek, etkisiz kılmak için, siyasal bir taktik olarak, aynı günü bir bayram havasına sokup insanlara kutlatmak geleneğini başlatmış, bunu Sünnî kesim içinde ve giderek tabii Osmanlı’da, Türkiye’de yerleştirmiş. Birileri “Peygamberimizin soyu katledildi” diye yas tutarken, neyi neden yediklerini bilmeyen din kardeşlerinin de aşure keyfi sürdürmesinin nedeni bu.

Tabii “Peygamberin soyunun kurutuluşunu aşure yiyerek kutlayalım” diye halkın önüne çıkılamayacağı için Kerbelâ Olayı’nın yaşandığı Muharrem’in 10. gününe başka anlamlar yüklenmiş. “Bu çok kutsal bir gündür” denmiş. “Peygamberimiz o güne çok önem verirdi, oruç tutardı” denmiş. (Nitekim bazılarımız bu nedenle oruç tutar).

Peki, peygamber Muharrem’in 10’unda neden oruç tutarmış, onun yolundan gidenler neyin orucunu neden tutuyorlar bilen var mı?

Genelde yok tabii.

Efendim, Yahudilerin en kutsal günleri “Yom Kipur Katan” günüdür. Bu, Musa’nın onları Firavun’dan kurtardığına inandıkları gündür. Yahudiler o gün oruç tutarlar. Peygamber Mekke’den hicret ettiğinde, Medine’deki Yahudilerin o gün oruç tuttuğunu görmüş, sebebini sorup öğrenince, “Ben de tutarım, biz de tutalım. Biz Musa’yı severiz, ona daha da layığız” diye oruç tutmuş, başkalarına da tutmayı emretmiş, bu geleneği başlatmış.

Eee, tabii, milletin önüne çıkıp da “Aşure yiyin de peygamberin soyunun kurutuluşunu kutlayın… Oruç tutun da Yahudilerin ‘Yom Kipur’unu kutlamış olun” denemezdi. Bu konuda düşülen telâş nedeniyle, dikkatleri başka yöne çekmek ve Muharrem’in 10’una yine de bir kutsallık yükleyebilmek için uydurmacılıkta bir rekor kırılmış. Asırlardır insanlara bu uydurmalar hem de en saygın bildikleri kişi ve kurumların da desteği ile pompalanır. (Ne kadar yaygın bir kampanya ile pompalandığını göstermek için örnek olarak seçilmiş olan aşağıdaki 4. ilâ 30. sıra arasındaki kaynaklara göz atılabilir). Bakın Muharrem’in 10’unda (her kim nereden, nasıl biliyorsa) sözde neler olmuş:

1. Hz. Nuh, gemisini Cudi Dağı’nın üzerine o gün demirlemiş. ( Yeriyle, günüyle bunu Dünya’da bir tek biz biliriz).

2- Hz. Yunus, balığın karnından o gün kurtulmuş.

3- Hz. Âdem’in tövbesi o gün kabul edilmiş.

4- Hz. Yusuf, kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan o gün çıkartılmış.

5- Hz. İsa o gün dünyaya gelmiş ve o gün sema ya yükseltilmiş. (Hristiyanlardan saklıyoruz bunu. Onlar bilmez).

6- Hz. Davut’un tövbesi o gün kabul edilmiş.

7- Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail o gün doğmuş.

8- Hz. Yakup’un, oğlu Hz. Yusuf’un hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamış.

9- Hz. Eyyüb, hastalığından o gün şifaya kavuşmuş.

10- Hz. İbrahim’in, Nemrut’un ateşinden o gün kurtulmuş.

Musa Kızıldeniz’i yarıp taraftarlarını o gün kurtarmış.

Bu kadar dolmayı “gık’ çıkarmadan yuttuktan sonra üzerine aşure de iyi gider.

Afiyet olsun!

 

Hanımefendi’ye gönderdiğim ve fakat cevaplandırılmayan mektubum:

 

Saygıdeğer Efendim,

 

Turkish Forum isimli yazışma grubunda yayınlanan yazınızı okudum.

 

Öncelikle belirteyim: 10 Muharrem kutlama günü değil, anma günüdür.

 

10 yıldan fazla zaman geçti ki, 10 Muharrem günlerinde, Türkiye’de hiç kimse, zincirlerle dövünüp kanını akıtmıyor. Düzenlenen törenlerde, Kızılay çadırları kuruluyor ve doktorlar gözetiminde kan bağışında bulunuluyor.

 

Yurt dışında, dövünüp kanını akıtanlar varsa bile bizi ilgilendirmez.

 

Evet! Din bezirgânları insanları cahil bırakıp kafa karıştırmaya çalışıyorlar. Kafası karışan insanlar da neyi neden yaptıklarını bilmiyorlar.

 

Peki, yeterli bilgiye sahip olmayanlar neyi neden yazdıklarını biliyorlar mı?

 

Yas tutanlar yalnızca Şi’î inancına mensup kişiler değil. 10 Muharrem gününde Sünni Müslümanlar da Kerbela Şehitlerini hüzünle anarlar.

 

Her ikisine de mesafeli olanların, en iyi bildikleri konularda yazmaları daha faydalı olur.

 

10 Muharrem’de, Yahudiler değil, Museviler oruç tutar. Bilindiği gibi Yahudilik bir ırkın, Musevilik ise bir semâvî dinin adıdır. Musevi olmalarına rağmen (Karaim Türkleri gibi), Yahudi olmayan topluluklar da vardır. İsrail’de yaşayan Museviler, Karaimleri kendilerinden saymazlar.

 

Peygamber Efendimiz, yalnız 10 Muharrem günü değil, 9 ve 11 Muharrem günleri de oruç tutmuştur.  Ümmetine de bu şekilde oruç tutulmasını tavsiye etmiştir. Diğer taraftan 10 Muharrem’de Musevilerin tuttukları oruç ile Peygamberimizin tuttuğu oruç arasında hiçbir bağ yoktur.

 

İnsanlarımızın bir bölümü, âdeta arkalarından iteklenerek cehalet çukuruna düşürülmüştür. Onlar okumuyorlar, bilmiyorlar. Okuyanları da bilgi kirliliklerinden kurtarmak, sizin de dâhil olduğunuza inandığım aydınların görevidir. Görevinizi tam ve doğru yaptığınızdan emin misiniz?

 

Saygılarımla.

 

 

 

10 Muharrem Âşurâ Günü ile Muharrem ayında pişirilen aşure arasında hiçbir bağlantı yoktur.’

İslam Tarihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Adnan Demircan Anlatıyor:

On Muharrem ve Âşurâ Gerçekleri 1

 

Oğuz Çetinoğlu: Kasıtlı değilseler, bilgi yetersizliği ile özürlü kişiler, On Muharrem Günü ve Aşure adlı yiyeceğin hazırlanıp komşulara dağıtılması konularında, yanıltıcı ve hassasiyet sahibi kişileri rahatsız edecek düşünceler yayıyorlar. Sizinle bu düşünce ve iddiaları konuşmak istiyorum. Kabul buyurduğunuz için teşekkür ederim.

Prof. Dr. Adnan Demircan: Ben teşekkür ederim. Ne yazık ki, her yıl aynı konular, genellikle ehil olmayan kişiler tarafından, toplumumuzda ihtilafı derinleştirici ve ayrışmayı körükleyici bir şekilde gündeme getirilmektedir. Sosyal medyanın ve haberleşme imkânlarının arttığı günümüzde bu problemlerle daha sık bir şekilde karşılaşıyoruz.

Çetinoğlu: Lütfedeceğiniz bilgilerle bilgi kirliliğini önleyeceğiz inşallah. Sağolunuz. İlk sorum şöyle: On Muharrem günü nedir? Kısaca anlatır mısınız?

Prof. Demircan: 10 Muharrem, hicri takvimin ilk ayı olan Muharrem’in onuncu gününü ifade eder. Daha çok Hz. Hüseyin’in şehit edildiği Kerbela’daki katliamın meydana geldiği gün ve Hz. Peygamber döneminde bugünde tutulan oruç sebebiyle bilinir. Bildiğiniz gibi Hz. Hüseyin(1) Hicrî Takvime(2) göre 10 Muharrem 61 (10 Ekim 680) tarihinde Kerbela’da(3) şehit edildi.

Çetinoğlu: On Muharrem’in ‘birileri ‘ için ‘kutlama ‘, ‘diğer bir kesim ‘ için ‘yas günü ‘  olduğu iddia ediliyor. İddiayı, Türkiye’nin şartlarına göre yorumlar mısınız?

Prof. Demircan: Ülkemizde böyle zıt iki düşünce olduğu iddiasını temellendirmek mümkün değildir. Sadece ülkemizde değil İslâm dünyasının herhangi bir yerinde dahi bu düşüncenin olduğu kanaatinde değilim. 10 Muharrem’de şehit edilen Hz. Hüseyin İslâm dünyasında herkesin ortak değeridir. Bırakın Hz. Hüseyin’in, herhangi bir kâfirin dahi ölümüyle ilgili böyle bir kutlama âdeti yokken Hz. Peygamber’in sevgili torununun şehadeti sebebiyle ülkemizde kutlama yapıldığı açık bir iftiradır.

Aslında Hz. Hüseyin’in şehadeti, İslâm dünyasında herkesi üzmüş olan ve Müslümanları birleştirmesi gereken bir hadise iken ayrılık konusu yapılmaya çalışılmaktadır. Hz. Hüseyin’in şehadetiyle Sünnîlik arasında ilişki kurulmaktadır ki, hadisenin meydana geldiği sırada Sünnîlik ve Şiîlik diye bir mezhep yoktu. O sırada Hz. Ali’nin taraftarlığı anlamında bir Şia(4) vardır; ama bu da siyasî bir taraftarlıktır. Hz. Hüseyin’in öldürüldüğü olay sırasında oluşturulan ordunun mensuplarının büyük bir kısmı bu insanlardan oluşuyordu. Hatta aralarında bizzat Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet edenler vardı. Ancak bunları herhangi bir mezhebe nispet etmek mümkün değildir.

Bazı kardeşlerimiz, uzun asırlara dayalı bir yas geleneği sürdürüyorlar. Bu yas geleneği bir anmanın ötesinde anlam ifade ediyor. Esasen İslâm’da vefat eden kişi veya kişiler için yas tutma geleneği üç gündür. Asırlar boyu devam ettirilen bu yasa, farklı bir anlam yüklenerek, ibadet aşkıyla devam edilmektedir.

Çetinoğlu: Bildiğim kadarıyla 10 yıldan fazla bir zamandan beri ülkemizde, On Muharrem günlerinde insanlar, zincirlerle dövünüp kendilerini kanatmıyorlar. Kerbela şehitlerinin anıldığı mekânlarda, Kızılay’ın kurduğu çadırlarda doktor gözetiminde kan bağışında bulunuyorlar. Sizin gözlemleriniz nedir?

Prof. Demircan: İnsanların kendilerini dövmeleri, kanlarını akıtmaları, anlamsız ve gereksiz bir uygulamadır. İslâm’ın yas tutma anlayışına da uymamaktadır. Ancak ne yazık ki, böyle bir âdet uzun süre İslâm dünyasının çeşitli yerlerinde ve ülkemizde de uygulandı. Sizin de ifade ettiğiniz gibi, bir süredir ülkemizde İstanbul’da bu uygulama terk edildi. Görsel medyada çıkan görüntülerin oluşturduğu rahatsızlık, Caferî kardeşlerimiz üzerinde bir baskı oluşturduğu için kan verme etkinliğine devam ediyorlar. Doğrusunu isterseniz, bunun hayırlı bir işe vesile kılınması sevindirici bir durum. Ancak İslâm’da yas amacıyla kan akıtmak diye bir şey yok. Kendi kafamıza göre din uyduramayız.

İslâm tarihinde başta Hz. Peygamber olmak üzere birçok değer verdiğimiz insan vefat etti veya öldürüldü. Hz. Ömer bir Mecusi tarafından gerçekleştirilen suikasta kurban gitti. Hz. Osman, bir grup Müslüman’ın evine girerek kendisine saldırmaları suretiyle öldürüldü. Hz. Ali sabah namazına giderken, bir Haricînin(5) saldırısı sonucu öldürüldü. Bu zatların hepsi bizim için değerli insanlardır; ancak hiçbirinin vefatı sebebiyle yas törenleri icra edilmemekte, bu maksatla insanlar kanlarını akıtmamaktadırlar. Bu etkinlikleri yas töreninden çıkarıp ‘anma ve anlama’ törenleri haline getirmek gerekir.

Hz. Hüseyin, şehit edildiğinde 57 yaşındaydı. Hz. Peygamber vefat ettiğinde ondan beş-altı yaş büyüktü. Babası Hz. Ali de, Hz. Ömer de öyle idiler. O da diğer insanlar gibi ölümlüydü. Onun uğradığı ihanet ve zulüm elbette insanların aynı hataları tekrar etmemeleri için anılmalıdır. Ancak bunu bir yas ritüeline dönüştürmek, olgunun muhtevasını boşaltmak anlamına gelir.

 

(1)Hz. Hüseyin: Peygamber Efendimizin Kızı Fatıma’dan (ra) dolayı torunu, Hz. Ali’nin (kav)(*) oğludur.  On İki İmâmlar’ın üçüncüsü(**) olan Hüseyin bin Ali, İslam Devleti’nin bir Emevî saltanatına dönüşmemesi için mücadele vermiş ve Emevîler tarafından öldürülmüştür. Soyundan gelenler Hüseynî veya Seyyid olarak yâd edilir.

(*)kav:Kerremallâhü Veche‘ ifâdesinin kısaltılmışıdır. Hz. Ali, Peygamberimizin amcası Ebu Tâlib’in oğludur. Hicretten 23 yıl önce doğmuş ve hiçbir puta tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, ‘Kerremallâhü Veche‘ denilerek saygı ile yâd edilir. Bu ifâdenin mânâsı; ‘Allah (cc) O’nu şerefli kılsın‘ olarak açıklanabilir.

(**)Birincisi Hz. Ali, İkincisi Hz. Hasan’dır. (ra)

(2)Hicrî Takvim: İslamî takvim olarak da isimlendirilir. 1 yılı 354 veya 355 gün olan ve 12 kameri aydan oluşan, Hz. Muhammed (sav) Efendimizin Mekke’den Medine’ye göç ettiği tarihi başlangıç kabul eden ve ay’ın dünya çevresinde dolanımını esas alan bir takvim sistemidir. Hicretin, Muharrem ayı yani takvimin başlangıç günü veya ayıyla bir ilgisi yoktur.

 

(3)Kerbela: Günümüzde Irak’ın sınırları içerisinde bir şehirdir. Bağdat’ın 100 km güneybatısındadır. 4.000 ile 4.500 arasında olduğu tahmin edilen Birinci Yezid ve ordusu tarafından, 72 kişiden ibâret Hz. Hüseyin ve taraftarlarının katledildiği bölgedir. Hâdise, iktidar kavgası olarak Miladî takvime göre 10 Ekim 680’de Hicrî 10 Muharrem 61 tarihinde cereyan etmiştir.  Bu gün, Şi’îler tarafından Aşûra Günü olarak yâd edilir. Sünnîler ise İslam dini’nde matem yapılmaması kaidesine uyarak bu günde ibâdet yaparak ve Kerbela’da şehit olanların ruhuna Mevlid okuturlar. Anadolu’da 10 Muharrem günü, Sünniler tarafından da aşura yapılır, komşulara dağıtılır. Şi’îlerin yasına saygı gösterilir.

 

(4)Şia: Lügat mânâsı, ‘taraftar ‘ demektir. Mezhepler tarihinde Hz. Peygamberin vefatından sonra, Hz. Ali’nin halife olması lazım geldiğini düşünen ve O’nun soyundan gelen insanların meydana getirdiği topluluğa verilen addır.

(5)Haricî: Dînî ve siyasî mevzularda itaatten ayrılıp isyan derecesine varan aşırı görüş mensuplarına verilen addır. Haricîler, Allah’tan başka hüküm koyacak kimse yoktur prensibi ile yalnız Kur’an-ı Kerim hükümlerinin tatbik edilmesi lazım geldiğine inanırlar. Sünni Müslümanların kabul ettikleri Sünnet, İcma, Kıyas yollarını reddederler.

 

Sünnet: Peygamberimizin söz ve davranışlarıdır. Kur’an-ı Kerim’den sonra dinin ikinci önemli temel kaynaktır. Sünnet aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’i hayata taşıma ve O’nu anlama biçimidir. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim âyetlerini en güzel şekilde anlamak ve yorumlamak için hadis ve sünnete bakılır.

İcma: Dinî bir konuda yapılan görüş ve fikir birliğidir. İnsanlar dini konularda yanlış hüküm çıkarabilir ve yanılabilirler. Fakat İslam âlimlerinin bir konuda fikir birliğinde olması ve görüşlerinde herhangi bir ayrılığa düşmemeleri o hükmün ve sonucun isâbetli olduğunu gösterir.

Kıyas: Kur’an ve sünnet yoluyla hakkında hüküm bulunmayan konularda hakkında hüküm bulunan benzer bir hükümle kıyaslayarak sonuca varma yöntemidir.

İcma ve kıyas yoluyla elde edilecek bir bilgi kaynağının hiçbir zaman Kur’an ve sünnete ters düşmemesi gerekir. Bu durumda Kur’an ve Sünnete ters ve aykırı bir icma veya kıyas olamaz.

 

 

Önceki İçerikKocaeli Bu Ayıbı Temizlemelidir!
Sonraki İçerikÇocuklar Sevgiyle Büyüsün
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.