İslam Birliği

46

 

İttihatı İslam yani İslam kardeşliği, İslam milletlerinin ortak hareket etmesi, ortak ekonomik, siyasi ve kültürel paydalar kurmayı hedefleyen fikri ve ameli bir ideolojidir. Bu fikir cereyanı, tarihte tek başına bir ideoloji olarak çıkmamış, bazı siyasi yöneticilerin uygulamaları neticesinde gelişmiştir. Fakat özellikle ll. Abdülhamit tarafından bilinçli bir eylem yolu olarak seçilmiş ve uygulanmıştır. Bu ideolojinin tarihi seyrini açıklamaya çalışalım.

İslamiyet’in dört halife devrinden sonraki  Emevi ve Abbasi dönemlerinde İslam, Hıristiyan dünya karşısında muazzam bir ilerleme, genişleme göstermiş ve neredeyse Avrupa kıtasının ortasına kadar gelmiştir. İslam ve İslam Medeniyeti Fransa sınırlarına kadar sokulmuştur. Hıristiyan Avrupa, Endülüs Emevi Devletini Avrupa dan çıkarmak için yıllarca uğraşmıştır. İslam’ın Arap hakimiyetindeki ilerlemesinden sonra ise Türkler İslam davası ile Viyana önlerine kadar ilerlemişlerdir. Avrupalı milletler ve devletler neredeyse bir avuç toprak içine hapsedilmişlerdir. Lakin Avrupalı devlet ve milletler, Osmanlı ile mücadelesini hiç bırakmamışlardır. Osmanlı, Yavuz ile Memluklerden Halifelik makamını alınca tamamen İslam’ın temsilcisi durumuna geçmiştir. Lakin, Osmanlı zaten İslam üzere bir devlet siyaseti takip ettiği için yükseliş dönemlerinde, Hilafet makamını bir siyaset malzemesi olarak kullanmamıştır. O, zaten Avrupa devletleri ile mücadele etmekte ve İslam’ın bayraktarlığını yapıyordu. Bu işi de gayet iyi beceriyordu.  Bu durum 18. yüzyıl sonuna kadar devam etti. Osmanlı, tüm İslam devletlerinin ve milletlerinin hamisi durumunda idi. (İran hariç) Gerçi doğu Müslümanları, Babür Devleti idaresi altında idi. Lakin 1860’larda bu devlet yıkılınca bütün Hintli ve Malezyalı Müslümanlar yönünü Osmanlıya çevirdiler. Osmanlı Devleti de bu Müslümanlara, İngilizler, Portekizliler ve Ruslarla olan mücadelelerinde imkanları ve mesafelerin müsaade ettiği oranda yardımcı olmaya çalıştı.
Emevi ve Osmanlıların hakim olduğu 15. yüzyılda, Avrupa devletleri dünyada ancak %10’luk bir kısma hakim iken, 19. yüzyılda ise dünyadaki, bağımsız Müslüman coğrafyası dünyanın %7’sine kadar düşmüştü. İslam milletleri kendi topraklarında, Avrupalı emperyalistlerin çizmeleri altında, ne kadar kanları varsa akıtıyorlardı. Tabi ki bu çöküşte Osmanlı devletinin yıkılması esas neden idi. Osmanlının koruyucu eli Afrika’dan, Orta Doğudan, Kuzey Karadeniz’den, Orta Asya’dan ve Hint kıtasından çekilince,  Avrupalı olup, dünya haritasında sinek pisliği kadar yer işgal etmeyen devletler, İslam coğrafyasına sırtlanlar gibi saldırdılar. Nihat Genç’in çok güzel ifade ettiği gibi ‘Avrupa da emperyalist olmayan millet, Ortadoğu da ise emperyalistlerle savaşmayan milletler, devlet olamaz’. Avrupalı milletler ve milletçikler, İslam coğrafyasını sömürgeleştirerek hem zenginleşip hem de el kadar topraklarda devletçikler kurdular.
Özellikle 20. yüzyılın başında, Avrupalı devletlerin planlarını ve yayılma stratejilerini çok iyi tahlil eden Abdülhamit, Osmanlının çöküşünü ve İslam milletlerinin bu saldırılar karşısında  uyanarak kendi kaderlerine sahip çıkmalarını amaçlamıştır. Ayrıca, Avrupalıların bu işgal planlarına karşı onları uyarmıştır. Bu işi yaparken de elinde daha önce hiçbir padişahın gücünü denemediği halifelik makamını kullanmıştır. Abdülhamit, Osmanlı yönetimi altında olsun veya olmasın yakın veya uzak bütün İslam milletlerinin sahip olduğu tarikat, tekke, dergah şeyhlerine, pirlerine, İslam büyüklerine , yazarlarına davetiyeler, bildiriler, mektuplar, devlet nişanları, küçük de olsa hediyeler vererek onlarla Osmanlı halifeliği vasıtasıyla bir ünsiyet teşkil etmiştir. Bu insanları İslam birliğine davet ederek Müslümanlar arasında İslam birliği ve beraberliği kurmayı amaçlamıştır. Ya da en azından böyle bir düşüncenin gönüllerde var olmasını sağlamıştır. Osmanlı, Müslüman milletlerin inim inim inlediği 20. yüzyılın başında, İslam birliği etrafında, bir gönül birliği kurmuştur. Bu birlikle saldırgan Haçlı Devletlerinin zulmünden ve işgallerine karşı güç birliği kurmayı denemiştir. Bu çabalar ne yazık ki Avrupalı devletleri durdurmaya yetmemiştir.
l. Dünya savaşı sonunda, İslam milletlerinin neredeyse tümü esaret altına girmişlerdir. Osmanlı  aydınları arasında da İslam birliğini hararetle savunan yazarlar düşünürler çıkmıştır. Lakin kurtuluş savaşı nedeniyle, Osmanlı aydınları, münevverleri ve askerleri kendi derdine düşmüşlerdir. Osmanlı son nefesle can derdine düşmüş ve Anadolu’yu kanlı boğuşmalar neticesinde kurtarmayı başarmıştır. Lakin Osmanlı’nın koruyucu şemsiyesinin ortadan kalkması neticesinde ise neredeyse bütün İslam coğrafyaları işgal edilmiştir.
1. Dünya savaşı sonunda, Hıristiyan medeniyeti, İslam medeniyeti karşısında çok büyük başarı kazanmıştır. Dünyada en uzun savaş olarak İngiltere ve Fransa arasındaki yüzyıl savaşları bilinir.  Lakin, esas en uzun olan savaş ise Müslüman medeniyeti ve Hıristiyan devletleri arasındaki savaştır. Neredeyse bu savaş 1000 yıldır devam ediyor. Şu anda Hıristiyanlar bu savaşı kazanmış görünüyorlar. Bu konuda Arslan Bulut  ‘Haçlı seferlerinin hedeflerinden birinin Müslüman Türkleri Anadolu’dan atmak olduğunu , 1. Dünya Savaşı dahil, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’ya yönelmiş bütün Haçlı saldırılarının Türklüğü tarihten de, coğrafyadan da silmek için yapıldığını ve bin yıldan beri bu savaşın sürdüğünü’ söylüyor. Osmanlı şahsında İslam Medeniyetine karşı Avrupa devletlerinin giriştiği savaşı Yusuf Akçura ise şöyle değerlendiriyor. ‘Tarih kitapları, 40 sene süren Med savaşlarından, 60 sene süren Pön savaşlarından, 100 sene süren İngiliz-Fransız harbinden bahsederler ve çoğumuz, Frenklere tabi olarak insanlık tarihinin en uzun süren harbi, bu ‘100 sene savaşı’ olduğunu zannederiz. Halbuki, insanlık tarihinin en uzun süren savaşı hâlâ devam eden İslam-Hıristiyanlık savaşıdır; bu, efendiler, bir ‘1000 sene savaşıdır. Hıristiyanlık, Arabistan’da bir İslam peygamberinin ortaya çıkıp, vaktiyle kendi idaresi altında bulunan araziye hakim, vaktiyle kendi akidelerine iman etmiş ahaliye mürşit olmasını bir türlü affetmedi. İslam’ı imhaya karar verdi ve o günden bugüne kadar bu maksadına ulaşmak için uğraşıp duruyor. Lakin, Allah’ın yaktığı çerağ, insan nefesiyle hiç söndürülebilir mi ? Bizzat Allahu Teala buyuruyor ki bu ateş asla ve asla söndürülemez. O halde hiç şüphe yok söndürülemez. Efendiler, bu bin sene savaşının beşinci asırdan yedinci asıra kadar devam eden iki asırlık bir devresi ‘Haçlı Savaşları’ namını alır; yine bu bin sene savaşının son üç dört asırlık safhasına ‘Şark Meselesi’ denilir. Bana kalırsa, bunun bütününü bir nam ile zikretmek, hepsine birden ‘Haçlı Savaşları’ demek ve Haçlı Savaşları’nın siyasi yönüne ‘Şark Meselesi’ adını vermek daha kısa, kestirme ve doğru olur; çünkü 1000 seneden beri hep aynı mesele hallolunmakta, aynı dava güdülmekte, aynı gaye takip edilmektedir; İslam dinini yeryüzünden kaldırmak, Müslümanları imha etmek!.. 
Haçlı Seferleri, mektep kitaplarımızda öğrendiğimiz gibi öyle sekizinci seferle son bulmuş değildir; hayır! Endülüs Emevilerini  İberya yarımadasından, Osmanlı Türklerini Balkan ve Anadolu yarımadalarından kovmak isteyen Hıristiyanlar, hep haç namına hareket ediyor ve bütün savaşlarını Haçlı Seferi sayıyordu; ve hâlâ da öyle sayarlar. Son cihan cenginde ve o cengin öncü savaşı seviyesinde olan Balkan Savaşında da yine o cengin artçı savaşı demek olan bugünkü Anadolu ve Arabistan savaşlarında görmedik mi ki düşmanlarımız kendilerine hep eski Haçlıların renk ve kisvesini veriyordu. 
İşte bunun için diyorum ki, Haçlı Savaşları, Hicri 7’nci asırda (Miladi 13’üncü asırda) son bulmuş değildir, bugün, Hicri 14’üncü (Miladi 20’nci) asırda da devam ediyor: Selahaddin Eyyubi, üçüncü Haçlı Savaşlarında İslam ordularının nasıl büyük bir kahramanı sayılıyorsa, Mustafa Kemal de bilmem kaçıncı Haçlı savaşında, Müslümanların öyle büyük bir kahramanı sayılacaktır.  Ve hiç şüphe etmiyorum ki, hakkın hamisi, zulmün yok edicisi olan ilahi adalet, o seferde olduğu gibi bu seferde de Müslümanların bütün gayesini temin edecektir.” Diyor. Ne kadarda  güncel, bizi ilgilendiren değerlendirme değil mi ? Lakin Avrupalıların tüm bu planlarını Türk milleti yırtmayı ve parçalamayı başardı. Ama bu savaş yukarıda belirtildiği gibi bitmedi devam ediyor.
Yine 11 Eylül saldırılarından sonra, Amerikan Başkanı George Bush, Afganistan ve Irak saldırılarını başlatırken aynen Yusuf Akçura’nın belirttiği gibi ‘bu bir haçlı savaşıdır’ diyerek bilinç altını ifşa etti. 
Bizim dışımızdaki süreç ise şöyle devam etti. 1. Dünya savaşından sonra işgale uğrayan tüm İslam devletleri, Avrupalı Devletlerine karşı kurtuluş mücadelesine giriştiler. Özellikle 2. Dünya Savaşında, Avrupa devletleri arasındaki mücadele neticesinde İslam milletleri bağımsızlıklarını kazandılar. Dünyadaki Müslüman devletlerin çağı başladı. Hemen hemen bütün İslam milletleri müstakil devlet haline geldi.
Mısırda, Hasan El Benna önderliğinde, Müslüman kardeşler(İhvanı Müslümin) cemiyeti kuruldu ve kısa sürede Mısır’da ve bütün Arap devletlerinde teşkilatlandılar. Fakat Arap devlet başkanları diktatör tarzında yönetim anlayışında olduğundan, bu cemiyet adeta yerle bir edildi. Mısırlı Nasır, Müslüman Kardeşler teşkilatını düşman ilan ederek, kökünü kazımaya girişti. Fakat bu teşkilat yer altına çekildi. Bütün İslam devletlerinde etkileri oldukça fazla oldu. Tüm ülkelerde İslam temelli politikalar geliştirilmeye  ve kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. İslam referansı ile yazarlar, şairler ve düşünürler yetiştiler ve toplumsal olaylarda etkin oldular. Özellikle batı medeniyeti ve Hıristiyan batı kültürüne karşı politikalar ve söylemler geliştirildi. Toplumların muhafazakar gençlerini ve eğitimli aydınlarını etkilediler. Batı devletlerinin ülkeleri ile ilgili yaptıkları her olumsuz davranış karşısında bu kitle ve fikir hareketi büyüdü ve gelişti. Bu batı karşıtı politikalar neticesinde, batı medeniyetine dair her şey sorgulandı. Batı karşısında İslam ortak pazarı, İslam ortak parası, İslam ordusu  gibi alternatif projeler toplumların önüne konuldu.
Tüm bu anlattığımız gelişmeler, Amerika’nın Büyük Orta Doğu projesi neticesinde değişmeye başladı. Önce Arap ülkelerinde şiddetli batı karşıtı olan Müslüman kardeşler teşkilatı Amerika ile anlaşarak tüm geçmişini adeta inkar etti. Bu anlaşma neticesinde, işgalci Amerikan ve Avrupalı askerleriyle, kendi ordularına, kendi askerlerine karşı kurşun sıktılar. Kendi kardeşlerini, demokrasi adına maalesef öldürdüler. Bu anlaşma, Büyük Ortadoğu projesi sınırları içerisindeki devletlerde oldu. Sanki, bu gizli anlaşmayı örtmenin adına; Arap Baharı adı verildi. Mazlum Arap milleti, yüzyıllardır bir kere daha emperyalist ülkelerin paylaşım merkezi oldu. Yine mazlum Arap çocukları ölmeye devam ettiler.
Türkiye de ise İslamcı ideoloji, uzun mücadeleler sonucunda iktidar mevkiine geldi. Uzun mücadelede başarılı oldular. Devleti yöneten zümrelerin hatalarını ve zaaflarını gayet iyi değerlendirdiler. Lakin ‘İslamcılık ideolojisi, kendi etnik aidiyetlerini gizleyen kişilerin ve zümrelerin taleplerini İslam adına dillendirdikleri bir sığınak oldu. Alenen söyleyemedikleri taleplerini, İslam adına  topluma karşı dile getirdiler’ diyor Erol Güngör İslam’ın Bu Günkü Meseleleri adlı  kitabında. Hakikaten, BDP içerisinde siyaset yapan siyasetçiler izlendiğinde bu gerçek daha iyi anlaşılır.
Bütün bunların dışında, Abdülhamit’in, Fazlurrahman’ın, Cemalettin Afgani’nin, Muhammet  Abduh’un, Mehmet Akif’in başlattığı İslam kardeşliği projesi, ne olursa olursun, batı devletleri ile olan ihtilaflarda, İslam devletlerinden yana tavır koymaya çalışan bir anlayışa sahipti. Günümüzde batının uydurduğu laik, demokrat, hümanist, etik, diktatör gibi sahte kavramlar adına, emperyalist işgalleri, Müslüman halka kabul ettirmeye çalışanlar ne yazık ki İslamcı gelenekten geliyor.
Bu ne yaman çelişki. Kurtlar sofrasındaki, mazlum Müslüman devletler senin insafına emanet yarabbi.

“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” (Maide,51)