IŞİD (DAEŞ) Terör Örgütü (2019)

98

Mahir Nakip’in IŞİD üzerine yazdığı makaleyi okuyarak bu konuya açıklık
getirelim:

“IŞİD’ın Musul’u ele geçirmesiyle başlayan yeni süreç, bizleri artık yeni
bir Irak’la karşı karşıya getirmiştir. IŞİD bir terör örgütü olmasına rağmen
Sünni Arap bölgelerinde hızlı bir şekilde yayılması tesadüfi değildir. Bu hızlı
genişlemenin arkasında Sünni Arap halkının ve uyanan Baas hücrelerinin desteği
olduğu kadar, global güçler de vardır. Nitekim David Icke gibi bazı Amerikan
yazarları IŞİD’in Irak ve Suriye’deki başarılarını 3. Dünya Savaşı’nın
başlangıcı olarak kabul etmektedirler. Her ne kadar bazı Sünni Araplar IŞİD’i
tasvip etmese de ama Maliki’ye karşı koymanın tek yolunun IŞİD gibi güçlü bir
örgütle işbirliği ile ancak mümkün olabileceği düşünüldüğü için bu destek
kerhen de olsa devam edecektir[1].

Ayrıca IŞİD’ın fazla yayılması, mesela Diyala ve Bağdat gibi şehirlere
nüfuz etmesi, İran’ın şimdikinden daha fazla Irak’a müdahalesini gündeme
getirebilir ki bu da Icke’nin tezini güçlendirmektedir. Nitekim Irak’ta Hükümet
kurulması konusunda İran’ın Maliki’den yana olduğu açıkça ve resmi biçimde
telaffuz edilmektedir. Irak Cumhurbaşkanlığı’na yeni seçilen Kürt kökenli Fuad
Masum gibi Türkmen olmayan Iraklı siyasetçiler bile IŞİD’den en çok zarar gören
topluluğun Türkmenler olduğunu söylemektedir. Demek ki ‘’IŞİD’in niye ilk
hedefi Türkmenlerdir’’ sorusunun cevabını bulmak kolaydır. Çünkü Türkmenler
silahsız, güçsüz ve sahipsiz bir topluluktur. Nitekim Türkmenlerden sonra, Hıristiyanlara
ve arkasından da Yezidilere saldırdılar. Böylece Türkmenler bir asırlık
yalnızlık tarihleri boyunca ilk defa böyle bir toplu göç, katliam ve imha
programıyla karşı karşıya gelmişlerdir. Kısacası bu haliyle yeni Irak,
Türkmenler için parlak bir gelecek vadetmiyor.

Ne Olacak Irak’ın Hali?

Yıllardır yazıp çiziyoruz ve Irak’ta oynan demokrasi oyununun bir maskara
olduğunu vurguluyoruz. Seçimlerle Irak Parlamentosunun etnik ve mezhepsel
aritmetiği değişmeyeceğine göre, ne kadar seçim yapılırsa yapılsın, çözüm
üreten bir hükümet hiç bir zaman kurulamayacak ve hepsi paylaşım esasına göre
oluşacaktır. Yani koalisyonsuz hükümet hiç kurulamayacaktır. Bu da
istikrarsızlığın devamı ve IŞİD’in daha fazla güç kazanması ya da en azından
Sünni bölgelerinde nüfuz kazanması demek olacaktır. Zayıf bir ihtimal olmakla
beraber, eğer Irak’ta yeni hükümet Maliki dışında bir Şii tarafından kurulursa,
Sünni Araplarla Şii Araplar arasında asgari müştereklerde birleşme ihtimali
artar. Bu da Türkmenler için birliklerini sürdürme imkanını sağlar. Eğer
hükümeti Maliki kurarsa, o zaman en azından bir Sünni Arap federasyonu
kaçınılmaz olacaktır. Belki de Irak üç konfederasyona bölünecektir. Bu da
Türkmenlerin yeni ve daha etkin bir politika izlemelerini gerekli kılacaktır[2].

ABD Saldırısı Neyi Değiştirecek?

IŞİD’in birer
Sünni şehri olan Musul, Enbar ve Selahattin’i ele geçireli bir ay oldu ve ABD
hiç sesini çıkarmadı. Ama ne zaman ki Peşmergeler IŞİD’in önünden kaçarak IŞİD
Erbil’e yaklaşmaya başladı, ABD müdahaleyi gündeme getirdi. Bu da Kürt
yönetiminin ABD için önemli bir müttefik olduğunu göstermektedir. Demek ki
Maliki’nin kurduğu ordu ne kadar beceriksiz çıktıysa Peşmerge güçleri de ondan
daha becerikli değilmiş. Obama’nın açıklamasına göre müdahale sadece havadan
olacak ve kara harekatı olmayacakmış. Bu da demektir ki ABD sadece IŞİD’in Kürt
bölgesine girmesini önlemeye çalışacaktır. Büyük bir ihtimalle ABD, IŞİD’in
diğer Sünni bölgelerinden çıkması için bir gayret göstermeyecektir. Demek ki
herkes bilsin ki ABD için İsrail neyse, ‘’Kürdistan’’ da odur. Amerikan
saldırısının başladığı gün ve bir sonraki gün sürekli Amerikan CNN kanalını
seyrettim. Kanal, Yezidi’lerin dağlara kaçtıklarından ve Hristiyanların da
Erbil’e yöneldiğinden sık sık söz etti ama bir kere dahi olsun Türkmenlerden
söz etmedi. İsyan etmemek elde değil. Kısacası Türkmenler ignore yani
görmezlikten ya da göz ardı edildi. Hatta Türkiye kanalları da aynı yolu
izleyerek Yezidilerin göç dramını verirken Telaferli Türkmenlerden artık söz
çıkaramayacağına göre ve ABD bir kara harekatı yapmayacağına göre bir Sünni
federatif ya da konfederatif kurulması ihtimal dahilindedir. O zaman Türkmen
siyasetçi ve aydınları börklerini önlerine koyup yeniden düşünmelidirler[3].

Türkmenler Ne Yapmalı?

Şu üç faraziyeyi öncelikle tespit etmeliyiz:

1. Seksen yıl
bizi yöneten Sünni Araplar bizi asimile etmeye çalıştı ve bizi asli unsur
olarak görmedi. Hele bir de IŞİD’le iç içe olduktan sonra Şii Türkmenlerimizi
kabul etmeleri asla söz konusu olmayacaktır. Telafer’den Türkmenlerin sürülmesi
ve daha önceden Tuzhurmatu katliamları bunun en bariz delilleridir. Demek ki
Sünni Araplarla birlikte olmamız mümkün değildir. ‘’Bir mümin bir yerinden iki
defa sokulmaz’’.

2. Şii Araplar
coğrafya olarak bizlerden uzaktır. Onlar da Telafer sorununa çözüm olarak Şii
Türkmenlerin Necef ve Kerbela’ya göçmelerini ön görmüşlerdir. Yani onlar için
Türkmenlerin kendi coğrafyalarında 
yaşamaları ve dillerini muhafaza etmeleri pek önemsenmemektedir. Kaldı
ki Arap Şiiler gerçekten de İran’ın güdümüne iyice girmişlerdir. Demek ki
Türkmenlerin Şiilerle de işbirliğine girmeleri pratik ve makul görünmemektedir.

3. Coğrafi
bölgelerimiz daha çok Kürtlerle birçok noktada kesişmektedir. İhtilaflı
bölgeler de zaten bu sebepten ortaya çıkmıştır. Son on yıl zarfında aramızda
çok tatsızlıklar olmasına rağmen Erbil, Kerkük, Tuzhurmatu, Diyale hatta
Telafer gibi bölgelerde yan yana yaşamaktayız. Kürtlerin arkasında ABD var ve
Türkiye ile münasebetleri istenilenin üstündedir. O zaman elimiz mahkum Kürt
yönetimi ile gerçeklerimizi konuşmalıyız. Ama nasıl? Şurası bir gerçek ki İran
dahil, Arap ülkelerinin bir bölümü ve dünyanın bir çok ülkesi Irak’ta Kürt
varlığını resmen kabul etmiş ve Erbil’de konsolosluk açmıştır. Yani Irak’ın
diğer bölgelerine nazaran Kürt bölgesi daha emniyetli, daha çok kabul görmüş,
daha medeni, mezhepsel hassasiyetin olmadığı ve Türkiye’ye sınırdaş bir
bölgedir. Bu realiteyi kabul ederek başta Irak Türkmen Cephesi yöneticileri
başta olmak üzere bütün siyasetçiler bir araya gelerek geniş tabanlı bir heyet
kurmalılar ve KDP, KYB, Goran ve İslami Kürt Partisi ile eşit şartlarda ön
görüşmelere başlamalıdırlar. Bu görüşmelere katılmak istemeyen ya da karşı olan
Türkmen siyasetçi ya da teşekkülleri varsa çekimser kalabilirler[4].

Türkiye Ne Yapmalı?

ABD’nin Kürtler için nasıl davrandığını gördük. Türkiye de Türkmenler
için aynı minval üzere davranmalıdır. Yani Türkmenlere yaptığı insani
yardımların ötesine geçerek siyasi ve güvenlik konusunda da söylemler
geliştirmelidir. IŞİD’ten sadece Hristiyan ve Yezidilerin değil, Türkmenlerin
de zarar gördüğünü dünyaya duyurmalı ve onların sahibi olduğunu dile
getirmelidir. Bu konuda Birleşmiş Milletlerde gereken adımlar neyse onu cesurca
atmalı, Türkmenlerin mağduriyet ve mazlumiyetleri dile getirilmelidir.
Türkmenlerin Kürtlerle olan görüşmelerinin ikinci aşamasında Türkiye ev
sahipliği yapmalıdır. Aslında buna benzer bir uygulama Mart 2003 Amerikan’ın
Irak harekatından önce de yapılmıştı. Eğer Irak hükümetinin kurulmasında
İran’ın izni Parlamentoda açıkça telaffuz edilebiliyorsa, Türkiye’nin de
Türkmenler arkasında olduğunu bütün dünya bilmelidir[5].

            Burada IŞİD
(DAEŞ) terör örgütünün arka planının, istihbarat örgütleri ile ilişkisini hatta
okuyucuya şaşırtıcı gelebilir BARZANİ ile direk bağlantısını anlayabilmek için
“Abdullah Ağar[6]”ın araştırmalarından
önemli bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Aksi halde hiçbir zaman terör
örgütlerinin arkasındaki karanlık güçleri fark edemeyiz. Yoksa nasıl olur?
İslâm’la terör bir araya gelir mi diye tartışılır durulur. Küresel veya karanlık
odaklar “önce terör örgütleri” kurmaya karar verirler. Sonra istedikleri
sonuçlara ulaşmak için; ona bir isim ve görev vereceklerdir. Üstelik bir taşla
bin bir kuş vuracaklardır. İşte DAEŞ böyle bir terör örgütüdür. İslam ümmetine
zarar vermiş, Ortadoğu coğrafyasını kan gölüne döndürmüş, Müslümanlara karşı
dünyada ön yargı oluşturmuştur. Sürekli hunharca müslüman öldürmüş ve müslüman
olduğunu iddia etmiştir. “İŞİD’İ KİM KURDU” sorusu ile Abdullah Ağar buna cevap
aramakta ve önemli ipuçlarına ulaşmaktadır.

       “DAİŞ-1ŞİD ya da adı
ne herze olursa olsun, Sünni İslâm kisveli bu çakma örgüt; Amerika-Iran ve
Suudi Arabistan-İsrail menfaatlerine ve bölgedeki aparatlarına hizmet etmek
üzere, ikiyüzlülüğün ve düşmanca ayrılığın dizayn Irak’tan çıkarılmış, hiç de sürpriz
olmayan bir hilkat garibesidir.
Yakın Tarihle Kısa Bir Gezinti; 11
Şubat 1979’da ABD karşıtı gözüken Humeyni İran’da devrim yaptı. Tarihe
damgasına vuracak bu kırılma nasıl gerçekleşti? Doğal bir sonuç mudur? Yoksa
bir proje midir? Humeyni’nin Fransa’dan İran’a hangi inisiyatifle geldiği bugün
dahi net olarak bilinemiyor. Saddam Hüseyin ise, bu dönemde. 16 Temmuz 1979’da
İrak Devrim Komuta Konseyi nin (DKK) başkanı oldu. ABD’nin Tahran Büyükelçiliği
4 Kasım 1979’da “Bir grup öğrenci tarafından” işgal edildi.
Amerikalılar rehin alındı. 24 Nisan 1980’de rehineleri kurtarmayı amaçlayan
Kartal Pençesi operasyonu fiyaskoyla sonuçlandı. Düşen uçak ve helikopterler,
ölen Amerikalılar, tam bir kurtarma rezaleti… Başkan Carter’ın gümlemesi…
Artık, 1981-1989, Iran-Irak savaş yılları… Savaşın görünen karakteri: ABD’nin
Irak’ı desteklemesi… Savaşın görünmeyen karakteri: ABD’nin İran’ı
desteklemesi… Irak-İran savaşının bitiminden bir yıl sonra ABD’nin Saddam’ı
Kuveyt’in işgali için cesaretlendirmesi, hatta açık çek vermesi…Saddam,
“Basra vilayetinin bir parçası olarak gördugu” Kuveyt’i ele
geçirerek, hem Arap Birliği’nin ilk adımını atacak, hem de zengin petrol
yataklarına el koyup, Iran savaşının açığını kapatacaktı. Tam ele geçirecekken,
ABD Çöl Fırtınası adını verdiği harekâtla duruma müdahale etti ve Saddam’ı
Kuveyt’ten kovdu. ABD Bağdat’ı alabilirdi, ama almadı. 1991’den itibaren ABD,
kuzeyde Kürtlere, güneyde Şiilere yaklaştı.
Bu ambargo
yıllarında, 36. paralelin kuzeyi ve 32. paralelin güneyi, BM kararı ile uçuşa
yasak bölge ilan edildi. 1992’de Irak Kürdistan Parlamentosu kurularak, bölge,
fiilen Irak’tan koptu. Aynı yıl Irak muhalefeti, Irak Ulusal Konseyi (INC)
çatısı altında, ABD ve İngiltere desteği ve Fransa katkısı ile örgütlendi.
2003’e kadar federatif bir Irak için mutabakatlar imzalandı. 1991-2003
arasındaki bu dönemde Irak muhalefetindeki sıra; Şii Araplar, Kürtler,
Sünni-Araplar ve diğerleri şeklinde bir öncelikle, Amerikan ve İngiliz ajandası
olarak tespit edildi. Irak’ın kuzeyindeki Kürt gruplarla ilgili çalışmalar
1991-1998 yılları arasında ABD, 
İngiltere ve Türkiye üçlüsü tarafından yürütülürken, 17 Eylül 1998
Washington mutabakatı ile Türkiye devreden çıkarıldı, inisiyatif tamamen ABD ve
İngiltere’ye geçti. 2003, 1 Mart Tezkeresi’nin geçmemesinden iki hafta sonra,
“BM Güvenlik Konseyi ‘ret’ kararı verse de” ABD ve İngiltere
güneyden, Kürtler ise 200 bin peşmergeyle kuzeyden Irak’a girdi. ABD ordusu,
Bağdat’ta sadece savunma ve maliye bakanlıklarını kontrol altına alarak, Irak
halkını koskoca bir kaosla baş başa bıraktı. Irak Başkanlık Konseyi ve Geçici
Yönetim “aynı sıralamada olduğu gibi” tezahür etti. Yapılan genel
seçimlerle, nüfusları üçüncü sırada olmasına rağmen, Kürtler, Irak
parlamentosunda kilit konuma geldiler. İşgalin, işgalcilerin, işgalin
payandalarının Irak’ı sağacağı ve yeni yeni kaos ve karmaşaların üretileceği
yıllar başladı. Türkiye ise, Amerikalıların Independence Day etkinliklerinin
yeni bir sürümüyle tanıştı. Artık Amerikalılar, bağımsızlık günlerini Türk
askerinin başına çuval geçirerek kutluyorlardı. Türkiye’nin tüm saha
etkinlikleriyle birlikte bölgeden itelenmesi ve küresel güçlerin koltuk altında
konuşan ağızların, “Türk ordusu Irak’a girerse kan gölünde boğarız, bir
Kürt kedisini bile Türkiye’ye teslim etmeyiz…” tarzı cümleler kurmaları
bu yıllara rastlar. Şiiler ise, 1920’lerde İngilizlerin verdiği “yönetim
vaadine” tam 84 yıl sonra kavuştular. Kürtler müttefikliklerinin mükâfatı
olarak, “Kürdistan’ın kalbi ve kâbesi dedikleri” Kerkük’ün demografik
yapısını değiştirmeye, 2003’te Türkmen-Arap-Kürt olan demografik sıralamayı
Kürt-Türkmen-Arap şekline dönüştürmeye başladılar. Başardılar[7]

Tartışmalı bölgeler denilen, kahir ekseriyeti Türkmen
olan, fakat kitlesel Kürt gözleriyle demografisi bozulan bölgelerde referandum
yapılmasına dair maddeyi 2005 anayasasına dahil ettirdiler. İşle meşhur 140.
maddenin konusu budur. Müttefiklerinin yedeğindeki Kürtler, Kerkük toplam
nüfusunun yansından fazlasını teşkil ederek. Kerkük’ün Kürt bölgesine ilhakı
için yapılacak referandumun sonuçlarını böylece garanti altına aldılar. İşte o
günlerden bugünlere. Türkmenlerin maruz kaldığı baskılar, ayrıştırmalar,
asimilasyonlar, katliamlar ile artık adı silikleşmeye başlayan Türkmeneli
bölgesi, bu coğrafyanın ve yakın zamanın temel gerçeğidir. Göçler ve kaçışlar
da öyle… Bugün bu coğrafyada demografik yapı Kürtler lehine değişmiştir.
Kürtler Irak parlamentosundaki kilit oranlarını, elde ettikleri nüfuzu ve
ekonomik inisiyatifleri ustaca değerlendirip, Şii ve Sünni-Arapları ve konjonktürü,
menfaatleri doğrultusunda çok iyi kullanmışlardır. İranlı bir grup öğrencinin,
büyükelçiliği basarak başlattıkları domino etkisi buralara kadar uzanmıştır.
Batı emperyalizmi ve Iran hegemonyası adına Irak’ta yaşanan vekâlet
savaşlarına, güç, rekabet ve imtiyaz mücadelelerine, artık doğrudan müdahale
edilmiştir. IŞİD üzerinden Gordion düğümüne kılıcını yapıştıran ABD’nin
olağanüstü bir kazanım ürettiğini ifade etmek gerek… ABD’nin altına da
İran’ı, İsrail’i. Batı Avrupa’yı ve bazı yerel aparatları da yazmak gerekiyor.
Sonuçta: İŞİD, Amerika’nın, İran’ın, İsrail’in ve Batı Avrupa’nın Ortadoğu’daki
mücadeleci tavrına yeni bir ivme kazandırdı. IŞİD üzerinden bölgedeki kırılgan
ittifaklarla nikâhlar tazelendi. Bu ittifaklara kimlerin dahil edileceği ve kimlere
karşı tavır alınacağı tespit edilmiş oldu. IŞİD sayesinde, Arap Baharı’nın asıl
kaybedenleri yeni egemenlere dönüştü. Savaşların, işgal ve istilaların, hava
saldırılarının, asimetrik mudahalelerin bahanesi olarak “toprak
kazanımlı” IŞİD, “toprak kazanımsız” El-Kaide’nin yerini aldı.
IŞİD’ın kaptığı ve IŞİD sayesinde kapılan (!) topraklara, artık yeni bir dizayn
gerek! Barzani başta olmak üzere, inisiyatif üretme sevdasında olan yerel
aktörlere iyi bir ayar verildi. Barzani’ye “devletin öyle kurulamayacağı,
böyle kurulacağı” gösterildi. Bağımsız Kürt devletinin kurulmasının
altyapısı oluşmuyordu, artık oluştu. Başta Kerkük olmak üzere, pek çok
stratejik bölge Kürtlerin eline geçti. Tartışmalı bölgelerin büyük bir
çoğunluğu “tartışmasız bölgeler”e dönüştü. IKYY bölgesine gönderilen
taktik zırhlı araçlar, silahlar ve sistemler, normal koşullarda verilemezdi.
Peşmergeye başta ABD ve Batı Avrupa olmak üzere, dünyanın pek çok yerinden
silah yağdı ve yağacak. Bu kadarıyla bile, IKYY hiç de fena olmayan bir yığınak
ve caydırıcılık üretmeye başladı. Peşmergenin elinde artık, Türkiye’nin ve
merkezi Irak hükümetin elinde bile olmayan silahlar, zırhlı araçlar, hatta
Chinook  tipi yüksek yük ve personel
taşıma kabiliyetli helikopterler var. Kerkük’ün neredeyse tamamının ve
Ninova’nın (Musul) önemli bir kısmının iki Kürt oyuncu arasında pay edilmesi
öngörülüyor. KDP Kerkük’e hevesli, KYB de Musul’a… Irak ve Suriye ortak
paydasında Kerkük-Musul-Kuzey Suriye ekseninden Kürtlerin, petrolün, doğal
gazın ve madenlerin Akdeniz’e çıkışıyla, hatta Hayfa ile temasın sağlanmasıyla
ilgili çok önemli bir adım atıldı. Türkmen nüfusun homojen olduğu ve Büyük
Kürdistan’ın böğrüne saplanmış hançer konumundaki Telafer kaosa sürüklendi,
büyük bir demografik akış oldu. Telafer’de kalan ve IŞİD’e biat etmek zorunda
kalan Sünni Türkmenler için ise, artık “arkası yarın”! Kürtlerden
ısrarla uzak duran Türkmenler, Kürtlere yakınlaşmaya başladı. Türkmenler artık
ya IŞİD’in, ya Kürtlerin, ya da İran’ın (Şii orijinli siyasi ve askeri
güçlerin) kucağına düşmek gibi, 40 satır mı, 40 katır mı, gibi bir çaresizliğin
içindeler… Kerkük merkezli Arap milliyetçiliği neredeyse yok oldu. Irak’taki
Sünni (özellikle Sünni-Arap) inisiyatif, güç ve haklılık yerle bir, hak ile
yeksan oldu. IŞİD bölgesel savaş kışkırtıcılarının her türlü vahşet için bir
gerekçe oldu[8]. Ağır aksak yürüyen
dönüşümler, savaş sayesinde büyük bir ivme kazandı. Göçler, baskı, ayrıştırma,
yönetme ve yönlendirme, yeni yeni asimilasyon metotları gırla… Yeni yeni
düşmanlıklar, ayrılıklar, kırılma ve yarılmalar da öyle… Uluslararası hukuk
ve ülkelerin kendi iç hukukları bir köşeye çekilirken, intikam saldırıları
Irak’ın ve Ortadoğu’nun yeni gerçeği oldu. Güdümlü ya da güdümsüz rejimler,
bölgede kullanılan aparat güçler ve taşeronlar, geniş kapsamlı baskı ve
cinayetlerini açıklamak için terör tehdidini kullandı. Maliki gönderildi. Yeni
bir kabine dizayn edildi. Amerikan Merkez Bankası’nda (FED) biriken Irak’ın
parasını artık daha uslu kişiler harcayacak. İran’la muhabbetin nerelere gittiğini
ise kimse bilmiyor. Arap olmayan güçler, strateji ve ilişkilerini yeniden
şekillendirmek ve haritaları yeniden çizmek için IŞİD’i kullanmaya başladılar.
The New York Times
bu konuya dair şöyle diyor: “ABD ve İran… İkisi
de IŞİD’e saldırıyor ama müttefik gibi görünmemeye çalışıyorlar.” İran,
Irak’ın Şiiliğe dair mezhepsel inisiyatifini tamamen körletti. Kutsallarıyla
Şiiliğin kalpgahı olan Irak, bırakın liderliği, İran ve Amerika yardımıyla,
canımı kurtarayım derdinde… Kara suratlı, kötü bakışlı, pis ve eli kanlı
kişiler üzerinden Batı toplumunda İslam’a dair üremesi istenen “imaj”
güçlendirildi, İslam ile Batı toplumu arasındaki fay hattı derinleştirildi. Teolojik
kazanım peşinde koşanlar, perdelerin arkasında… İSRAİL’İN ARTIK ÖYLE BÜYÜK
BİR GÜVENLİK SORUNU YOK.
İsrail, dünyada peydah oluveren (!) IŞİD korkusunu
Gazze Şeridi’ne saldırmak, daha fazla Filistin toprağını ele geçirmek ve
“yaşama hakkı” başta olmak üzere Filistinlilerin temel haklarını yok
saymak için kullandı. ABD başta Batı dünyası, Rusya ile girdikleri nüfuz
mücadelesinde, petrol fiyatları üzerinden Rusya’ya iyi bir kazık attılar.
Rusya’nın şu ana kadarki zararı yaklaşık 300 milyar dolar. ABD’nin ve Batı Avrupa’nın
depolarındaki miadı dolmuş ya da dolmak üzere olan silah ve mühimmat stokları
erimeye başladı. Kuyruklu impala döneminden kalan silahlar, sahadaki yerel
aktörlere silah yardımı olarak kakışlandı. Yeni silah sistemlerinin, gerçek
muharebe ortamlarında denenme imkânları üredi. ABD silah sanayi, başta Körfez
ülkeleri olmak üzere bazı ülkelerle cömert ihaleler imzaladı. Bölgenin
petrolüyle ilgili daha şimdiden onlarca yıllık ihaleler, anlaşmalar kotarıldı.
Komisyonlar ve hamutuyla götürülecek develer karara bağlandı. Irak ordusunun
yeniden yapılanması için harcanması öngörülen 75 milyar doların kimin cebine
gireceğini anlamak için çok akıllı olmak gerekmiyor. Birbirinden uzak duran ve
aralarında pek çok sorun üreten Kürtler, birbirlerine yakınlaştırıldı. KDP ve
KYB terör listelerinden çıkarıldı. PKK’ya büyük sempati ve meşruiyet
kazandırıldı. PKK’nın elinde artık zırhlı ve tırtıllı silah sistemleri bile
var. Hatta son dönemde yeni nesil güdümlü tanksavar ve uçaksavar füze
sistemlerine eriştiği söyleniyor. Artık bunları da kimseye karşı kullanmaz!
PKK’lılar sokak çatışması ve meskûn mahallerde muharebe konularında artık hiç
de fena değiller… Canım ülkem bir şey avuçladı, ama daha ne avuçladığından
haberi bile yok[9].

DAEŞ-IŞİD’i Kimin Kurduğuna Dair Görüşler:

Burada da ortalık toz duman! Görüşlere
bakılırsa, IŞİD’in arkasında olmayan devlet, IŞİD’i kurmayan istihbarat servisi
yok gibi! Okların çoğu Amerika’yı, İran’ı, İsrail’i, Batı dünyasını ve Arap
ülkelerini gösteriyor. Görüşlerin bir kısmını sıralayalım: Gizli belgeleri sızdırdığı için
Rusya’ya sığınan C1A ve NSA eski çalışanı Edward Snowden, “İŞİ D’in ajan
devlet olduğunu; arkasında ABD, İngiltere ve israil istihbaratlarının
bulunduğunu; Ortadoğu’da denge ve tehdit unsuru olarak ABD, İngiltere ve İsrail’e
hizmet etmesinin planlandığını” ileri sürüyor. Snovvden’c göre: “ABD,
ingiltere ve israil istihbaratları, dünyadaki bütiın terörü “eşek arısı
yuvası’ adlı bir stratejiyle bir araya getirmeye çalışıyor. Bu üç ülke.
böylelikle dünyanın herhangi bir noktasında ajanları tarafından yönetilen bir
terör örgütü sayesinde hem enerji kaynaklarına ulaşmayı, hem de bölgelerdeki
siyasi boşlukları doldurmayı hedefliyor. Maksat, karışıklık çıkarmak ve
İsrail’i korumak… İsrail’e karşı olan gruplar kendi içlerinde savaştırılıyor.”
İran’ın ilk kadın Cumhurbaşkanı Yardımcısı Masume Ebtekar, “ABD ve CIA’yi,
IŞlD’i ortaya çıkaran güç olmak”la suçluyor.
Sudan Cumhurbaşkanı
Ömer El Beşir, Euronews’e Şubat 2015’te verdiği bir demeçte, “IŞİD
ve Boko Haram’ın arkasında CIA ve MOSSAD’ın olduğunu… Bu tür vahşetleri bir
Müslüman’ın işleyemeyeceğini…” söylüyor. Fidel Castro da benzer
görüşte… “IŞİD’in arkasında İsrail ve bazı Amerikan unsurlarının
olduğunu” düşünüyor. İran’ın istihbarat eski bakanı Haydar Müslihi ise
yelpazeyi biraz daha genişletiyor. Ona göre: “IŞİD’i, CIA ile birlikte
MOSSAD ve MI-6 kurdu.”
Diğer bir görüşe bakarsak; “IŞİD, ABD
başta olmak üzere Batı’nın Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmek amacıyla kurduğu
bir terör örgütü… IŞlD’i yönlendirerek, manivela olarak kullanarak, bahane
ederek, Ortadoğu’daki ülkeleri parçalamaya ve başta Büyük Kürdistan olmak
üzere, güdümlü yeni devletler kurmaya çalışıyor.
Amerikalı emekli
General Wesley Clark, durumu sürmekte olan stratejik bir çatışmanın parçası
olarak görüyor: “Müttefiklerimiz Hizbullah’ı yok etmek için IŞİD’i
destekliyor.” Clark’a göre sorun, tek başına radikal İslam değil. Radikal
İslam stratejik amaçlarla kullanılıyor. “ABD, Afganistan’da Sovyetlere
karşı savaşırken radikal İslam’ı kullandı. Suudilere para koymaları için
yalvardık. Onlar da koydular,” diyor.
Cihat’ın Dönüşü:
IŞİD ve Yeni Sünni Ayaklanması
(The jihadis Return: ISIS and the New
Sunni Uprising) kitabının yazarı ve deneyimli gazeteci Patrick Cockburn,
“Suudi Arabistan’ın Kuzey Irak’ı kontrolüne alması için IŞİD’e yardım
ettiğini” iddia ediyor. Cockburn iddiasına, İngiliz istihbarat
kaynaklarını referans gösteriyor ve Suudi planının on yıl öncesine dayandığını
söylüyor
[10].

Maliki de benzer görüşte… Irak Başbakanı
iken verdiği bir demeçte, “Suudilerin IŞİD’i desteklediğini ve soykırım
işlediklerini…” iddia ediyor. Obama ise IŞİD’in yükselişiyle ilgili,
“Diktatörlük, mezhepçilik, Arap ve Müslümanların yabancılaştırılması ve
marjinalleştirilmesi…” fikrini üretiyor. Suriye Ulusal Koalisyonu eski
başkanı Ahmet Carba, “IŞİD’in yükselişinin arkasında iran’ın
olduğu…” noktasında ısrarcı… Bazı gözlemci ve analistler,
“IŞİD’in arkasında İran Devrim Muha-fızları’na bağlı Kudüs Tugaylarının
olabileceğini…” ifade ediyor. Siyasi analist Prof. Dr. Abdulaziz Fevzan,
“IŞİD’in, Iran ve Suriye istihbaratı tarafından kurdurulduğunu” öne
sürerek, “IŞİD, Suriye devrimini başarısız kılmak için, bu iki ülke
tarafından özellikle desteklendiğini; İrak’ta da Maliki karşıtı direnişte,
kendilerini medya aracılığıyla ön plana çıkararak, Maliki’nin elini
güçlendirdiğini…” söylüyor. Bazıları ise, “IŞİD, Amerikan işgaliyle
ve sonrasında kurulan Maliki hükümetleri döneminde devlet tarafından sistemden
dışlanan ve ezilen Sünni-Arapların tepkisini dile getiren Selefı-Vehhabi çizgide
bir örgü