Irkçılık Nedir, Irkçı Kimdir?

131

 

Son günlerde siyasî iktidarın bazı sözcüleri her ağızlarını açtıklarında birilerini ırkçılıkla itham ediyor. Ağır ifadelerle sataşıyorlar. Bu felsefesiz, içeriksiz ve yakışıksız dil ağır bir cevabı hak ediyor. Fakat böyle bir dil, milli ve dini terbiyemizi aşmaktadır. Bu nedenle, birkaç ön açıklama yapıp, kimin ırkçı olduğunu göstereceğim.

Kelime olarak ırk; esas ve kök manasına gelir, dilimizde cins manasında kullanılır. Batı dillerinde ırk (race) kelimesi muayyen bir hayvanın yapısal özellikler bakımından diğer hayvanlardan farklı oluşunu ifade eder. Yani biyolojik bir terimdir, anatomik tipleri anlatır. “İyi cins’ tanımı hayvanlar için geçerlidir. İnsan için böyle bir ifade kullanılamaz. İnsan ırklarını tasnif için antropologların deri rengini ve kafatasını esas almış olmaları meseleyi fizikî bir hususiyete bağladıklarını gösterir. Zaten “ırklar ağırlıklı olarak biyolojik terimler arasında yer alır. Deri rengi, boy ve farazî olarak kabul edilmiş genetik ayrımlar gibi fenotipik ayrımlar üzerine belirli bir vurguyla tartışılır.’

Irkçılık ise bir ideoloji ve davranış biçimi olarak milletten daha çok ırkla ilgili bir yaklaşımdır. Irkçılık, milliyetçiliğin aşırı türleri içinde yer alır. Milliyetçiliğe yönelik eleştirilerin ve tepkilerin önüne ve arkasına ırkçılığın yerleştirilmesinin nedeni budur. İnsan bedenine gönderme yapan bu kelime nefsi vahide olan insanı ifade edemez. İnsanı ırkla tanımlamak onu nesneleştirmektir. Benedict Anderson’un milliyetçilikle ırkçılık arasında kurulan bağ üzerine yaptığı değerlendirme çarpıcıdır: “Milliyetçilik, tarihî mukadderatın terimleriyle düşünür. Oysa ırkçılık, zamanın başlangıcından bu yana iğrenç bir çiftleşmeler dizisiyle aktarılan ebedî bulaşıklıklar rüyası görür. Irkçılık rüyalarının kökenleri millet değil, sınıf ideolojilerinde, en çok da yöneticilerin kutsallık “mavi” ya da “beyaz” kan iddialarında, aristokratlar içi üremelerde yatar. O hâlde modern ırkçılığın farazî aile babası, bir küçük burjuva milliyetçisi değil, kendilerini kutsal ve imtiyazlı gören yöneticilerin ve aristokratların imalatıdır.” Bu değerlendirme siyasî anlamda ırkçılıkla-iktidar biçimleri arasında bir yakınlığın olduğunu gösterir.

Irkçılık insanı bir beden / fizikî şekil gördüğü için ahlak dışıdır. Türk milliyetçiliğinin iki teorisyeni ırkçılığın birlikteyaşama, millet olma ruhundan uzak düşmek ve ahlaksızlık olduğunu vurgular. Rahmetli Ziya Gökalp farklı dini-politik hareketlerin millet kavramına yükledikleri anlamları tahlil ettikten sonra şöyle der: “Her insan kanları aynı olan insanlardan çok dilde ve dinde ortak olduğu insanlarla birlikte yaşamak ister. Çünkü insan oluşumuzun özelliği bedenimizde değil, ruhumuzdadır. İnsan için manevî yapı, maddî yapıdan önce gelir. Bu yüzden milliyette şecere aranmaz. Yalnız eğitimin ve ülkünün / mefkûrenin milli olması aranır.” Rahmetli Erol Güngör ise ırkçılığın ahlaksızlık olduğunu şu ifadelerle dile getirir: “Eğer soyaçekim bizim ahlakımızın temelini teşkil ediyorsa o zaman insan neslini tıpkı cins atların yetiştirilmesinde olduğu gibi fizikî ve fizyolojik bakımlardan ıslah etmek gerekir. Eğer ahlakî şahsiyetimiz doğuştan gelmiyor da, sonradan içinde yaşadığımız toplumda kazanıyorsak, o zaman da eğitim yoluyla gençlere istediğimiz şekilde bir ahlak aşılamak mümkündür.” Yani insanın bedeni, fizikî özellikleri; işlevsel bir değere sahiptir. Oysa insan benliğini oluşturan unsur kültürdür. İnsan benliği değerlerin eğitimi yoluyla şekillenir. Eğer bunun aksi söz konusu olsa herhangi bir değerlendirme durumunda insanın bedenini temel almamız gerekir.”

Her iki milliyetçi düşünüre göre “ırk kavramı, zoolojik bir mefhumdur. İyi cins hayvanı seçmek için kullanılır. Bu da ancak hayvan pazarında geçerlidir. İnsanı bir beden ve fizikî şekilden ibaret görmek “insanı nesneleştirmek” olduğu için ahlak dışıdır. Her millet tarih sahnesine etnik bir mahreçle çıkar. Fakat bu etnik köken genişledikçe milletleşir, sosyo-psikolojik ve hukukî boyut kazanır.

Felsefeden ve sosyal-psikolojiden habersiz kişiler ırkçılığı “etnik duruma” gönderme yapmaktan ibaret sanıyor. Bu ırkçılığın sadece bir türüdür. Irkçılığın, dolayısıyla ahlaksızlığın alanını daraltarak kendine alan açmak isteyen kesimlerin son dönemde başvurdukları bu okuma biçimi kelimenin tam anlamıyla bir çarpıtmadır. Irkçılık söylemi iktidar ve iktidar alanlarıyla içiçedir. Farklı unsurlar içerir ve farklı tutumları barındırır. Bunlardan bir kaçını sırlayarak siyasi iktidarın sözcülerine kimin ırkçı olduğunu hatırlatalım.

BİR: Irkçılık; bir yöneticinin ve seçkinci sınıfın öteki üreterek insanın bedenini siyasi hâkimiyetinin malzemesi yapmasıdır. “Biz ve onlar” ayrımı üzerinden bütün iktidar alanlarını kendi amaçlarına uygun olarak tanzim edenler ırkçıdırlar.

İKİ: Her şeyi en iyi kendisinin iyi bildiğini ve kendi düşüncesinin dışında söylenen her şeyin saçma olduğunu dile getiren ve bunu ideolojik üstünlük olarak sunan bir anlayış ırkçıdır. Çünkü böyle bir anlayışa sahip olan dini-politik yapı farklı bir görüşe açık değildir. Bu tutum başkasına savaş açmaktır: Farklı düşüneni ve muhalifi iktidarın belirlediği iradeye uymaya zorlamak dolaylı ve etkin şiddet biçimidir. Bu yönüyle ilk ırkçı şeytandır. Her durumda herkesi ayartmaya çalışır. Bu bağlamda herkesi belli bir görüşü kabul etmeye zorlamak, bu olmazsa içeri tıkmak ırkçılıktır.

ÜÇ: Millet, insanlığın birlikte yaşama tecrübesinin bir ürünüdür. Millet, sosyo-psikolojik ve hukukî esaslara dayanır. Milleti sosyo-psikolojik ve hukukî esasların dışına taşıyarak kabileler oluşturma girişimi ırkçılıktır. Sosyo-psikolojik ve hukukî esaslara dayalı Türk Milleti yerine her ağzını açtığında kabile isimleri sayanlar saf ırkçıdırlar.

DÖRT: Birlikte yaşamanın ve birbirine güven duymanın teminatı olan hukuku imtiyaz alanı haline getirmek ırkçılıktır. Muhalifleri mahkûm etmek, taraftarları korumak üzerine kurulan bir hukuk anlayışı imtiyaz alanı oluşturmaktır. Her imtiyaz alanı bir seçkinciliğe gönderme yapar ki siyaset felsefesinde bunun adı ırkçılıktır.

Başkalarını ırkçılıkla itham eden iktidar sözcüleri sadece şu tabloya baktıklarında kendi resimlerini görürler. Bir ağacın cinsini gösteren meyvesidir. Ne dediğinize değil, ne yaptığınıza bakın. CNN TV’de 375 gün içeri tıkılan bir gazetecinin / Nedim Şener’in gözyaşlarına şahit oldum. Bu tablo siyasî pratiğin cinsiyetini çok iyi anlatıyor. Oraya buraya sataşana kadar bir etrafınıza bakın. Bir kez daha düşünün. İktidarı kaybettiğiniz de “size iyi yaptığınızı söyleyen hiç kimse yanınızda kalmayacaktır.”