İpe Asılan Yüreğim

138

Gecenin karanlığı düşmüş, sessizlik ve annemin gözyaşları. O
gün akşam babam yine eve gelmedi. Ben beş yaşımdaydım. Küçük kardeşim dört
yaşında… Tarhana çorbasına ekmeğimizi doğrayıp yedik. Sofrayı kaldırdıktan
sonra ben kardeşimi uyuttum, usulca yanına kıvrıldım. Annem “Kalk Sevil’im,
babanı aramaya gideceğiz,” dedi. Hemen kalktım. “Anne gece karanlıktan korkarız
nasıl gideceğiz,” dedim. “Korkma iki sokak ötede. Yaz günü insanlar
dışarıdalar” dedi.

Çoraplarımı elime aldım, gece karanlığında düştük yola.
Çoraplarımı giyemedim elimde kaldı. Bursa’nın dar sokaklarını dolaşarak bir
kapının önünde durduk. Annem zile bastı, bir kadın çıktı,

Annem:

-“Bu evde kiracınız var mı?” diye sordu.

Kadın:

-“Evet, yeni bir kiracım var, astsubay, yeni evliymiş,”
dedi.

Annem bu sözleri duyunca ağlamaya başladı, o benim kocam
diyebildi sadece. “Ev hangisi?” dedi annem. Kadın “işte burası” diye zile
basıverdi. Kapıyı babam açtı, beni ve annemi karşısında görünce şaşırdı. “Siz
beni nasıl buldunuz?” dedi. Ben içeriye girdim, olanlar sanki bir film gibiydi
ben de seyirci… Yerde kola, soda şişeleri, konserve kutuları ve karşımda
gecelikle o kadın… Bir yandan tartışmalar, bir yandan annemin gözyaşları,
elimde hâlâ giyemediğim çorabım ve içime düşen acı çocuk aklıma büyük gelmişti.
Ömrümün sonuna kadar bana iz bırakan bir geceydi. O geceyi hiç unutmadım. İşte
o gün gece ben sadece çorabımı kaybetmedim; babamı, aile ocağımı,
oyuncaklarımı, çikolatamı kaybettim.

O günden sonra ben her şeye olan inancımı kaybettim,
güvenmeyi kaybettim, çaresizliği öğrendim, aç kalmayı, açıkta kalmayı öğrendim,
o günden bu güne kırk yıl geçmişse de ben neden doğduğumu öğrenemedim.
Sorgularım ne hayatla bitti ne kendimle. Bazen diyorum ki kader alnımıza böyle
yazmış, belki de astsubay kızı olarak büyüseydim, şımarık olsaydım, ekmeğin
fiyatını bilmeseydim, hayata hazır olmadan mı büyürdüm, yoksa böyle zor
yaşayıp, ayaklarım yere sağlam basarak, her bir şeyin farkına vararak mı
yaşamak iyiydi, bilmiyorum ki…

Birini yaşarken diğerini sorgulayamam ki! Bildiğim tek doğru
annemin bize dürüstlüğü, insan olmayı, yalan söylememeyi, helâli, haramı en
önemlisi kanaatkâr olmayı öğrettiği gerçeğiydi. Babam biraz daha ileri giderek,
o kadını evimize getirdi, üstelik kadın hamileydi. Annem de hamileydi. Babam
sizin halanız dedi bize. Kardeşimin aklı ermiyordu da ben babamın bana yalan
söylediğini biliyordum. O kadın yukarıda, biz aşağıda oturmaya başladık. Annem,
çilekeş annem sevdiği insanı başka bir kadınla paylaşacak kadar asildi ama
yüreğine düşen acıyı da bana sarılarak gidermeye çalışıyordu. Annem babama bu
böyle olmaz, tayinini iste gidelim buralardan dediyse de babam kabul etmedi,
evde hiç de hoş olmayan günler yaşadık. Bir keresinde babam beni kucağına alıp
severken o kadın kıyameti kopardı. Mademki senin eşin, çocukların vardı beni
niye getirdin, dedi. Babam sen de benim evli olduğumu biliyordun neden geldin
dedi. Bu kısır döngü ve seviyesiz tartışmalar beş yaşımdaki aklıma hep büyük
gelmişti. Beklenen gün de yaklaşıyordu. Hem annem hem o kadın bebek bekliyordu.
Evde ciddi kavgalar oluyordu, sonunda annemin canı yanıyordu. O haliyle askeri
hastanede en küçük kardeşimi dünyaya getirdi. Doktorlar annemin yediği dayaktan
bebeğinde bazı yerlerin mor olduğunu söylemişti ama annem babamı utandırmamak
için düştüm demişti.

 

Önceki İçerikHalkımız ne Kadar Dürüst?
Sonraki İçerikKur’ân-ı Kerîm’de İnsan Hakları