İnsanlar rûh ve cesetten, kelimeler de harflerden ve delâlet ettikleri mânâlardan ibârettir.
Zâhir / görünen ve bâtın / görünmeyen vasıflarıyla mükemmellik arz eden fertlerden müteşekkil / meydana gelen bir cemiyet ve toplum, keyfiyet ve nitelik îtibâriyle nasıl bir sağlamlık arz ederse, bünye ve mefhûm / kavram nokta-i nazarından târihî seyrinde, tabiî istihâleler / değişimler geçirerek bizlere vâsıl olmuş / ulaşmış kelimelerden müteşekkil / teşkil edilmiş bir lisân / dil de, o nispette canlılık, istikrar ve devamlılık arz ediyor demektir.
Hey’et-i umûmiyesi yâni çoğu sağlam fertlerden teşekkül eden bir millet terakkî ve gelişmeye nasıl namzet ve adaysa, târihî istihâle, başkalaşma ve gelişme seyrini tabiî bir tarzda tamâmlayan kelimelerden müteşekkil / oluşan bir lisân da, o nispette milleti ihyâ eder, diriltir, kendine getirir ve yükseltir.
Velhâsıl, insânlarla kelimeler, tâkip ettikleri târihî seyr îcâbı aynı mukadderât ve kaderi paylaşırlar.
Çünkü her ikisi de tâm bir hayâtiyet arz eder. Her ikisi de mâhiyet ve içerik îtibâriyle, kökü mâzide yâni geçmişte olan âti, istikbâl ve gelecektirler.
Gerçi her ikisi de bugün için, mâziyle bir irtibat ve bağları kalmamış zehâb ve düşüncesini uyandırırlarsa da, her ikisi de mâziden gelmişlerdir, istikbâle müteveccih ve yöneliktirler.
Her ikisi de, belki hayâtiyetlerini hitâma / sona erdirmiş veya asra vedâ etmek üzeredirler. Bununla berâber her ikisi de arkada birer halef / ardıl bırakırlar.
Her biri önce “halef” / “sonraki”, sonra “selef” / “önceki”mâhiyetine bürünmek mecbûriyetini ilânihâye / sonsuza kadar devâm ettirirler.
İşte bu silsile her zamân, daha bir taze, daha bir canlılık hüviyetine bürünür.
X
Fertler; milletlerin yapı taşı, kelimeler de; lisânın asıl unsuru, yegâne / tek harcıdır.
Fert ve bireye müteveccih / yönelik her kasıt, aynen millete yapılmış gibidir.
Kelimeleri hedef tutan her menfî hattıhareket ve tutum tarzı ise, aynen lisânın kalbgâhına / merkezine müteveccih / yönelik bir sûikast / kötü bir kasıttır.
Fert ve bireye sâhip ve mâlik çıkmak, aynen millete sâhip çıkmak, mâlik olmaktır.
Kelimelerimize sâhip ve mâlik çıkmak ise, aynen lisânımıza sâhip ve mâlik çıkmak demektir.
Milletin yapı taşları hükmünde addedilen / sayılan fert’e karşı gösterilen alâka ve ilgi nispeti nasıl bir ehemmiyeti mûcipse / önemi varsa, lisânın teker teker binâsını teşkîl eden kelimeler de aynen fert’e gösterilmesi gereken alâkaya fazlasıyla muhtaçtır. Hiç ihmâle gelmez.
Zirâ milletin en büyük râbıta unsuru / bağı lisândır. Lisânı haleldâr ve rahnedâr olmuş / bozulmuş millet fertleri arasındaki râbıta ve bağ zayıf ve gevşektir.
Bu aksaklık bilhassa / özellikle milletin, her zamândan çok yekvücût ve yekpâre bir mâhiyet ve içerik arz etmesi istendiği bir sırada zuhûr eder / meydana gelir. Heyhât, fakat ne hazin ve yazık ki artık çok geç kalınmıştır.
X
Azîz Millet Evlâdı!
Lisânına behemehâl / bir ân evvel sarılmalısın. Çünkü varlığın, mevcûdiyetin onunla kaaim / mümkün. Rûhunun gıdası onun dağarcığındaki asır – dîde / asırlık mefhûm ve kavramların
456
hayât bahşedici eczâsında / cüz ve parçalarında mündemiç ve içkindir.
Her biri, asırların ötesinden bir mânâ nüvesini / özünü bizlere kadar ulaştırarak, hâlde mâzînin müspet – menfî / olumlu – olumsuz râyiha ve kokusunu yeniden teneffüs imkânını verir.
Belki kelimeler teker teker bekaamızın birer têmînâtı, mevcûdiyetimizin yegâne temel
taşıdır. Çünkü onların her biri, ecdâttan ahfâda / dededen toruna, cân bahşedici taze bahâr nefhaları / esintileri saçar.
Bir ecnebî âlim: “Bizi idâre edenler, dirilerden ziyâde, ölülerdir.” Der. Öyleyse ölülerimizin dilinden anlamak en başta gelen millî bir vazîfe / görev olmuyor mu?
Atalarımızın bizlere vedîası / emaneti hükmünde olan en kıymetli hazîne lisânımız üzerine, himâye kanatlarımızı germemiz iktizâ etmez / gerekmez mi?
Mütemâdiyen / devâmlı olarak “terakkî” / “yükseliş” avâze ve seslerinin ayyûka / göğe çıktığı şu günlerde en mühim mes’ele, hedefin tâyini değil midir?
Kaldı ki, “Nereye gittiğini bilenler, ancak nereden geldiklerini bilenlerdir.” Nereden gelişimizin târihî seyri ise kelime haznemizi teşkil eden her bir kelimenin dağarcığında saklıdır.
Binâenaleyh, hüviyetimizin birer vesîka ve belgesi hükmünde olarak bizlere vedîa / emânet edilmiş kelimelere evleviyetle / öncelikle sarılmanın, kadirşinâslıktan / değerbilirlikten de öte bir mecbûriyet ve zorunluluk olduğunu hâlâ idrâk etmeyecek miyiz?
X
Efendiler, âgâh olunuz / uyanınız!
Hangi tâviz, vereni salâha / sulh ve sükûna kavuşturmuş, ihyâ etmiştir?
Milletlerin izmihlâline / yıkılışına bir nazar atfedecek / göz atacak olursak, onların hâk ile yeksân / yerle bir oluşlarında en büyük dahli, TÂVİZ İLLETİ’nde görmemek kaabil ve mümkün müdür?
Tâviz en büyük kumardır. Vereni er geç yer bitirir.
457