‘İNSANLAR KONUŞA KONUŞA…’ isimli kitabın yazarı Yrd. Doç. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN ile AİLE üzerine söyleşi:
‘Aile bağlarındaki gevşemenin sonrasında, çatırdayan toplum yapımızı görmeliyiz.’ Diyen Dr. Doğan; kalabalıklara, feryat edercesine sesleniyor: ‘Akıl bulutlarını üzerinize, çile heybenizi sırtınıza alınız ve yuvanızı dağıtmayınız!’ GİRİŞ Aile kelimesi günlük dilde çok değişik kavramları ve grupları tanımlamak için de kullanılır. Mesela; ‘Ayşe, iyi bir aile kızıdır’ denildiğinde, Ayşe’nin ahlaken mazbut, eli ev işlerine yatkın, büyüklerine saygılı olmak gibi meziyetlere sahip olduğu anlaşılır. Bir başkası; ‘Benim ailem Adana’dan gelmiş’ dediği zaman, annesiyle babasının, hatta belki de dedelerinin Adana’da yaşamış olduğu düşünülür. ‘Bu bir aile toplantısıdır.’ denildiğinde, o toplantıda yalnızca akrabaların bulunacağı anlaşılır. Bunlar; babalar, anneler, kardeşler, amcalar, dayılar, teyzeler, halalar, yeğenler ve evlilik bağıyla aileye katılmış kişilerdir. Bütün bunlar bize, aile kavramının her zaman evliliğe veya ortak atalara dayalı ilişkileri kapsadığını göstermektedir. Çağdaş toplumlarda, yeni evlenen çiftler genellikle baba evinden ayrılarak yeni bir evde yaşamaya başlarlar. Oysa bundan yüz, iki yüz yıl önce yeni evliler, evlenen erkeğin veya bayanın ailesinin yanında otururlardı. Anne, baba, kızlar, damatlar, oğullar, gelinler ve torunların aynı çatı altında yaşadığı böyle ailelere ‘geniş aile’ deniyordu. Bu gelenek, tarıma dayalı klasik aile yapısını koruyan birçok toplumda bugün de devam etmektedir. Sanayileşmiş çağdaş toplumlarda, özellikle şehirlerde geniş aileler yerini giderek küçük ailelere bırakmıştır. Anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan bu küçük ailelere çekirdek aile denir. Çekirdek aile, yalnız birey sayısıyla değil yapısıyla da geniş aileden çok farklıdır. Çekirdek aile, şehirlerdeki hayat ve üretim şartlarına bağlı olarak doğmuştur. Köylük kesimde aile, çoğu defa bütün bireylerin birlikte çalışıp birlikte ürettikleri ekonomik bir birimdir. Ama aile şehirlerde bu özelliğini kaybeder. Aile bireyleri, üretimin aile dışında yapılmasından dolayı, ev dışında çalışarak bağımsız hale gelirler. Bu durum, geniş ailedeki katı alt-üst ilişkilerini ortadan kaldırır ve ailede daha eşitlikçi ilişkilerin oluşmasını sağlar. Çocukların bilgi ve beceri edinmelerini, toplumla bütünleşmelerini sağlama işlevini üstlenen aile, bireyin geleceğinin bir parçasıdır. Aile bağlarının zayıf olduğu toplumlarda insanların huzuru ve ruh sağlıkları problemli bir hal alır. Aile kavramı, dünyanın her tarafında ekonomik, sosyal kültürel sebeplerle, aile fertlerinin değişik sebeplerle ayrı şehirlerde ve ülkelerde yaşamak mecburiyetinde kalması gibi etkenlerle giderek önemini kaybetmektedir. Halbuki aile, bir milletin temelini teşkil eder. Aile müessesesindeki zaaf ve çöküntü, milletlerin çöküntüsüne yol açar. Güçlü milletler, ancak güçlü, birbirine bağlı birbirlerini seven ve destekleyen ailelerin varlığı ile sağlanabilir. Aile haftası bu oluşumu sağlamak maksadıyla ihdas edilmiştir. Şüphesiz senenin bir günü ile bu oluşumu sağlamak mümkün olmayabilir. Hafta boyu gerçekleştirilen etkinliklerle kavramın anlatılması ve aile şuurunun giderek güçlenmesi ve bu şuurun kalıcılığının sağlanması hedeflenmektedir. Ana-Baba-Çocuk Eğitimi uzmanı, Yıldız Teknik Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Süleyman Doğan, arkadaşı ve meslektaşı Doç. Dr. Candemir Doğan ile; ‘İnsanlar Konuşa Konuşa’ isimli bir kitap yayınladı. Kitabın alt başlığı: ‘Aile İçi İletişim, Aile Sosyolojisi, Eğitim ve Başarı’ Kitap okuyucuyu, ‘Ailede Sevgi Eğitimi’ hakkında bilgilendiriyor. Ülkemizde 10-16 Ekim arasındaki günler; Aile Haftası olarak değerlendiriliyor. Bu sebeple; Yrd. Doç. Dr. Süleyman Doğan ile ‘Aile’ üzerine engin ve derin bir söyleşi yaptık. İki bölüm hâlinde yayınlanacak olan bu sohbeti zevkle okuyacağınıza inanıyorum. Umulur ki verilen bilgiler, daha sağlıklı bir toplum yapısına sâhip olmamıza katkıda bulunur. İyi okumalar. OĞUZ ÇETİNOĞLU
Oğuz Çetinoğlu: ‘İnsanlar Konuşa Konuşa’ isimli kitabınızın tanıtımıyla başlayalım isterseniz. Yrd. Doç. Dr. Süleyman Doğan: Arkadaşım Doç. Dr. Candemir Doğan ile birlikte kafa kafaya verdik, uzun ve yorucu çalışmanız neticesinde; İnsanlar Konuşa Konuşa (Aile İçi İletişim, Aile Sosyolojisi, Eğitim ve Başarı) isimli kitabı hazırladık. Uzun ve yorucu bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkan eser özellikle bayanların aile içi iletişimine katkı sağlayacak nitelikte. Gelişmiş bir iletişim becerim olsun ve sağlıklı iletişim kurayım ve mutlu olayım diyenler… Kendisine verilen dilin bir mucize olduğuna inanan ve onu insanlara karşı doğru, etkili ve yerinde kullanmak isteyenler.. Bu kitap, ister erkek ister kadın olsun, hayatın herhangi bir kesiminde, herhangi bir yaşta, bir ailenin üyesi olarak sorumluluklarını bilmek isteyen herkesin el kitabıdır. İletişim, aile ve mutluluk problemlerinin ortaya çıkmasını önlemek isteyen, çıkan problemleri en etkili yöntemlerle çözerek mutlu olmak isteyenlerin kılavuzudur. Çetinoğlu: ‘Aile’ kavramını nasıl târif ediyorsunuz? Doğan: Aile; korunma, barınma, güçlenme, başarılı olma, sevinme, mutlu olma gibi insanlığın bütün ihtiyaçlarının ittifakla en kuvvetli ifade edildiği bir kurumdur. İnsan sosyal bir varlık olduğundan yalnız başına düğün yapamaz, matem tutamaz, başarının zirvesine çıkması için mutlu bir aile hayatına ihtiyacı vardır. Mutlu bir aile hayatının anahtarı da sağlıklı bir iletişimdir. Ailede problemlerini çıkmadan önleyecek olan iksir, hoşgörülü iletişimdir. Hatta istenmeyerek ortaya çıkan problemleri büyümeden önleyecek olan da yine hoşgörülü iletişimdir. Çünkü hoşgörülü iletişim, işlem alanı olarak fizikî etki alanının, bilginin kontrol ederek denetlediği aklın etki alanının da çok ötelerine giderek, insanın fiziken ve aklen birlikte kaynaşmasını sağlar. Yani hoşgörülü iletişim üçboyutlu bir terbiye verir. Hoşgörülü iletişim, sağlıklı bireyin doğal davranışı ve aile içi ilişkilerin temelidir. İnsanın kendisine güvenini, saygısını, sevgisini çevresiyle paylaşarak kendisiyle barışıklığının tekrar kendisine katlanarak fazlasıyla dönmesini sağlayan sosyal bir bağlaşım tertibatıdır. Aileyi sevginin kaynağı ve bereketine boğmanın tek yolu ve hoşgörülü iletişimi hayat prensibi haline getirmektir. İnsanoğlu dünyaya geldiği andan itibaren çevreyle sürekli iletişim ve etkileşim içine girer. Kişiliğimizi iletişim alışkanlıklarımızla ve çabamızla ortaya koyarız. İletişim; bilgilerin düşüncelerin ve duyguların sözlü ve sözsüz olarak bireyden bireye veya gruptan gruba aktarılma, iletilme sürecidir. İletişimin sağlıklı olabilmesi için alıcı ve kaynağın birbirine güven duyması gerekir. İletişim süreci, kimin, neyi, kime, nasıl ve ne ile söylediğidir. İki insan birbirinin farkına vardığı andan itibaren iletişim başlar. Söylediği söylemediği yaptığı yapmadığı her şeyin anlamı vardır. Yüz ifadesinin beden duruşunun, sesin, bakışın anlamı vardır. İnsan ilişkilerinde birey beş temel ilişki ihtiyacını karşılamak ister. Bu ihtiyaçlar, önemsenme, kabul edilme, değerli görünme, yeterli görünme ve sevilmedir. Aile içinde anne ve babanın kişilik yapısı, çocuğun kişiliğini şekillendirir. Ailenin vereceği iyi bir eğitim çocuğuyla kurduğu sağlıklı iletişim becerilerini kullanmasına bağlıdır. Bu sağlıklı iletişimi çocukla kurabilmek için önce onu tanımak ve onun temel ihtiyaçlarına saygı duymak gerekir. Sıkıntılarına-problemlerine çözüm bulma, etkin dinleme ve çocukların benliğine saygı duyma gibi temel iletişim becerileri ile çocuklara daha olumlu yaklaşabiliriz. Çocukları tanımada ve anlamada en önemli yollardan biri de faydalı kitaplarla birlikte çocuk ve anne-baba arasındaki etkili iletişim köprüsünü doğru kurmaktan geçer. Çetinoğlu: Etkili iletişim, eğitimli insanların ulaşacağı başarıdır. Ülkemizde bu konudaki eğitim ne durumdadır? Doğan: Aile, özellikle hayatın ilk yıllarında çocuğun gelişimini destekleyen en önemli kurumdur. Araştırmalar ailenin çocuk yetiştirme tutumunun gelişim üzerindeki etkilerini ortaya koymaktadır. Erken yaşta annelere ve çocuklarına sağlanan desteğin onlar üzerinde olumlu etkileri olduğu belirtilmektedir. İnsanın kişiliğini kazanmasına, hayata hazırlanmasına en çok tesir eden çevrelerin başında aile ocağı gelir. İnsanın ömrü boyunca en çok etkisi altında kaldığı bu aile çevresi, insanî ilişkilerin başladığı ilk iletişim alanıdır. Aile ocağında ilişkiler uyum içersinde sürdürülüyorsa orada çocuklar huzurlu ve mutludur. Ana-baba okulu veya ana-baba eğitimi şeklinde çalışmalar batıya nispeten ülkemizde çok eski değildir. Fransa’da 1929, ABD’de 1880’li yıllarda başlatılan Ana-Baba Okulları, öğüt vermek yerine ana-babaların şahsî çabalarını uyandıran, onlara rehberlik eden ve dayanışma duygusunu kazandıran birer kurum niteliğinde ortaya çıkmıştır. Ülkemizde Ana-Baba Okulu çalışması 1962-1963 yıllarında merhum Ord. Prof. Dr. İhsan Şükrü Aksel’in Akıl Hıfzıssıhhası Cemiyeti Başkanı olarak, Mediko-Sosyal ve Askerî Tıbbiye’de uygulamaya koyduğu anne-babalara haftalık sohbet toplantılarıyla başlamıştır. Yine ülkemizde sistemli ve programlı bir Ana-Baba Okulu modeliyse İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü tarafından 1989 yılı başından itibaren gerçekleştirilmiştir. Verilen bu seminerler daha sonra Prof. Dr. Haluk Yavuzer’in editörlüğünde, Remzi Kitabevi tarafından “Ana-Baba Okulu” adıyla kitaplaştırılmıştır. Bizim “Ana-Baba-Çocuk Eğitimi” (ABÇE) ismiyle ortaya koyduğumuz eser bu alanda yazılmış belki de en geniş kapsamlı kitaptır. Çetinoğlu: Gazetelerde cinnet, karı-koca, töre, kıskançlık, anne-baba-evlat cinayetleri haberlerinden geçilmiyor. Buna birde televizyonlarda yer alan ve insanlarımızın büyük bölümünün rağbet ettiği ‘aile cinayetleri, boşanma hikâyeleri’ üzerine düzenlenmiş programları ekleyin. Bütün bu curcuna ve yozlaşma içerisinde ‘aile kutsaldır’ inancının geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Doğan: Efendim! Her şeyden önce aile gelecek neslin devamını sağlayan en önemli kurumdur. Aile çatısını; bir mahremiyet ocağı, mukaddes çatı olarak biliriz… Biliriz ki, o çatı korundukça ve yüceldikçe onunla birlikte, millet te yücelmiştir. İlk sadakat yeminimiz oradadır. Oradadır, sevdayı hicapla tanımlayan ruh ve gönül güzelliği… Oradadır, ilk dersimiz… İlk sözümüz, ilk hukukumuz, bütün ilklerle edebimiz, adabımız, irfanımız, şecaatimiz oradadır… Oradadır, aynaya düşen ilk resmimiz… Hayata mana veren; ilk ilmikler, şekil bulan ilk örgüler, desenler, çizgiler, bir kilim gibi uzanır, gider… Çetinoğlu: Çocuğun yetişmesinde ailenin etkisi çok önemli olmalı… Doğan: Çocuğun yetişmesinde ailenin etkisi hakkında söylenecekler bitmez. Özellikle çocuk eğitiminde ailenin önemi ve sorumlulukları son derece önemlidir. Gerek çocukluğun ilk yılları olan okul öncesi dönemde, gerekse okul yıllarında ailenin vermiş olduğu eğitim veya takındığı tavır çocuğun kişilik gelişimini önemli oranda etkilemektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar gösteriyor ki çocuğun kişilik gelişiminin % 65’i okul öncesi dönem dediğimiz 0-6 yaş döneminde oluşmaktadır. Bu dönemde çocukta oluşan olumlu veya olumsuz kişilik yapısı daha sonraki dönemlerde telafisi zor sonuçları doğurmaktadır. Yaşamın ilk yıllarını olumsuz şartler içinde geçirmiş olan bireylerin bu olumsuzlukları yetişkin olduklarında da devam ettirdikleri gözlenmiştir. Birey yetişkin olsa da çocuklukta yaşamış olduğu ailenin ve almış olduğu aile eğitiminin etkilerini taşımaktadır. Bazı anne babalar çocuklarıyla gerektiği gibi ilgilenmezler. Çocuğa karşı davranışlarında onu birey olarak görmeme eğilimi yüksektir. Aralarında geçimsizlik bulunan anne babalar çocukları için bu duruma katlandıklarını ifade ederler. Bu durumda çocuk kendisinin istenmediğini düşünür. Anne babalar çocuklarını ayrı bir kişi ayrı bir birey olarak görmezler. Kendileri nasıl davranıyorsa çocuktan da aynı davranışları beklerler. Bu durum çocuğun kişilik ve ruhsal gelişimini olumsuz etkiler. Hiç düşündünüz mü, bu milleti içerisinde yaşadığımız siyasî ve ekonomik buhranlara rağmen ayakta tutan esrar, sır perdesi sorumlu ve şuurlu insanımızın aile ocağından aldığı ve oradan sürekli beslendiği yüksek ‘ahlakî moral değerleri…’ olmuştur! İnancımızın aile ocağına yüklediği ilahî telkinler o kadar etkileyici ve güçlüdür ki, aile fertlerinin her birini sağlam birer direk gibi bulundukları yerlerde metin bir kaya gibi tutuyor. İlahî bir vecdle, “Allah’a, Resulüne, anne ve babanıza itaat ediniz…” çağrısı evlatlar üzerinde öyle bir gönül muhabbeti oluşturuyor ki, ayrışmaya asla müsaade etmiyor! Çetinoğlu: Günümüzde, aile kurumunda kaygı verici değişimler yaşanıyor. Ne dersiniz? Doğan: Maalesef! Aile ocağında, gelinen nokta itibariyle ciddi bir kırılma görülüyor. Bunun en önemli sebebi anne ve babadan kaynaklanıyor. Çünkü çocuk ailede neyi görürse onu öğrenir. Aile adeta bir tiyatro sahnesi gibidir. Öncelikle çocuk seyircidir. Anne baba ise sahnede başrol oynayan oyunculardır. Bu oyuncular yeniden kendilerini gözden geçirmeleri gerekir. Çetinoğlu: Adliye koridorlarına bakıldığında toplumda evli çiftin kalmadığı düşünülebilir. Siz de kitabınızda buna değiniyorsunuz ancak buna rağmen “güçlü aile” yapısının varlığını savunuyorsunuz. Bu inancınız toplumun genelini kapsıyor mu yoksa bir temenni mi? Doğan: Batı ülkeleriyle kıyasladığımızda genelde bizim aile yapımız hala güçlü görünüyor. Ancak son yıllarda boşanma oranlarına bakınca geleceğe dair aile ocağında bu güçlü yapıyı sarsıcı gelişmeler olacağı gözden kaçmıyor. Bu durum karşısında bir an geliyor, içinizden haykırmak hissi yükseliyor. Durun, durun kalabalıklar… Alık, alık yürümeyin! Alınız, ‘akıl bulutlarını’ üzerinize… Alınız, ‘çile heybesini’ sırtınıza… Kum taneleri gibi, serilsin sevdanız üzerinize… Işık olup aksın idrakiniz… Yaksın bütün karanlıkları… Yaksın bütün kötülükleri… Güzel yuvanızı dağıtmayın. Birbirinize zulmetmeyin. Diye içimizden haykırmak geliyor. Her gün ‘aile’ ile ilgili körkütük haberler üzerimize kaynar sular gibi dökülür… Aile içerisindeki o sağlam bağlar çatırdıyor diyorlar; aslında kırılan ve dökülen geleceğimiz olacağını niye düşünmeyiz! Nasıl olur da, ‘evlat, anne ve babanın dilinden anlamaz…’ diyorlar! Sükûtumuz, asrımızda öyle vahşi çığlıklara boğuluyor ki, sormayınız… Sözün evvelinde ve sonrasında; varsa, yoksa aile diyoruz… Yarınımız, geleceğimiz diyoruz… Hiçbir şeye başıboş bakamayız… Bilir misiniz, her tüten ocakta ‘yüreğimizin yandığını…’ Sevdalarımızın bir ömrü bürüyerek yürüdüğünü… Ona, o yüreğe en küçük bir lekeye bile tahammülümüz olmamalı değil mi? Çetinoğlu: Büyük annesiz, babaannesiz, dedesiz ailelere ‘çekirdek aile’ deniliyor. Anne-baba ve evladı: Çekirdek ailenin fotoğrafında bu üçü var. Bazen yalnızca ilk ikisi… Bu tür ailelerde mutluluk olabilir mi? Doğan: Çekirdek aile, modern ve şehirli hayatın hem resmi hem de ispatı oldu. Köylü ve varoş kadınların doğurgan, çok çocuklu ama yoksul ama mutsuz ama istekleri yerine getirilmemiş resmi, gelişmiş modern kadının ise sadece “kız-erkek” iki çocuğa çocuklu ve huzurlu ve mutlu gülümseyen fotoğrafları sunuldu. Çekirdek aile yapısı gerçekten mutlu aile midir? Efendim, değişen ve gelişen şehir nüfusunun yüzde altmışı köy kökenlidir. İstanbul’u örnek alalım: İstanbul’da büyüttüğünüz çocukla Anadolu’nun ücra bir köşesinde büyütmeye çalıştığınız çocuğun talepleri arasında çok ciddî farklar vardır. Yani geldiğiniz yerde aldığınız kültür ve alışkanlıklarla İstanbul’da çocuk büyütmek ve aynı muameleyi yapmak sıkıntılar meydana getiriyor. Yani Türkiye’de hâlâ şehir kültürüne ve hayatına alışamamış çok geniş kitleler var. İnsanın köylü olması ayıp değil ama şehirde köylü kalması ayıptır. Şehir kültürüne, hayatına fert olarak aile olarak doğru ve düzgün bir şekilde alışmalıdır. Şehir hayatında köyde olduğu gibi çok geniş aileleri bir arada tutmak hem zordur hem de güçtür. Bu demek değildir ki çekirdek aile en ideal ailedir. Bir kere aile bireylerinin birbiri ile doğru iletişimi çok önemli. Aile sıcaklığını yaşamamış bir çocuktan sağlıklı bir kişilik gelişimi beklenemez. Hayatında istediği yerlere gelememiş anne babaların ideallerini çocuklarının üzerinde gerçekleştirmek istediklerini görüyoruz. Mesela gençliğinde doktor olmak isteyip de olamayan anne veya baba bu isteğini çocuğunda gerçekleştirmek istiyor. Çocuğu tanımadan onun ilgi ve isteklerini görmezden gelerek sırf kendi isteğini gerçekleştirmek için çabalayan binlerce aile var ülkemizde. Baba çocuk üzerinde sağlıklı bir otorite kurmazsa o çocuk disiplini zor öğrenir. Çocukların ayrı bir birey olduğunun farkına varılmalı. Onun ilgi ve isteklerinin olabileceği bilinmeli. Çocuklar sevgiden ve ilgiden mahrum bırakılmamalı. Fakat bu sevgi ve ilgi gereğinden fazla olmamalı. Çocuklara sorumluluk verilmeli, onun kendini ifade etmesi ve gerçekleştirmesi teşvik edilmeli. Çocuklarımızın iyi birer yetişkin olması bizlerin iyi birer anne ve baba olmasına bağlıdır. Mutluluk insanların birbiriyle doğru iletişimine ve sorumluluk almasına bağlıdır. İnsanlar geniş ailede de çekirdek ailede de mutlu olabilirler. İlla ki şu aile tipi ve yapısı mutlu eder diye genel bir kural koymak veya yargıda bulunmak sanırım doğru bir yaklaşım olmaz. Çetinoğlu: Boşanma vakalarının arttığı bu süreçte ‘parçalanmış aile’ler çocukları konusunda nelere dikkat etmeleri gerekiyor? Doğan: Aile; kişinin sadece kendisi olduğu için sevildiği bir yerdir. Ona sahip çıkmak ülkeye ve bu ülkenin geleceğine sahip çıkmak demektir. Milletler aileler ile yaşar. Dağılmış ailelerde, ruh sağlığı açısından ciddî bir tehlike saklıdır. Uzun dönemli yapılan çalışmalarda parçalanmış aile çocuklarında diğerlerine göre sosyal, psikolojik ve fizik gelişimde olumsuz yönde belirgin farklar var. Bu çocuklar ileri yaşlarda evlilik hakkında kaygı duyuyorlar veya evlenmeyi daha az istiyorlar veya başarılı bir ilişki kurma konusunda karamsar oluyorlar. Yapı ile ilgili ve hissî faktörler ayrı yaşayan anne veya babanın biyolojik çocukları ile temasını etkilemektedir. Çocuklarından ayrı olan anneler, babalara göre daha sık çocukları ile görüşmektedirler. Çünkü toplum anneden böyle bir beklenti içindedir. Çocukları ile beraber yaşayan anneler yine çocukları ile beraber yaşayan babalardan daha çok çocuklarına sahip çıkmaktadırlar. Yakın zamanlı bazı çalışmalar göstermiştir ki, ayrı yaşayan ve yeniden evlenen babanın fizikî olarak çocukları ile görüşmesi belirgin olarak azalmaktadır. Boşanmış ailelerin, özellikle şu hususlara dikkat etmeleri gerekir. 1- Çocukların beraber yaşadığı ebeveyni ile olan ilişkisinin kalitesi, 2-. Her iki ebeveyn arasındaki çatışmanın devam etmesi, 3- Ailenin ekonomik durumu, 4- Çocukların beraber yaşamadıkları ebeveyn ile görüşme sıklık ve kalitesi. Çocukların durumu ve beraber yaşadıkları yetişkin ile ilişkileri: Çeşitli sıkıntılardan sonra boşanma meydana geldiği için beraber yaşadıkları ebeveyn ile çocuk arasında birtakım zorluklar gözlenmiştir. Bu konuda, kitabımızın, Prof. Dr. Kemal Sayar Bey tarafından yazılan bölümünde doyurucu bilgiler bulmak mümkündür. Çetinoğlu: Boşanma vakaları konusunda istatistikî verilere sahip misiniz? En çok boşanma vakaları klasik usullere göre evlenenler de mi yoksa flört ederek evlenenler de mi görülüyor? Doğan: Son 30 yılda bütün dünyada boşanma oranlarında dramatik bir artış meydana gelmiştir. Amerika da 1960 ve 1970’lerde artış göstermeye başlayan bu oranın, 1980’lerde tarihteki en yüksek seviyelere ulaştığı görülmüştür. Türkiye’de de son on yılda boşanma oranlarında gözle görülür bir artış olmuştur. Artışlarla birlikte, çocukların problemleri de ikiye katlamıştır. İnsanların ikinci evliliklerinde daha başarılı olmaları beklenirken ikinci ve üçüncü evliliklerinde de boşanma oranı yüksek çıkmıştır. Bu yüksek boşanma oranı, çok geniş sayıdaki çocukları etkilemektedir. Çocuğun sağlıklı birey olarak topluma kazandırılabilmesi için anne ve babanın birlikte olduğu bir aile ortamına ihtiyaç vardır. Çünkü eksik bir ebeveynin yeri doldurulamamakta, parçalanmış ailelerin çocuklarında yeteneklerin gelişimi düşmekte ve yetişkin rolünü başarıyla benimseyememektedirler. Bu çocukların durumu, yalnızca kendilerini ilgilendirmemektedir. Onlar, geleceğimizin yetişkinleri olacakları için toplumun genel sağlığı açısından da çok önem arz etmektedirler. Yine bu alanda kitabımızda evlilik öncesi ve sonrası durumla ilgili olarak Yrd. Doç. Dr. A. Muhsin Yılmazçoban Bey’in yazdığı bölümde doyurucu bilgiler vardır. Toplumda kültür ve zihniyet ile davranış ve tutumlar arasında var olan çelişkiler giderilmelidir. Sağlıklı bir aile ve toplum yapısına ulaşmak, son derece önem arz etmektedir. Boşanmaların ve mutsuz evliliklerin önlenebilmesi ailenin kuruluşundan daha önce evlilik öncesi sürecin iyi yönetilmesi ve sürekli bilinç artırımının gözetilerek önleyici hekimlik türü metotlarla mümkün olacaktır. Çetinoğlu: Editörlüğünü yaptığınız ‘Ana-Baba-Çocuk Eğitimi’ isimli kitabınızda toplumla ilgili değişim sürecinde romanların etkisinden bahsediyorsunuz. Özel televizyonların artmasıyla birlikte her gün ekranlara hâkimiyet kuran televizyon dizileri konusundaki görüşleriniz nedir? Doğan: Televizyon ve dizi bağımlılığı endişe verici boyuttadır. Programların çekiciliğinin artırılarak insanlar televizyon bağımlısı durumuna getirildi. Son dönemlerde dizi senaryoları, tarihî roman ve hikâyelerden alınıyor. Televizyon dizileri kitap okuma alışkanlığını öldürüyor. Senaryo kaynaklarını edebî hikâye ve romanlardan alan diziler kitaplar hakkında ön fikir vermekte ve bilgi doygunluğuna sebep olmaktadır. Okuyucu kitapların içeriğini bildiğini sanarak kitapla yüzleşmenin gereksiz olduğuna inanmaktadır. Bu sebeple televizyon ve dizi bağımlılığı endişe vericidir. Birçok kişi zamanının büyük bölümünü televizyon karşısında geçiriyor. Bu da insanın pasif duruma sokuyor. Bugün dizi bağımlılığı adeta sigara bağımlılığı gibi zararlıdır. Çünkü insanı mahkûm etmekte ve kendine bağlamaktadır. ‘Sihirli diziler, gerçek hayatın sihrini bozuyor.’ Fantastik diziler ve filmlerin çocukların gerçek hayatı algılamasını zorlaştırıyor. Senaryosunu büyü, sihir gibi, çocukların anlamakta güçlük çekeceği konulardan alan diziler ve filmlerin gerçek hayatta yaşanmayacak bu tür durumları, olacakmış gibi algılamasına ve beklenti içine girmesine sebep oluyor. Bu tür diziler, filmler, çocukların gerçek hayatı algılamasını zorlaştırıyor. Sağlıklı hayal kuramayan çocuklar, gerçeküstü kurdukları hayallerinin gerçekleşmemesi durumunda hayal kırıklığı yaşayacaklardır. Eğlenceli ve bol renkli dizileri, çocuklarda sağlıksız hayal dünyası oluşturuyor. Fantastik tür dediğimiz bu tür yapımlar, çocukların eskiden kurduğu ‘Büyüyünce pilot olacağım, büyüyünce öğretmen olacağım.’ Şeklindeki hayallerini yıktı. Şimdiki çocuklar büyüyünce ‘cin olacağım’ diyorlar. Bu gerçekleşmeyecek hayaller, çocukların beklentiye girmesine sebep oluyor. O yaşlarda hassas olan, duygulu çocuklar, beklentilerini karşılamayınca, hayata karşı bir önyargıyla başlıyorlar. Çünkü televizyonla kurulan iletişim tek kanallıdır. Çocuk burada pasiftir, aktif değildir. Hayallerinin gerçekleşmeyeceğini görmesiyle daha da pasifleşecektir. (Yrd. Doç. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN’ın biyografisi, yarın yayınlanacak olan ikinci ve son bölümde verilecektir.)
AİLE HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ:
İslâm’dan önce de iffet, ismet, vefâ ve sadâkat, fedâkârlık ve işbirliği temelleri üzerinde çok sağlam bir yapı teşkil eden Türk ailesi, İslâmlığın kabulünden sonra da Mukaddes Nikâh Bağı ile teşekkül eden, karşılıklı anlayış, sevgi, saygı, himâye ve yardımlaşma ile güçlenen kutsal bir ocak hâlinde devam etmiştir. Ailenin birliğini ve sağlam yapısını bozacak kötü davranışlar kesinlikle yasaklanmış ve kınanmıştır. Türk milletinin bin türlü tehlike ve güçlükler içinden geçerek, dağılmadan, yok olmadan bugüne ulaşmasında, bu sağlam aile yapısının büyük rolü olmuştur. Türk ailesi bir millî kültür, manevî terbiye ve fazilet ocağıdır. Güzel Türkçe’yi bu ocakta öğreniriz. Doğar doğmaz ismimizden önce kulağımıza Allah ve Peygamberimizin yüce ve güzel adları söylenir. Ana sütü bedenimizi beslerken, Türklük ve İslâmlık da ruhumuzu, fikrimizi, mâneviyatımızı besler. Her türlü bozulma ve yabancılaşmaya karşı en emîn korunma ve savunma siperimiz, aile ocağımızdır. Meşru temeli nikâh olan Türk aile ocağı bu özellikleriyle devam etmelidir. Ailede çözülme ve bozulma, Türk milletinin yıkılışı demek olur. Onun için aile yapımız, çağın şartları içinde, manevî özellikleri bozulmadan, güçlendirilerek korunmalıdır. Bu gerçeğe dayalı olarak Anayasamız da aileyi ‘Türk toplumunun temeli’ saymıştır. Çekirdek aile, târihî aile yapımıza da uygun, çağdaş aile tipi olmakla beraber, maddî veya manevî bakımdan muhtaç olan akraba ve yakınlar – özellikle yaşlılarla öksüz ve yetim çocuklara – ailenin tabiî üyeleri gibi yardım edilmeli, gerekirse aile çatısı altına, aile yuvasının sıcak ve şefkatli bağrına alınmalarında tereddüt edilmemelidir. Bu, insanlık, İslâmlık ve Türklük gereğidir.
|