6.8 C
Kocaeli
Perşembe, Ekim 16, 2025
Ana SayfaDin ve Ahlâkİnsan ve Nefsi

İnsan ve Nefsi

     İnsan, yaratılışından ötürü, iyiliğe ve kötülüğe meyyal olan nefsini sever. Çünkü, nefsine karşı muhabbet ve sevgi besler bir mahiyet ve içerikte yaratılmıştır. Hatta nefsi kadar, başka hiçbir şeye sevgisi yoktur! Kendisini, ancak mâbud’a / tapılana lâyık övgülerle metheder! Nefsini / kendini bütün ayıp ve kusurlardan tenzih edip / uzak görür! haklı olsun veya olmasın şiddetli bir şekilde müdafaa edip savunur! Hatta, Hz. Allah’a hamd ve şükür etmek için, kendisinde yaratılan uzuv ve organları; kendi nefsine hamd ve şükür için sarf eder ve “Nefsinin arzusunu kendisine mâbud edinip, onun her emrine uyan (kimseyi gördün mü?)” (Furkan: 43) âyetindeki “o kimsenin” şümul ve kapsamına kendini dahil eder!

     Bu mertebede nefsin tezkiyesi / temizlenmesi, kötülüklerden arındırılması; ancak nefsi temize çıkarmamak, nefsi ayıp ve kötülüklerden uzak bilmemekle olur. Kısaca: “Nefislerinizi temize çıkarmayın.” (Necm: 32) âyetine sarılmakla olur. Çünkü nefis, hizmet zamanında geri kaçar, ücret vaktinde ileri safa hücum eder! Bu mertebede onun tezkiyesi (nefsin temizlenmesi) yaptığı fiilin aksini, zıddını yapmakla mümkündür. Yani işe, hizmete, ileriye sevk edilip yönlendirilmeli, ücret tevziinde / dağıtımında ise, geriye bırakılmalıdır. Kısaca: “Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi akıbetlerini unutturmuştur.” (Haşir: 19)

     Kendi nefsinde kusur, noksanlık, acz ve fakrdan başka bir şeyi bırakmamalıdır. Çünkü, bütün güzellikler, iyilikler; Fâtır-ı Hakîm yani her şeyi bir maksada uygun ve hikmetle benzersiz bir şekilde yaratan Allah tarafından ihsan edilen nimetler olup, hamdi gerektirir. Fahri / övünmeyi ve böbürlenmeyi icap ettirmediklerini itikat ve telâkki edip, böyle kabul etmelidir.

     Bu mertebede nefsin tezkiyesi / temizlenip, kötülüklerden arındırılması; mükemmelliğin mükemmelsizlikte, kudretin aczde, zenginliğin fakirlikte olduğunu bilmekten geçer. Kısaca: “Sana her ne iyilik erişirse, Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi kusurunun sebebiyledir.” (Nisa: 79)

     İnsan, hür ve bağımsız bir kuldur. Fakat, bu halinde fânî / geçici, ölümlü, hâdis / sonradan yaratılma ve mâdum / yok olacağını bildiği takdirde ve İlâhî isimlere aynalık ettiğini anladığı zaman; şahit / gören, meşhut / görülen ve mevcut olduğunun bilincinde olan, insan denen üstün bir varlıktır. İşte bu mertebede olan insan nefsinin tezkiyesi; menfi ve olumsuz bakıştan kurtuluşu; ancak, vücudunda ademini / yokluğunu anlamakla. Ademinde / yokluğunda vücudunu / var oluşunu bilmekle mümkün olur. Zira “Her şeyin mülkü onundur, her türlü övgü de ona mahsustur.”  (Tegabün:1) âyetini kendisine zikir edinmekledir.

     Vahdetülvücud / varlığın bir ve tek olduğu düşüncesinde olanlar, kâinatı nefyedip yok saymakla idam ediyor / yokluğuna hükmediyorlar!

     Vahdetüşşuhut, görülen şeyleri tek varlık halinde görenler ise, bütün varlığı, kürek cezalıları gibi, nisyan / unutkanlık zindanında ebedî hapse mahkûm ediyorlar.

      Kur’ân’ın ifham ettiği / fehm ettirdiği yol ise, kâinatı ve mevcûdâtı hem idamdan / yok oluştan, hem de hapisten kurtarır. Kâinat ve tüm var edilmişler, Esma-i Hüsna / Allah’ın doksan dokuz güzel isimlerine mazhariyetle, onlara aynalık etmek gibi, vazife ve görevlerde çalıştırılıyor. Fakat kâinatı / evreni istiklaliyetten / müstakil / kendi başına ve kendi hesabına çalışmaktan azlediyor. Böyle olmadığını idrak ettiriyor.

      İnsanın vücudunda birkaç daire vardır. Bunlar hem nebatî, hem hayvanî, hem insanî, hem de imanîdirler.

      Tezkiye muamelesi, bazen imanî tabakada olur, sonra nebatî tabakaya iner. Bazen de, yirmi dört saat zarfında, her dört tabakada muamele / işlem vaki olur / gerçekleşir..

     “O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” (Bakara: 29) âyetine istinaden, insaniyetin mide-i hayvanîye ve nebatîyeye münhasır / sınırlı olduğunun zannıyla galat edip yanlışa düşülüyor! Sonra bütün gayelerin nefse ait olduğunun hasrıyla / nefse mahsus kılınmasıyla yanılıyorlar. Sonra, her şeyin kıymeti, kendi menfaati nispetinde, kendine göre olduğunun takdiriyle hata ediyorlar! Hatta Zühre Yıldızını, kokulu bir zühreye / çiçeğe karşılık olarak almazlar! Çünkü, kendilerine bir menfaat ve çıkar sağlamıyor!

Muhsin Bozkurt
Muhsin Bozkurt
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.
Önceki İçerik

Seçtiklerimiz

spot_img