Gök’ün kendisi kâinat kitabının bir paragrafıdır. Gök’te yer alan yıldızlar, güneş ve ay vb. birer kelimedirler. Kelimeler yazılmışlardır. Bir yazanı vardır her kelimenin. Bir veya birkaç mana ve anlamı vardır. Demek ki okunmak için yazılmışlardır.
Müellif / kitabın yazarı; kitabının okunmasını, anlaşılmasını, gereğinin yapılmasını; okuyanlardan hâl dili ile istiyor. Bekliyor. Ve umuyor aynı zamanda. Kendisinin bilinmesini, sevilmesini, sayılmasını istiyor. Tabii bütün bu istekler, kitabın okunup anlaşılmasına bağlı hususlar.
Anlaşılacağı üzere kitaptan kasıt kâinat / evrendir. Kelimelerden kasıt kâinatın içindeki canlı cansız varlıklardır. Cemadat / cansızlar, nebatat / bitkiler, hayvanat / hayvanlardır.
İnsana gelince, kâinat içinde küçük bir kâinattır. Çünkü kâinat küçülse insan şeklini alır. İnsan büyüse kâinat şeklini alır. Bundan dolayıdır ki, kâinat büyük bir insan. İnsan küçük bir kâinattır. İnsan maddeten küçüktür fakat mânen büyüktür. İnsanın maddesini / bedenini tanıyan; kâinatın taşını toprağını tanır.
İnsanın mânasını bilen, gayb / bilinmez / görülmez âlemleri bilir. Onlara yol bulur. Bunun içindir ki, “Ne ararsan kendinde ara, kendinde bul.” ve “Ey insan kendini tanı. Yoksa insan şeklinde hayvan olmak ihtimali var!” denmiştir.
Nitekim içimiz dışımıza çevrilse; kurt, ayı, koyun, at, tilki, yılan vb. suretlerde görünürüz. Çünkü tüm hayvanlar insanda var olan huyların âdeta suretlerinin sembolüdür. Huyları ete kemiğe bürünmüş olarak görmek isteyen hayvanlara baksın.
Gerçekten at asaletin, koyun uysallığın, yılan ve akrep soğukluk ve sokuculuğun, eşek ve katır inatçılığın, tilki kurnazlığın, arslan kuvvetin, arı ve karınca çalışkanlığın sembolleridirler.
Her insanda artı eksi huylar ve vasıflar potansiyel olarak bulunur. İnsanda güzellik-çirkinlik, doğruluk-eğrilik, cömertlik-cimrilik, yiğitlik-kalleşlik, adalet-zulüm, iyilik-kötülük velhasıl her vasıf var.
Bunlardan cüz’î / küçücük / azıcık seçme irade ve isteğiyle; istediğini seçmekte hür ve serbesttir.
Elbette müspet huyları seçmesi, menfileri seçmemesi istenir ondan. Ama muhtardır / istediğini seçmek kendine bırakılmıştır. Ondan akla kapı açarak istediğini seçmesi, yapması beklenmektedir. Seçimini doğru yapması için, kendisine müspet-menfi, doğru-yanlış, güzel-çirkin herşeyden haber verilmiş.
Seçeceklerinin sonuçlarından haberli kılınarak, neyi seçmesi lâzım geldiği öğretilmiştir. Birinde rıza diğerinde azar göreceği anlatılmıştır. Tıpkı öğretmenin sınavı; dersi öğrettikten sonra yapması gibi.
İnsana; doğrular, güzellikler, iyilikler Allah tarafından Peygamberler ve Kitaplarla bildirilmiş ve kuluna: “Hadi göreyim seni göster kendini.” denmiştir. Hâlen de denmektedir. İşin enteresan tarafı, sorulacaklar; öğretildikten sonra soruluyor. Böyle bir imtihan ve sınavda sınıfta kalmak herhâlde olacak iş değildir. Buna rağmen insan, kâinat okulunun dünya sınıfında, sınıfta kalıyor. Bile bile lades!
Hâlâ çözülemedi, insan bilmecesi
Hâlâ dillerden düşmüyor, insan hecesi
Ömrü boyunca insan, düşünüyor gündüz gece
Meçhuliyetinden, insandan insana açılmadı henüz perde
“İnsan Bu Meçhûl”ün yazarı, oldu meçhûl
Fakat insan muamması, insan olan insan için bile
Koruyor, bilinmezliğini yine
Görünürde bu bilinmezlik, niye?
Görünmezlik altında kalmış, İlâhî hediye
Aslında bilinmezlik, bilinmenin ta kendisi
Yeter ki, tefekkür denen anahtarı edin
Meçhuller, ancak bu yolla olur senin