İngiltere’den Tespitler (38)

129

     Denizin dalgalar halinde
şırıl şırıl bir gelişi var ki dostlarım sormayın gitsin! Gelen dalgaların
kıyılara peş peşe ve dönmemek üzere bir gelişleri var ki, hakikaten orada
olmaya değer.

     Nihayet mendireğe
kadar gelip, her yeri kapladı. Ta ki sabahleyin tekrar gidişine, çekilişine
kadar.

     Burada deniz
böyle. Sabah gidiyor, akşam geliyor. Bu halin kendine has, heyecan verici güzel
yanları var.

     Hunsanton şehrinin
kıyısı biraz ileride derinleştiği için, oralarda deniz çekilse bile biraz su
kalıyor. Yüzmek isteyenler oralara kadar gidip, deniz tabanında oluşan bu
gölcüklerde yüzmeye çalışıyorlar. Maalesef yeteri kadar berrak olmayan sularda.
Buralarda Türkiye’mizin pırıl pırıl parlayan sularını bulmak; ne çare muhal
imiş ancak. Belki olur mümkün; yapılırsa şayet Türkiye’ye kaçamak.

     Hunsanton
açıklarında turistler için büyük, motorlu mavna şeklinde deniz araçları var.
Şehrin kıyılarına paralel olarak bir o yana, bir bu yana halkı kıyının biraz
açığında gezdiriyor.

     Gün boyunca sular
çekilince gezmek mümkün olmadığı için, mavnanın ön ve arka kısmına ikişer büyük
tekerlekler koymuşlar! Sular çekilince mavna tekerlekli bir vasıta / bir araç
şeklini alıyor. O şekilde turlarını yapıyor.

     Sular gelince, bu
sefer yüzen bir vasıta olarak tabii ki pervaneler devreye giriyor. Böylece
mavna, bütün gün deniz çekilmiş olsun olmasın gezi hizmetini aksatmamış oluyor.

     Cambridge’de
enteresan bir tespitim de şu oluyor. Daha doğrusu farkına varışım. Bir an için
kendimi Türkiye’de sanıyorum. Kulağıma derinden derine Türk müziğini andıran
melodiler geliyor.

     Reklam
müziklerinde inanın, Klâsik Türk müziğinden esintiler, ilhamlar ve etkilenişler
var. Türk müziğinin ruhu okşayan nağmelerinden alıntılar var.

     Demiyorum ki aynen
Türk musikisi aşikâre olarak kendini gösteriyor. Fakat çok dikkatli bir kulak
veriş; müziğin keyfiyet ve gönül açıcılığından anlaşılıyor ve seziliyor ki Türk
müziğinden esinlenmişler. İyi de etmişler. Tabii ve doğal olanı yapmışlar.
Bundan ancak gurur duyulur, memnun olunur.

     Nasıl ki yerli
yersiz, lüzumlu lüzumsuz bizler onlardan etkileniyoruz. Onların da Türk
müziğinin tesirinde kalmasından daha tabii ne olabilir?

     Bu durumu seziş ve
farkına varış; bende biraz eskilerde kalan bir malûmatımı tedai ettirdi /
çağrıştırdı. Onun çağrışımına yol açtı: Aklımda kaldığına göre Londra Türk
Büyükelçiliği Hz. Mevlana’nın bir ölüm yıl dönümünde, onu anmak ister.

     Her türlü
hazırlıklarını tamamlar. Nasılsa der Londra’da Türk çok; onlardan da neyzen
bulur ve ney üfletiriz diye düşünülür. Vakit yaklaşır fakat o kadar Türkün
içinde bir neyzen / ney çalacak birini bulamazlar!

     Program yapılmış,
tarih belli olmuş; lâkin bulunur sanılan Türk neyzenlerden Londra’da eser
yoktur. Elçiliği alır bir telaş. Ne yapalım ne edelim derken; İngiliz neyzenler
gelir akıllarına.

     Naçar / ister
istemez onlara başvurulur. Programda yer almaları sağlanır. Programın aksaması ne
hazin ve üzücü olacakken, ancak İngiliz neyzenler sayesinde bu durum önlenmiş
olur.

     Bizler geçmişimizi
ve tarihî büyüklerimizi unutkanlık gayyasına atarken; yabancıların
kıymetlerimize ve ölümsüz ölülerimize nasıl sahip çıktıklarını gördükçe, mahçup
olmamak mümkün mü?

     Fakat bir bakıma
iyi oluyor! Bizleri kendimize getiriyor. Bizim gerçekten biz olmamız
gerektiğini, acı bir şekilde de olsa hatırlatıyor. Ne diyelim, her şeye rağmen
vakide / olanda hayır var diyor; kendimize gelmemiz gerektiğine inanıyorum.

X

     Cambridge’de resmî
mesai biter bitmez sanki hayat duruyor. Sosyal hayat noktalanıyor. Resmî
dairelerin mesailerinin bitmesine paralel olarak; halka ait yerler de
genellikle kapanıyor. Herkes evlerine çekiliyor. 17.30’da hayat sakinleşiyor.
Sokak ve caddelerde önceki hareketlilik kalmıyor.

     (10. 10. 2003)

Önceki İçerikBıden Süpriz Yapmadı ki
Sonraki İçerikBiri Yer, Biri Bakar; Yakarsa Dünyayı Garipler Yakar!
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.