Kimisi de Kıbrıs’ta; Türk Bayrağı’nı gönderden indirmeye
çalışırken vurulan Rum gencinin resmini taşıyordu.
Kıbrıs konusunda öyle
bir kamuoyu oluşturmuş ki Yunanlı ve Batılı resmiyetler; şaşmamak imkânsız.
Sanki asırlarca Türkler Kıbrıs’ı mekân tutmamışlar. Sanki Kıbrıs’ta idaremiz
altında hiç kalmamışlar. Sanki daha İslam’ın ilk zamanlarında Kıbrıs’a
Müslümanlar hiç ayak basmamış. Sanki Kıbrıs’ta soykırıma kalkışanlar, kurulan
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkanlar kendileri değilmiş. Sanki Türk Ordusu Kıbrıs’a
durup dururken çıkmış.
Ve daha bunun
gibi, nice gerçekler ters çevrilerek yıkanan genç Rum beyinleri -ki çoğu 1974
öncesi Kıbrıs’ta yaşanan o dehşet günlerini hatırlamaz bile- Türklere dünyanın
gözleri önünde tatbik edilmek istenen kıyımı bilmezler. Sadece hayalî ve sanal
bir Türk tehlikesiyle yıkanan beyinleri; Türklere ve Türkiye’ye karşı kin ve
nefretle doldurulmuştur.
Aynı şekilde eminim ki, geniş İngiliz
kitleleri ve kamuoyu da Türkiye’yi gerçek yönleriyle, lâyıkı veçhile bilmemekte
ve tanımamaktadır. Çünkü devlet; halkı yeteri kadar ve politikasına karşı çıkamayacak
biçimde kontrollü bir bilgilendirmeye tâbi tutmaktadır. Zira İngiliz halkı
gerçekleri tam olarak bilmemekte. Bilmeyince de doğru kavrayamamaktadır. Devlet
dış politikasında, istediği gibi at oynatmaktadır.
Şüphesiz İngiliz
devleti, kendilerince İngiliz halkının ileriye yönelik çıkar ve yararını düşünerek
hareket etmektedir. Fakat bu menfaat kollaması, meşru zeminlerde değildir.
Başka ülkelerin aleyhindedir. Onları her türlü zarara uğratmakla
sağlanmaktadır. Onları iç gaile ve kargaşalara sürüklemek şeklinde tecelli
etmektedir.
Türkiye’yi
karıştıran bölücü anarşistleri el altından desteklemeleri, kendi ülkelerinde
yıkıcı TV yayınına izin vermeleri.
Son olarak Irak’ı;
sudan bahanelerle işgal etmeleri, binlerce insanın ölümlerine, milyonlarca
insanın sefalete sürüklenmelerine sebep olmaları; bunun somut örneklerinden
sadece birkaçıdır.
Toparlarsak,
Batılı devletler gayeleri için her yolu mubah ve meşru görmektedirler. Oysa
İslâm’da gaye için, her şeyi yapmak doğru değildir. İslâm, gayenin de hak; ona
götürecek yolun da hak olmasını ister. Bir kısım insanlar için bir kısım
insanları, bilerek ve isteyerek zarara uğratmayı asla istemez.
Batı’nın bu tarz
siyaset izlemesinde İslâm gibi faziletli bir yol göstericiden mahrum oluşun
payı büyüktür. Hak yolda olmak ise, önce Hakkı bulmayı, sonra Hakkı bilmeyi,
daha sonra da Hak’ı sevmeyi gerektirir. Hakkı sevmek ise, Hak’ı razı etmeyi
zorunlu kılar. Bu da Hak’ın istediği biçim ve çerçeveye girmekle sonuçlanır.
İşte tarih boyunca
Hilâl ve Sâlibin takip ettiği usul ve metodlar; bu iki ayrı kutupta oluştan
kaynaklanmıştır. Gerçi ikisi de Hak’ta olduklarını iddia ediyordu ama; şüphesiz
Hak birdi ve birindeydi. İçerik, keyfiyet ve sergilenen tavır ve davranışlar;
kimin gerçek Hak yanlısı olduğunu gözler önüne sermektedir. Ki insanlık tarihi
buna en güzel şahit ve tanıktır.
İnşallah Hak’ı
arayan İkinci Avrupa; Hak’ı İslâm’da görecek, bilecek, ne olması, nasıl olması
gerektiğini; işte o zaman anlayacaktır. Dünya işte ancak o zaman, rahat bir
nefes alacaktır. Bunun belirtileri yer yer kendini göstermektedir.
Nitekim bütün
dünyada olduğu gibi, İngiltere’de de Irak savaşına karşı olanların seslerini
yükseltmeleri; bu yersiz savaşa, her şeye rağmen karşı çıkmaları -önleyemeseler
bile- insanlık için memnuniyet ve ümit verici gelişmelerdir.
Her ne kadar
sesleri, İngiliz televizyonlarında yeteri kadar mâkes bulmamış, yankılanmamış
olsa, sesleri kırılmak istense bile. Haberleri geçiştirilerek verilse dahi,
yine de sonunda Hak; su yüzüne çıkmakta gecikmiyor. Velhasıl yalancının mumu
yatsıya kadar yanıyor. Gazeteler; ABD ve İngiltere’nin hem kendi milletlerini
hem de dünya kamuoyunu, nasıl yalan yanlış bilgilerle kandırdıklarının
haberleriyle artık dolup taşıyor.
(10. 10. 2003)