İnanmak veya İnanmamak

106

Maziye / geçmişe menfi felsefe gözlüğü ile bakıyorum; zihnim allak bullak oluyor. Mazi ülkesinin kıyametinin kopmuş olduğunu görüyorum. Altı üstüne gelmiş; karanlık, korkunç bir hal almış. Mazi büyük bir mezarlık! Mazimi bu şekilde tasavvur, tahayyül ve hayal edişim beni büyük bir dehşete düşürüyor. Vahşet dolu bir mekanda kalmışım gibi geliyor bana. Meyus ve ümitsiz bir hal alıyorum.

Maziye, iman ve inanç gözlüğü ile bakınca; her ne kadar, o mazi ülkesini altı üstüne çevrilmiş bir şekilde görüyorsam da, bir önceki gibi düşünmüyorum. Çünkü, o alt üst oluşta can telefi yok. Yani, yok etme, öldürme söz konusu değil. Zira oraya sevk edilenler, oranın sakini olup orada bulunanlar; dünyadan daha güzel, daha aydınlık bir aleme nakledilmişler. Görünüşü dehşetli kabir ve çukurlar; aslında, aydınlık bir aleme girmek için kazılan yer altı tünellerinden başka bir şey değil.

Gelecek zamana, menfi felsefe gözlüğüyle bakıyorum; yine dehşete düşüyor, ürküyor ve çok korkuyorum! Kabirde yılan, çıyan ve akreplerle baş başa kalacak olan ben; şimdiden kendimi; onlara yem olsun diye kabre konmuş gibi hissediyorum. Kabri, bir imha hücresi şeklinde düşünüyor; karanlık bir yer diye tasavvur ediyorum. Velhasıl, istikbali / geleceği büyük bir kabir ve mezar şeklinde telakki ediyorum.

Fakat, geleceğe iman ve inanç gözlüğü ile bakınca; Cenab-ı Hakkın Halık / Yaratıcı, Çok Merhametli / Rahman, Rahim’in insanlar için hazırladığı çeşit çeşit nefis, leziz, yiyecek ve içeceklere; zarf ve kap olan bir maide; daha doğrusu Rahman olan Allahın hazırladığı bir sofra olarak görüyorum.

Bazen sema ve göklere menfi felsefe gözü ile bakıyorum. Şu sonsuz boşlukta, milyarlarca yıldız ve kürelerin at koşusu veya bir ordu manevrası gibi yaptıkları pek sür’atli, çeşitli hareketlerinden büyük bir dehşet, korku ve ürküntüye kapılıyor; onlar karşısında kendimi; vahşet ve yabanilik ortamında kalmış gibi algılıyorum.

İman ve inanç dolu bir nazarla bakınca; o garip, acip ve hayret verici şaşılacak manevranın bir kumandanın emri ile, onun nezaret ve görüşü altında yapıldığına inanıyorum. Sema ve gökler alemini süsleyen o yıldızların bizlere kandil ve lamba görevi yaptıklarını görüyorum. O yıldızların atlar koşusu gibi olan hareketlerinden korkuya kapılmıyor, dehşete düşmüyor; aksine onları kendime dost ve arkadaş olarak görüyor; üstelik onlara karşı muhabbet ve sevgi ile dolup taşıyorum.

Menfi felsefe gözü ile bakıyorum: Arz küresini yani dünyayı; başıboş yularsız, Güneş etrafında serseri bir şekilde gezen bir hayvan gibi veya tahtası kırık, kaptansız bir kayık gibi görüyor; dehşet, korku ve ürküntü içinde kalıyor; bu yüzden telaş ve endişe içinde kıvranıp duruyorum.

Yer yüzüne iman ve inançla bakınca, Arzı; Rahmani bir sefine / çok merhametli olan Allah tarafından gönderilen bir gemi olarak düşünüyorum. Yer küreyi; Allahın kumandası altında tüm yiyecek ve içecekleri ile beraber, insanları gezinti için güneşin çevresinde gezdiren bir gemi şeklinde tasavvur ediyorum.

Felsefeci bir adam gibi bakıyor ve görüyorum ki, bütün canlılar  -insan olsun, hayvan olsun-  kafile be kafile, topluca büyük bir hızla yokluk, hiçlik cihetine gidip kayboluyorlar. Yani, ademe / yokluğa gidip yok oluyorlar. Kaldı ki, kendim de o yolun yolcusuyum. Ve bu yüzden inanın çok üzülüyor ve çıldıracak gibi bir hal alıyorum!

İman ve inanç gözüyle bakınca, bir mü’min yani inanan bir insan olarak anlıyorum ki, o cihete gidişler, o tarafa seyahat edişler; felsefeci gözümle baktığımın aksine; adem ve yokluk alemine gidiş değil, tıpkı göçebeler gibi, bir yayladan başka bir yaylaya geçiştir. Fani menzil ve duraktan, yani dünyadan baki menzile ve öteki dünyaya hicrettir. Kısaca, hizmet çiftliğinden ücret dairesine, zahmetler memleketinden rahmetler ülkesine göç etmektir. Yoksa, felsefeci kişiliğimin zannettiği gibi, adem ve yokluk alemine gitmek değil.

Önceki düşüncemin tersine, bu yola memnuniyet ve sevinçle koyuluyorum. Çünkü, yol esnasında ölüm, kabir gibi görünen meşakkat ve zorluklar; netice bakımından ancak saadet doğuracak şeyler. Zira, aydınlık alemlere giden yol kabirden geçiyor. En büyük mutlulukların çoğu; büyük ve acı felaketlerin sonucu. Nitekim, Hz. Yusuf, Mısır Azizliği; yani üst düzey yöneticiliği veya bir çeşit bakanlık gibi bir mevki ve makama, ancak kardeşleri tarafından atıldığı kuyu ve Zeliha’nın iftirası üzerine konulduğu hapis yoluyla ulaştığı malum. Bunun gibi ana rahminden dünyaya gelen çocuk, bilinen tünelde çektiği sıkıcı, ezici zahmetten sonra dünya saadetine erişiyor.

Yine menfi felsefe gözüyle geriye ve arkama bakıyorum: “Yahu, bunlar nereden nereye gidiyorlar ve niçin dünya memleketine gelmişler?” diye edilen suale bir cevap alamıyorum! Tabii, hayret, tereddüt ve şüphe azapları içinde bunalıyorum!

Lakin, iman ve inanç gözlüğü ile bakınca, işin çehresi değişiyor:  Her insan gibi benim de; kainat / evren  sergisinde gösterime sunulan garip, şaşırtıcı ve hayret verici kudret mucizelerini görmem ve düşünmem için, Ezel – Ebed  Sultanı Yüce Allah tarafından dünyaya gönderilmiş bir mütalaacı, bu yolda düşünmesi gereken bir şahıs olduğumu anlıyorum.

Velhasıl, inanmak veya inanmamak bize bağlı bir şey be dostlar! Size gelince:

Tercih; her iki taraftan okur’un
Kararınızdan önce, az bir durun
Teraziyi, vicdanınızda kurun
İlk suali, evvela ona sorun

 

Önceki İçerikHanım Sözcüğü ve Cengiz Han
Sonraki İçerikBiliyorum – Bilmek İstiyorum – Üzülüyorum -İnanıyorum
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.