İmam-Hatip Liseleri, dindar ailelerin çocuklarının dinini daha iyi öğrenmeleri ihtiyacına cevap vermek ve yükseköğretime öğrenci hazırlamak üzere kurulmuş Cumhuriyet okullarıdır. Fen bilimleri ağırlıklı eğitim veren Fen Liselerinden, sosyal bilimler ağırlıklı eğitim veren Sosyal Bilimler Liselerinden, yabancı dil ağırlıklı eğitim veren Anadolu Liselerinden, sanat eğitimi veren Güzel Sanatlar Liselerinden farkı yoktur.
Bunun böyle olduğunun vurgulanması için önce adının, sonra da Bakanlıkta bağlı bulunduğu öğretim dairesinin değiştirilmesi gerekir. Fakat, “4+4+4 kesintili 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi“ne geçilme kararı alındıktan sonra yapılan konuşmalar ve düzenlemeler, İmam-Hatip Liselerine özel bir misyon yüklenerek öteki liselerin alternatifi okullar haline getirilmeye çalışıldığı görülmektedir.
İMAM-HATİPLER BİRİHTİYAÇTAN DOĞMUŞTUR
İmam- Hatip Liseleri, bir ihtiyaçtan doğmuştur. Cumhuriyetin ilk çeyrek asrı içinde din eğitim ve öğretiminde oluşan yirmi yıla yakın boşluk bugüne kadar yansıyan birçok sosyal çatışmanın da kaynağı olmuştur. Olay, sadece boşluk bırakılması ile kalmamış, vatandaşın kendi kendine dinini öğrenme ve ibadetini yapma konusunda yasaklama, engelleme ve baskılara kadar gitmiştir. Bu da halkla devlet arasında sürtüşmeye, çatışmaya, hatta düşmanlığa kadar gitmiştir. Bu bazı kişilerde “laiklik, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı“na kadar gitmiştir. Bunda laikliği “dindışılık“, “dine yabancı olma” gibi algılamaya yol açan söylemlerin ve dindarlara karşı sergilenen olumsuz eylemlerin de büyük etkisi olmuştur.
Din eğitiminde bırakılan boşluk sonucunda toplumda cenaze namazını kıldırabilecek kadar bile dinini bilen kişi kalmamıştır. Tarikatların gelişmesi, cemaatlerin oluşması ve bazı kanaat önderlerinin öne çıkması bu dönemde olmuştur. 1930-1948 yılları arasındaki on sekiz yıllık boşluk sonucunda meydana gelen din görevlisi açığını kapatmak için 1948-1949 öğretim yılında İmam-Hatip Kursları açılmış ve bu kurslar 1951 yılında İmam-Hatip Liselerine dönüştürülmüştür. Bu okulların mezun kitlelerinin artması ve toplumda bir ağırlık kazanması 1960’lı yıllarda gerçekleşmiştir.
SİYASETİN DİNE TASALLUTU
Dil ve din, bir toplumu millete dönüştüren en önemli unsurlardır. Özellikle Türk milleti dilinden çok dinine özen göstermiş, tarih boyunca dinini koruma ve yaymanın mücadelesini vermiştir. Türk milletinin dinine düşkünlüğünün farkına varan 1950’li yılların iktidardaki politikacıları, siyasi çıkar hesaplarıyla dinî cemaatlere büyük rağbet göstermişlerdir. 1940’lı yılların CHP’si, nasıl özellikle Köy Enstitüsü mezunu öğretmenleri siyasi hedefleri doğrultusunda kullanmaya çalışmışsa, 1950’li yılların DP’si de din görevlilerini ve dinî cemaatleri kullanmaya çalışmışlardır. Bu durum bir ara köylerde “öğretmen-imam çatışması“na yol açmıştır. 1960’lı yılların AP’si ise dinî gruplarla birlikte İmam-Hatip Lisesi mezunlarını siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışmıştır. 1970’li yıllarda ise MNP (Milli Nizam Partisi), hem cemaatleri, hem de bu okullardan mezun olanları arka bahçesi görmeye başlamıştır.
Fakat şu gerçeği açıkça itiraf etmek gerekir ki, İmam-Hatip Lisesi ve Yüksek İslâm Enstitüsü mezunları, mümkün olduğu kadar bu istismarlardan kendilerini korumaya çalışmışlar, kendilerini diğer okulların mezunlarından farklı görmemişler, Cumhuriyet rejimine karşı bir tavır içine girmemişler ve hiçbir anarşik eylemin içinde yer almamışlardır.
12 Eylül 1980’den sonra ülkücü ve solcu gençler hapislere girmiş, İmam-Hatip Gençliği bu ortamdan hiç etkilenmemiştir. Ancak eski siyasi partilerin 1987’den sonra yeniden siyasi arenada boy göstermelerinden sonra Erbakan’ın MSP’si İmam-Hatip Liselerini kendi siyasi hareketinin “arka bahçe“si ve “fidanlığı” görmüştür. Bunu da her davranışında ortaya koymuştur. Bu durum, bu okulları, özellikle 1990’lı yıllarda Atatürkçü ve laikliği kimseye bırakmayan, dini öcü gibi gören klasik elitlerin boy hedefi haline getirmiştir.
28 ŞUBAT İMAM-HATİPLERİ VURDU
Özellikle 1980’li yılların başlarında bu okullara kız öğrencilerinde alınması ve bunların kapalı forma giyip türban takmaya başlamaları, bu kesimin bu okullara saldırısını arttırmıştır. 28 Şubat 1997 tarihinden sonra dindar kesime, dinî cemaatlere karşı ve dinî faaliyetlere karşı takınılan olumsuz tavırlarda en büyük zararı, ortaokulları kapandığı için, İmam-Hatip Liseleri görmüştür. Bu yüzden Anadolu Liselerinin ve bazı Meslek Liselerinin de ortaokulları kapatılmış, dolayısıyla bu Liseler de eğitimlerinde büyük zarar görmüşlerdir.Bu arada YÖK de üniversiteye girişte alanlara göre farklı katsayı uygulamasına geçince İmam-Hatip Liseleri bir darbe daha yemiş oldu.
O zaman İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünde Basın ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Müdür Yardımcısı idim ve “Sekiz yıllık kesintisiz eğitim“le ilgili programlara konuşmacı olarak katılıyordum. O konuşmalarımda, “Veliler çocuklarını İmam-Hatip Liselerine, imam-hatip olsun diye değil, dinini iyice öğrensin, dindar biri olsun diye veriyor. Madem bu okulların ortaokulları kapatılmak isteniyor, o zaman bu ortaokullarda diğerlerinden farklı olarak okutulan 4 saat Arapça ve 4 saat Kur’ân-ı Kerîm dersini, genel ortaokullara seçmeli olarak koyalım. Böylece vatandaşın ihtiyacına cevap verilmiş olur, o zaman da İmam-Hatip Ortaokullarının kapatılması sorun olmaz” dedim. Bu görüşümün çok mantıklı olduğunu gören ve hak veren birçok Bakanlık bürokratı, o günün siyasi atmosferinden korkarak bu görüşü savunamadılar. Eğer on beş yıl sonra kabul edilen bu görüşlerim, o zaman hayata geçirilseydi, bugün karşılaştığımız birçok sıkıntılar olmayacaktı.
28 Şubat sürecinde İmam-Hatip Liseleri hem imaj kaybetti, hem de yarı yarıya öğrenci kaybetti. Mezunlarından Başbakanlar, Meclis Başkanları, Milletvekilleri ve üst düzey bürokratlar çıkaran bu okullar, bu dönemde büyük bir mağduriyete uğradı. 2002-2012 yılları arasında geçen on yılda da bu okulların durumunda bir iyileştirme olmadı. 2010 yılı sonunda gerçekleştirilen 18. Milli Eğitim Şûrası’nda, “Okulöncesi eğitimin bir yıllık bölümü ile 4 yıllık lise öğretiminin zorunlu eğitim kapsamına alınmasına, 8 yıllık kesintisiz ilköğretimin iki kademeli hale getirilmesi“ne, dolayısıyla zorunlu eğitimin 13 yıla çıkarılmasına karar verildi.
4+4+4 SİSTEMİVE İMAM-HATİPLER
18. Milli Eğitim Şûrası’nın kararına göre, yeni eğitim sisteminin (1+5+3+4=13 yıl) biçiminde yapılanması gerekirdi. 2011 yılında Nimet Çubukçu’nun yerine Ömer Dinçer Milli Eğitim Bakanı oldu. İlk iş olarak 26.09.2011 tarih 141 sayılı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı kararıyla 2012-2013 öğretim yılından itibaren 4. ve 5. Sınıflarda, 2013-2014 öğretim yılından itibaren 6. 7. ve 8. Sınıflarda uygulanma üzere İlköğretim Arapça (4.-8. Sınıflar) Dersi Öğretim Programı kabul edildi. Ardından 56 İl Milli Eğitim Müdürü değişti, Bakanlık Merkez Teşkilatındaki 36 Genel Müdürlük ve Daire Başkanlığı sayısı 17’ye düşürüldü, yardımcıları ve uzmanları ile 300 Bakanlık üst düzey bürokratı görevlerinden alındı, yerlerine eğitimci olmayanlar getirildi.
Tam bu konular tartışılırken torbadan birden “4+4+4 sistemi” çıktı, kamuoyunda, eğitim câmiasında ve TBMM’nde doğru dürüst tartışılmadan Başbakanımızın talimatıyla kaşla göz arasında yangından mal kaçırırcasına kabul edildi. Bu sistem ne getirdi: İmam-Hatip Ortaokullarını ve ortaokul ile liselere seçmeli Kur’ân-ı Kerîm ve Siyer-i Nebî (Hz. Muhammed’in Hayatı) derslerini. Bunlara toplumun büyük çoğunluğunun bir şey dediği yok.
Peki bu sistemin neler götürdüğüne ve neler getirmesi gerekirken getirmediğine bir bakalım: Çağdaş ülkelerde en çok önem verilen okulöncesi eğitim dikkate alınmadı. İlkokula başlama yaşı 72 aydan 66 aya çekildi. İlkokul beş sınıf yerine dört sınıfa indirildi. Ortaokul üç yıl olması gerekirken dört yıla çıkarıldı. İmam-Hatip Ortaokulları, 28 Şubat’ın yaralarını sarmak için açılıyorsa, yabancı dil eğitiminde çok kan kaybeden Anadolu Liselerinin ortaokulları da açılmalıydı. Lise öğretimi zorunlu eğitim kapsamına alınırken, isteyen öğrencinin örgün eğitim dışında, yaygın eğitimle de bu öğretimi alabilmesinin önü açıldı.
DİNDAR NESİL YETİŞTİRME PROJESİ VE İMAM-HATİPLER
Dinî inanışı da içine alan milliyetçiği, bilim ve teknolojiyi esas alan çağdaşlığı benimsemiş kırk yıllık bir eğitimci olarak, bu sistem değişikliği ile ne yapılmak, hangi amaca hizmet edilmek istendiğini bir müddet anlayamadım.Fakat bir gün Sayın Başbakan projenin amacını açıkladı ve bizi fazla düşünmekten kurtardı: “Dindar gençlik yetiştireceğiz“. Şimdi taşlar yerine oturdu. Hedef, Cumhuriyet’in 100. Yılında dindar bir nesil yetiştirmek. Bu düşünceye göre, Cumhuriyet tek tip “Kemalist nesiller yetiştirme projesi“ni benimsemişti. Şimdi laik düşüncenin ürünü olan bu projeyi, İslâmı referans kabul eden bir proje ile bertaraf etmek gerekiyordu.
Şimdi burada lokomotif bir okula ihtiyaç vardı. O da, ortaokulları da açılan İmam-Hatip Liseleriydi. Artık bu okullara yeni bir misyon yüklenecekti: Dindar gençlik yetiştirme projesini hedefine ulaştırmak. Sayın Başbakan, bu okullara bu misyonun yüklendiğini “İmam-Hatip Liseleri eğitimin parlayan yıldızı olacak!” sözleriyle açıkladı. Peki yüzde 95’i oluşturan öteki liseler eğitimin sönen yıldızı mı olacak? Bu soru hâlâ cevaplandırılmayı bekliyor.
Dindar gençlik yetiştirme projesi, İmam-Hatip Liselerinin dışındaki okullarda ise, 4. Sınıflarda başlayacak Arapça, 5. Sınıftan sonra başlayacak Kur’ân-ı Kerîm ve Siyer-i Nebî dersleri ile yürütülecek. Kur’ân-ı Kerîm derslerinin okullarda seçmeli ders olarak okutulmasını 1970’li yıllarda teklif eden bir hareketin içinden geliyorum, fakat bu gelişmelerden son derece endişeliyim. Bu gelişmeler, “İmam-Hatip Liseleri” ve “Öteki Liseler” gibi bir ayrıma ve bölünmeye yol açacak.
580 İmam-Hatip Lisesi varken ve bunlarda ortaokul bölümleri açılırken, daha talep belli olmadan, yüzlerce okulun statü değiştirilerek alelacele İmam-Hatip Ortaokulu yapılmasını anlamıyorum.Büyükşehirlerde mevcut okullar ihtiyaca tam cevap veremezken, bu okulların bir kısmının çift öğretime dönüştürülerek, bir kısmının ise bağımsız olarak İmam-Hatip Ortaokulu yapılması son derece yanlıştır. 2012-2013 öğretim yılı başlarken birçok yerde Milli Eğitim yetkilileriyle vatandaşların karşı karşıya geleceği bir gerçek. Bu ayrıca halkın büyük bir bölümünün İmam-Hatip Liselerine ve Ortaokullarına cephe almasına da yol açacaktır.Ayrıca bu kadar İmam-Hatip Ortaokulu açılacağına göre, bu okullara öğrenci bulmak için nasıl bir yöntem takip edilecektir? Mahalle baskısı mı yapılacaktır, promosyon mu dağıtılacaktır? Bu konu da bir muammadır.
Ayrıca, 4. Sınıftan itibaren okutulacak Arapça dersi, İngilizce, Fransızca ve Almanca gibi bir yabancı dil olarak kabul edildiğine göre, bu dersi seçen öğrenciler diğer yabancı dilleri seçemiyecekler midir? Bu dersi kimler okutacaktır, yeni atanacak 40 bin öğretmenin kaçı Arapça öğretmenidir? Diyanet İşleri Başkanlığınca atanan 1000 “mele” de bu dersin öğretiminde görev alacak mıdır? Bu dersin ve Kur’ân-ı Kerîm ile Siyer-i Nebî derslerinin seçiminde özellikle küçük yerleşim birimlerinde mahalle baskısı nasıl önlenecektir? Bu dersleri seçenler veya seçmeyenler birbirine hangi gözle bakacaklardır? Bütün bu soruların cevaplarının da verilmesi gerekir.
GENÇLİĞİ SADECE DİNDAR YETİŞTİRMEK YETERLİ Mİ?
Yanlış anlaşılmasın, dindar nesil yetişmesine kesinlikle karşı değilim. Tam aksine Türklükle İslâmiyeti birbirinden ayırmayan “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar müslümanım” diyen bir kültürden geliyorum. Fakat, 21. Yüzyılda bir insanın sadece dindar olarak yetiştirilmesinin yeterli olmayacağı görüşündeyim. Bu çağda dünya ile yarışabilen ve rekabet edebilen bir gencin dindarlık dışında başka donanımlara da sahip olması gerekir. Teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği, bilginin her gün geometrik olarak yenilendiği ve dünyanın küresel bir köye dönüştüğü bu çağda Türk insanının “Nitelikli insan, bilinçli yurttaş” olarak yetiştirilmesi gerekir.
21. yüzyılda dünya ile iletişim kurabilen, bilim ve teknolojiye hâkim, araştıran, sorgulayan, hak ve hukukunu arayan, yöneten, proje üreten ve marka oluşturanbir gençliğe ihtiyacımız vardır. Bu gençlik aynı zamanda vatanını ve milletini seven, dilini, egemenliğini ve bağımsızlığını koruyan, insan ilişkileri mükemmel, ahlâklı, dürüst ve inançlı bir yapıda olmalıdır. Ayrıca bu gençlik, her türlü farklılıkları yadırgamadan, hiçbir ayırım yapmadan, herkese sevgi, saygı ve hoşgörü anlayışı içinde yaklaşabilmelidir. Dünya vatandaşı olmadan dünya insanlığı ile iletişim kurabilmelidir. Her türlü önyargıyı aşarak bilimsel düşünmeli, kin ve düşmanlığı özünde barındırmamalıdır.Bu konuda Mevlâna ve Yunus Emre’nin eserlerinde ortaya koydukları sevgi felsefesi rehberimiz olmalıdır.
Sonra şu gerçeği de gözden uzak tutmayalım; siz hep Cumhuriyet’in hep tek tip, “Kemalist” bir gençlik yetiştirmesinden şikayet ettiniz. Şimdi siz “dindar gençlik yetiştireceğiz” diyerek aynı hataya düşmüyor musunuz?Bu sebeplerle, İmam-Hatip Liselerinin, “Kemalist nesil yetiştirme projesi“ne alternatif, “Dindar nesil yetiştirme projesi“nin lokomotifi okullar olarak görülmesi ve diğer okulların “öteki“leştirilmesi, eğitimi böler, gençliği böler, daha doğrusu ülkeyi böler. Bir de şunu unutmayalım, din ekseninde bir bölünme diğer bölünmelere de benzemez.Zaten ülkeyi bölmek isteyen bu kadar iç ve dış şer güç varken, bir de bu bölücülüğe öncülük etmek hem günahtır, hem ağır bir vebaldir, bilerek yapılıyorsa milletimize ihanettir. Hem de bu okullarda okuyan gençlerimize en büyük kötülüktür.
Bu yüzden politikacılarımıza diyoruz ki, “çekin ellerinizi İmam-Hatip Liselerinin üzerinden“. Bunun yerine bütün gençlerimizi, maneviyatı da içine alan “milliyetçi ve çağdaş nesiller” olarak yetiştirelim. Parolamız: “Yabancılaşmadan çağdaşlaşmak” olmalıdır.