İmam-Hatipler ve Ötekiler Ayırımı Ülkeyi Böler

105

İmam-Hatip Liseleri, dindar ailelerin çocuklarının dinini daha iyi öğrenmeleri ihtiyacına cevap vermek ve yükseköğretime öğrenci hazırlamak üzere kurulmuş Cumhuriyet okullarıdır. Fen bilimleri ağırlıklı eğitim veren Fen Liselerinden, sosyal bilimler ağırlıklı eğitim veren Sosyal Bilimler Liselerinden, yabancı dil ağırlıklı eğitim veren Anadolu Liselerinden, sanat eğitimi veren Güzel Sanatlar Liselerinden farkı yoktur.

Bunun böyle olduğunun vurgulanması için önce adının, sonra da Bakanlıkta bağlı bulunduğu öğretim dairesinin değiştirilmesi gerekir. Fakat, “4+4+4 kesintili 12 yıllık zorunlu eğitim sistemi“ne geçilme kararı alındıktan sonra yapılan konuşmalar ve düzenlemeler, İmam-Hatip Liselerine özel bir misyon yüklenerek öteki liselerin alternatifi okullar haline getirilmeye çalışıldığı görülmektedir.

İMAM-HATİPLER BİRİHTİYAÇTAN  DOĞMUŞTUR

İmam- Hatip Liseleri, bir ihtiyaçtan doğmuştur. Cumhuriyetin ilk çeyrek asrı içinde din eğitim ve öğretiminde oluşan yirmi yıla yakın boşluk bugüne kadar yansıyan birçok sosyal çatışmanın da kaynağı olmuştur. Olay,  sadece boşluk bırakılması ile kalmamış, vatandaşın kendi kendine dinini öğrenme ve ibadetini yapma konusunda yasaklama, engelleme ve baskılara kadar gitmiştir. Bu da halkla devlet arasında sürtüşmeye, çatışmaya, hatta düşmanlığa kadar gitmiştir. Bu bazı kişilerde “laiklik, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı“na kadar gitmiştir. Bunda laikliği “dindışılık“, “dine yabancı olma” gibi algılamaya yol açan söylemlerin ve dindarlara karşı sergilenen olumsuz eylemlerin de büyük etkisi olmuştur.

Din eğitiminde bırakılan boşluk sonucunda toplumda cenaze namazını kıldırabilecek kadar bile dinini bilen kişi kalmamıştır. Tarikatların gelişmesi, cemaatlerin oluşması ve bazı kanaat önderlerinin öne çıkması bu dönemde olmuştur. 1930-1948 yılları arasındaki on sekiz yıllık boşluk sonucunda meydana gelen din görevlisi açığını kapatmak için 1948-1949 öğretim yılında İmam-Hatip Kursları açılmış ve bu kurslar 1951 yılında İmam-Hatip Liselerine dönüştürülmüştür. Bu okulların mezun kitlelerinin artması ve toplumda bir ağırlık kazanması 1960’lı yıllarda gerçekleşmiştir.

SİYASETİN DİNE TASALLUTU

Dil ve din, bir toplumu millete dönüştüren en önemli unsurlardır. Özellikle Türk milleti dilinden çok dinine özen göstermiş, tarih boyunca dinini koruma ve yaymanın mücadelesini vermiştir. Türk milletinin dinine düşkünlüğünün farkına varan 1950’li yılların iktidardaki politikacıları, siyasi çıkar hesaplarıyla dinî cemaatlere büyük rağbet göstermişlerdir. 1940’lı yılların CHP’si, nasıl özellikle Köy Enstitüsü mezunu öğretmenleri siyasi hedefleri doğrultusunda kullanmaya çalışmışsa, 1950’li yılların DP’si de din görevlilerini ve dinî cemaatleri kullanmaya çalışmışlardır. Bu durum bir ara köylerde “öğretmen-imam çatışması“na yol açmıştır.  1960’lı yılların AP’si ise dinî gruplarla birlikte İmam-Hatip Lisesi mezunlarını siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışmıştır. 1970’li yıllarda ise MNP (Milli Nizam Partisi), hem cemaatleri, hem de bu okullardan mezun olanları arka bahçesi görmeye başlamıştır.

Fakat şu gerçeği açıkça itiraf etmek gerekir ki, İmam-Hatip Lisesi ve Yüksek İslâm Enstitüsü mezunları, mümkün olduğu kadar bu istismarlardan kendilerini korumaya çalışmışlar, kendilerini diğer okulların mezunlarından farklı görmemişler, Cumhuriyet rejimine karşı bir tavır içine girmemişler ve hiçbir anarşik eylemin içinde yer almamışlardır.

12 Eylül 1980’den sonra ülkücü ve solcu gençler hapislere girmiş, İmam-Hatip Gençliği bu ortamdan hiç etkilenmemiştir. Ancak eski siyasi partilerin 1987’den sonra yeniden siyasi arenada boy göstermelerinden sonra Erbakan’ın MSP’si İmam-Hatip Liselerini kendi siyasi hareketinin “arka bahçe“si ve “fidanlığı” görmüştür. Bunu da her davranışında ortaya koymuştur. Bu durum, bu okulları, özellikle 1990’lı yıllarda Atatürkçü ve laikliği kimseye bırakmayan, dini öcü gibi gören klasik elitlerin boy hedefi haline getirmiştir.

28 ŞUBAT İMAM-HATİPLERİ VURDU

Özellikle 1980’li yılların başlarında bu okullara kız öğrencilerinde  alınması ve bunların kapalı forma giyip türban takmaya başlamaları, bu kesimin bu okullara saldırısını arttırmıştır. 28 Şubat 1997 tarihinden sonra dindar kesime, dinî cemaatlere karşı ve dinî faaliyetlere karşı takınılan olumsuz tavırlarda en büyük zararı, ortaokulları kapandığı için, İmam-Hatip Liseleri görmüştür. Bu yüzden Anadolu Liselerinin ve bazı Meslek Liselerinin de ortaokulları kapatılmış, dolayısıyla bu Liseler de eğitimlerinde büyük zarar görmüşlerdir.Bu arada YÖK de üniversiteye girişte alanlara göre farklı katsayı uygulamasına geçince İmam-Hatip Liseleri bir darbe daha yemiş oldu.

O zaman İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünde Basın ve Halkla İlişkilerden Sorumlu Müdür Yardımcısı idim ve “Sekiz yıllık kesintisiz eğitim“le ilgili programlara konuşmacı olarak katılıyordum. O konuşmalarımda, “Veliler çocuklarını İmam-Hatip Liselerine, imam-hatip olsun diye değil, dinini iyice öğrensin, dindar biri olsun diye veriyor. Madem bu okulların ortaokulları kapatılmak isteniyor, o zaman bu ortaokullarda diğerlerinden farklı olarak okutulan 4 saat Arapça ve 4 saat Kur’ân-ı Kerîm dersini, genel ortaokullara seçmeli olarak koyalım. Böylece vatandaşın ihtiyacına cevap verilmiş olur, o zaman da İmam-Hatip Ortaokullarının kapatılması sorun olmaz” dedim. Bu görüşümün çok mantıklı olduğunu gören ve hak veren birçok Bakanlık bürokratı, o günün siyasi atmosferinden korkarak bu görüşü savunamadılar. Eğer on beş yıl sonra kabul edilen bu görüşlerim, o zaman hayata geçirilseydi, bugün karşılaştığımız birçok sıkıntılar olmayacaktı.

28 Şubat sürecinde İmam-Hatip Liseleri hem imaj kaybetti, hem de yarı yarıya öğrenci kaybetti. Mezunlarından Başbakanlar, Meclis Başkanları, Milletvekilleri ve üst düzey bürokratlar çıkaran bu okullar, bu dönemde büyük bir mağduriyete uğradı. 2002-2012 yılları arasında geçen on yılda da bu okulların durumunda bir iyileştirme olmadı. 2010 yılı sonunda gerçekleştirilen 18. Milli Eğitim Şûrası’nda, “Okulöncesi eğitimin bir yıllık bölümü ile 4 yıllık lise öğretiminin zorunlu eğitim kapsamına alınmasına, 8 yıllık kesintisiz ilköğretimin iki kademeli hale getirilmesi“ne, dolayısıyla zorunlu eğitimin 13 yıla çıkarılmasına karar verildi.

4+4+4 SİSTEMİVE İMAM-HATİPLER

18. Milli Eğitim Şûrası’nın kararına göre, yeni eğitim sisteminin (1+5+3+4=13 yıl) biçiminde yapılanması gerekirdi. 2011 yılında Nimet Çubukçu’nun yerine Ömer Dinçer Milli Eğitim Bakanı oldu. İlk iş olarak 26.09.2011 tarih 141 sayılı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı kararıyla 2012-2013 öğretim yılından itibaren 4. ve 5. Sınıflarda, 2013-2014 öğretim yılından itibaren 6. 7. ve 8. Sınıflarda uygulanma üzere İlköğretim Arapça (4.-8. Sınıflar) Dersi Öğretim Programı kabul edildi. Ardından 56 İl Milli Eğitim Müdürü değişti, Bakanlık Merkez Teşkilatındaki 36 Genel Müdürlük ve Daire Başkanlığı sayısı 17’ye düşürüldü, yardımcıları ve uzmanları ile 300 Bakanlık üst düzey bürokratı görevlerinden alındı, yerlerine eğitimci olmayanlar getirildi.

Tam bu konular tartışılırken torbadan birden “4+4+4 sistemi” çıktı, kamuoyunda, eğitim câmiasında ve TBMM’nde doğru dürüst tartışılmadan Başbakanımızın talimatıyla kaşla göz arasında yangından mal kaçırırcasına kabul edildi.  Bu sistem ne getirdi: İmam-Hatip Ortaokullarını ve ortaokul ile liselere seçmeli Kur’ân-ı Kerîm ve Siyer-i Nebî (Hz. Muhammed’in Hayatı) derslerini. Bunlara toplumun büyük çoğunluğunun bir şey dediği yok.

Peki bu sistemin neler götürdüğüne ve neler getirmesi gerekirken getirmediğine bir bakalım:  Çağdaş ülkelerde en çok önem verilen okulöncesi eğitim dikkate alınmadı. İlkokula başlama yaşı 72 aydan 66 aya çekildi. İlkokul beş sınıf yerine dört sınıfa indirildi. Ortaokul üç yıl olması gerekirken dört yıla çıkarıldı. İmam-Hatip Ortaokulları, 28 Şubat’ın yaralarını sarmak için açılıyorsa, yabancı dil eğitiminde çok kan kaybeden Anadolu Liselerinin ortaokulları da açılmalıydı. Lise öğretimi zorunlu eğitim kapsamına alınırken, isteyen öğrencinin örgün eğitim dışında, yaygın eğitimle de bu öğretimi alabilmesinin önü açıldı.

DİNDAR NESİL YETİŞTİRME PROJESİ VE İMAM-HATİPLER

Dinî inanışı da içine alan milliyetçiği, bilim ve teknolojiyi esas alan çağdaşlığı benimsemiş kırk yıllık bir eğitimci olarak, bu sistem değişikliği ile ne yapılmak, hangi amaca hizmet edilmek istendiğini bir müddet anlayamadım.Fakat bir gün Sayın Başbakan projenin amacını açıkladı ve bizi fazla düşünmekten kurtardı: “Dindar gençlik yetiştireceğiz“. Şimdi taşlar yerine oturdu. Hedef, Cumhuriyet’in 100. Yılında dindar bir nesil yetiştirmek. Bu düşünceye göre, Cumhuriyet tek tip “Kemalist nesiller yetiştirme projesi“ni benimsemişti. Şimdi laik düşüncenin ürünü olan bu projeyi, İslâmı referans kabul eden bir proje ile bertaraf etmek gerekiyordu.

Şimdi burada lokomotif bir okula ihtiyaç vardı. O da, ortaokulları da açılan İmam-Hatip Liseleriydi. Artık bu okullara yeni bir misyon yüklenecekti: Dindar gençlik yetiştirme projesini hedefine ulaştırmak. Sayın Başbakan, bu okullara bu misyonun yüklendiğini “İmam-Hatip Liseleri eğitimin parlayan yıldızı olacak!” sözleriyle açıkladı. Peki yüzde 95’i oluşturan öteki liseler eğitimin sönen yıldızı mı olacak? Bu soru hâlâ cevaplandırılmayı bekliyor.

Dindar gençlik yetiştirme projesi, İmam-Hatip Liselerinin dışındaki okullarda ise, 4. Sınıflarda başlayacak Arapça, 5. Sınıftan sonra başlayacak Kur’ân-ı Kerîm ve Siyer-i Nebî dersleri ile yürütülecek. Kur’ân-ı Kerîm derslerinin okullarda seçmeli ders olarak okutulmasını 1970’li yıllarda teklif eden bir hareketin içinden geliyorum, fakat bu gelişmelerden son derece endişeliyim. Bu gelişmeler, “İmam-Hatip Liseleri” ve “Öteki Liseler” gibi bir ayrıma ve bölünmeye yol açacak. 

580 İmam-Hatip Lisesi varken ve bunlarda ortaokul bölümleri açılırken, daha talep belli olmadan, yüzlerce okulun statü değiştirilerek alelacele İmam-Hatip Ortaokulu yapılmasını anlamıyorum.Büyükşehirlerde mevcut okullar ihtiyaca tam cevap veremezken, bu okulların bir kısmının çift öğretime dönüştürülerek, bir kısmının ise bağımsız olarak İmam-Hatip Ortaokulu yapılması son derece yanlıştır. 2012-2013 öğretim yılı başlarken birçok yerde Milli Eğitim yetkilileriyle vatandaşların karşı karşıya geleceği bir gerçek. Bu ayrıca halkın büyük bir bölümünün İmam-Hatip Liselerine ve Ortaokullarına cephe almasına da yol açacaktır.Ayrıca bu kadar İmam-Hatip Ortaokulu açılacağına göre,  bu okullara öğrenci bulmak için nasıl bir yöntem takip edilecektir? Mahalle baskısı mı yapılacaktır, promosyon mu dağıtılacaktır? Bu konu da bir muammadır.

Ayrıca, 4. Sınıftan itibaren okutulacak Arapça dersi, İngilizce, Fransızca ve Almanca gibi bir yabancı dil olarak kabul edildiğine göre, bu dersi seçen öğrenciler diğer yabancı dilleri seçemiyecekler midir? Bu dersi kimler okutacaktır, yeni atanacak 40 bin öğretmenin kaçı Arapça öğretmenidir? Diyanet İşleri Başkanlığınca atanan 1000 “mele” de bu dersin öğretiminde görev alacak mıdır? Bu dersin ve Kur’ân-ı Kerîm ile Siyer-i Nebî derslerinin seçiminde özellikle küçük yerleşim birimlerinde mahalle baskısı nasıl önlenecektir? Bu dersleri seçenler veya seçmeyenler birbirine hangi gözle bakacaklardır?  Bütün bu soruların cevaplarının da verilmesi gerekir.

GENÇLİĞİ SADECE DİNDAR YETİŞTİRMEK YETERLİ Mİ?

Yanlış anlaşılmasın, dindar nesil yetişmesine kesinlikle karşı değilim. Tam aksine Türklükle İslâmiyeti birbirinden ayırmayan “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar müslümanım” diyen bir kültürden geliyorum. Fakat, 21. Yüzyılda bir insanın sadece dindar olarak yetiştirilmesinin yeterli olmayacağı görüşündeyim. Bu çağda dünya ile yarışabilen ve rekabet edebilen bir gencin dindarlık dışında başka donanımlara da sahip olması gerekir. Teknolojinin baş döndürücü bir hızla geliştiği, bilginin her gün geometrik olarak yenilendiği ve dünyanın küresel bir köye dönüştüğü bu çağda Türk insanının “Nitelikli insan, bilinçli yurttaş” olarak yetiştirilmesi gerekir.

21. yüzyılda dünya ile iletişim kurabilen, bilim ve teknolojiye hâkim, araştıran, sorgulayan, hak ve hukukunu arayan, yöneten, proje üreten ve marka oluşturanbir gençliğe ihtiyacımız vardır. Bu gençlik aynı zamanda vatanını ve milletini seven, dilini, egemenliğini ve bağımsızlığını koruyan, insan ilişkileri mükemmel, ahlâklı, dürüst ve inançlı bir yapıda olmalıdır. Ayrıca bu gençlik, her türlü farklılıkları yadırgamadan, hiçbir ayırım yapmadan, herkese sevgi, saygı ve hoşgörü anlayışı içinde yaklaşabilmelidir. Dünya vatandaşı olmadan dünya insanlığı ile iletişim kurabilmelidir. Her türlü önyargıyı aşarak bilimsel düşünmeli, kin ve düşmanlığı özünde barındırmamalıdır.Bu konuda Mevlâna ve Yunus Emre’nin eserlerinde ortaya koydukları sevgi felsefesi rehberimiz olmalıdır.

Sonra şu gerçeği de gözden uzak tutmayalım; siz hep Cumhuriyet’in hep tek tip, “Kemalist” bir gençlik yetiştirmesinden şikayet ettiniz. Şimdi siz “dindar gençlik yetiştireceğiz” diyerek aynı hataya düşmüyor musunuz?Bu sebeplerle, İmam-Hatip Liselerinin, “Kemalist nesil yetiştirme projesi“ne alternatif,  “Dindar nesil yetiştirme projesi“nin lokomotifi okullar olarak görülmesi ve diğer okulların “öteki“leştirilmesi, eğitimi böler, gençliği böler, daha doğrusu ülkeyi böler. Bir de şunu unutmayalım, din ekseninde bir bölünme diğer bölünmelere de benzemez.Zaten ülkeyi bölmek isteyen bu kadar iç ve dış şer güç varken, bir de bu bölücülüğe öncülük etmek hem günahtır, hem ağır bir vebaldir, bilerek yapılıyorsa milletimize ihanettir. Hem de bu okullarda okuyan gençlerimize en büyük kötülüktür.

Bu yüzden politikacılarımıza diyoruz ki, “çekin ellerinizi İmam-Hatip Liselerinin üzerinden“.  Bunun yerine bütün gençlerimizi, maneviyatı da içine alan “milliyetçi ve çağdaş nesiller” olarak yetiştirelim. Parolamız: “Yabancılaşmadan çağdaşlaşmak” olmalıdır.

 

Önceki İçerikHicaz’da Peygamber İzleri
Sonraki İçerikYeni Kent Merkezi MİA
Avatar photo
Bulgaristan göçmeni bir ailenin oğlu Sâkin Öner 05.10.1947 tarihinde Denizli ilinin o zaman Çal ilçesine bağlı bulunan Dedeköy bucağında doğdu. Bugün Dedeköy 'Baklan' adıyla Denizli'ye bağlı bir ilçedir. Babası Emniyet Komiseri merhum Celalettin Öner, (1922-16.12.1970) annesi Denizli'nin Honaz ilçesinden ev hanımı merhume Ulviye Öner (Akkuş)'dir. Annesi 1951yılında vefat etmiştir. Babası 1953 yılında Polis Memuru olarak görev yaptığı Aydın ilinin Nazilli ilçesinde Zarife Öner (Meriçoğlu) ile ikinci evliliğini yapmıştır. Sakin Öner 1951-1953 yılları arasında Dedeköy (Baklan)'da dedesinin ve babaannesinin yanında kalmıştır. İki yıl köy ortamında kalan Öner, burada kırsal kesimdeki Türk insanının yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, zengin halk kültürünü tanıma imkânını bulmuş ve bu döneme ait izler şiirlerine ve yazılarına yansımıştır. ÖĞRENİM HAYATI Babasının memuriyeti sebebiyle 1954-1955 der yılında Manisa'nın Kırkağaç ilçesinde başladığı İlkokul hayatı; Manisa'nın merkezinde devam edip Afyon'un Sandıklı ilçesinde tamamlandı. 1959-1960 Öğretim yılında Sandıklı Ortaokulu'nda başlayan ortaokul tahsili, Bandırma'da devam edip Van'da tamamlandı. Lise'ye Van'da başlayıp Yozgat'ta tamamladı. 1965 Haziranında girdiği Üniversite Giriş sınavı sonunda birinci tercihi olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazandı. Burada öğretimini sürdürürken Babıâli'de Sabah Gazetesi'ne muhabir olarak çalıştı. 1966 yılında Bugün Gazetesi'ne teknik sekreter olarak transfer oldu. Bu arada Hukuk Fakültesi'nden ayrıldı. 1967'de yeniden girdiği Üniversite Giriş İmtihanı'nı kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt oldu. 1967-1972 yılları arasında bu bölümde okudu. Bu süre içinde dergicilik, kitapçılık ve yayıncılık yaptı. 1972 yılı Şubat ayında diploma aldı. Babasının vefatı sebebiyle Denizli iline tâyinini istedi ve aile fertlerinin sorumluluğunu üstlendi. 1981 yılında doktora çalışmalarını başlatan Öner, 1987 yılında doktora yeterlik sınavını verdi. Ancak, idarî görevleri sebebiyle doktora çalışmalarına uzun süre ara vermek mecburiyetinde kaldığından, 2003 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Doktoru oldu. MEMURİYET HAYATI Denizli Lisesi Edebiyat Öğretmeni olarak memuriyet hayatına başladı. 17.02.1973 tarihinde Denizli ilinin Acıpayam ilçesi Darıveren bucağında Fidan Oymak ile evlendi. 1975 yılı Temmuz-Ekim ayları arasında İzmir-Bornova'daki Topçu Taburu'nda kısa süreli askerlik görevini yaptı ve Topçu Asteğmen olarak terhis oldu. Memuriyet hayatı; İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne Müdür Yardımcısı ve Edebiyat Öğretmeni, Tahakkuk Müdür Yardımcısı ve Türkçe Bölümü Öğretim Görevlisi, Sinop Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak devam etti. Çalışma şartlarının uygun olmaması ve ailesinin İstanbul'da kalması sebebiyle, çok sevdiği meslek hayatına Mayıs 1977 tarihinde istifa ederek İstanbul'daki günlük Hergün Gazetesi'nde önce Haber Müdürü sonra da Yazı İşleri Müdürü oldu. 01 Ocak 1980 tarihinde yeniden öğretmenlik mesleğine dönek için başvurdu. Görev emri gelinceye kadar büyük düşünür ve yazar S. Ahmet Arvasi'nin kurduğu Türk Gençlik Vakfı'nın müdürlüğünü yaptı ve bu vakfın yayın faaliyetlerini yürüttü. 23.03.1970 tarihinde İstanbul Kız Lisesi'ne tâyini çıktı. 07.04.1980 tarihinde İstanbul Şehremini Lisesi'ne Edebiyat Öğretmeni ve müdür yardımcısı oldu. 13.12.1982'de İstanbul Pertevniyal Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak nakledildi. Bu okulda 23.08.1983'te Müdür Başyardımcısı oldu. 05.12.1984'te de İstanbul Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nde Müdür olarak vazifelendirildi. 27.06.1987 tarihinde İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü'ne Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildi. 16.10.1992 tarihinde Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne. 29 Haziran 1995 tarihinde ikinci defa İstanbul Millî Eğitim Müdür Yardımcılığına, 01.07.1998 tarihinde Vefa Lisesi camiasının umumi isteği üzerine ikinci defa Vefa Lisesi Müdürlüğüne, 18.08.2010 tarihinde İstanbul lisesi Müdürlüğü'ne kâyin edildi. Mart 2012'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. EDEBİYATTA 50 YIL Sâkin Öner'in edebiyatla ilgisi, 1957 yılında şiir yazmakla başladı. Merakı gelişerek, dosya kâğıdından dergiler yaptı. İlk şiirini 1957 yılında, ilkokul dördüncü sınıfta iken yazdı. "Gurbet" başlıklı bu şiir aynen şöyleydi: Gurbetteyim bugünlerde Geziyorum sahillerde Oturup ağlıyorum Hicran dolu bahçelerde Sızlar gizli yaralar Gönlümde hatıralar Günler geçer de sonra Yaşlar gönlüme dolar Ayrı düştüm sıladan Kan damlıyor yaradan Gurbet ayırma beni Yurttan, eşten ve dosttan. Ortaokul 2. sınıfa Bandırma'daki dayılarının yanında okurken ilk şiiri, Bandırma Ufuk Gazetesi'nde yayınlandı. Öğretmeni Münevver Yardımsever her dersine, Sâkin Öner'e bir şiir okutarak başlardı. Böylece şiir okuma sanatını öğrendi. Şiir okuma görevi Van Lisesi'nde de devam etti. Millî bayramlar ve törenlerin değişmez elemanı idi, okul adına günün anlamına uygun şiiri o okuyordu. Şiirleri Van'da çıkan gazetelerde yayınlandı. Şiir yarışmalarına katılıp dereceler aldı. Ortaokul 3. sınıfta okul idaresinden izin alarak şahsı adına 'Doğuş' adıyla bir duvar gazetesi çıkardı. Bu gazetedeki bütün yazı ve şiirler kendisine aitti. Lise 1. sınıfa geçtiğinde Okul Müdürlüğü, okulun Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığına Öner'i getirdi. Okulun camekânlı büyük bir duvar gazetesi vardı. Artık onu o çıkarıyordu. Gazetede makale, deneme, röportaj, hikâye, şiir, haber, karikatür, bulmaca ve spor olmak üzere çok çeşitli türlere ve konulara yer veriliyordu. 15 günde bir değişen bu gazetede kendisine çeşitli haberler ve spor haberlerinde Cafer İpek, karikatür ve bulmacada da Metin Haldenbilen isimli bir arkadaşı yardım ediyordu. 1962 yazında Ağrı'da bulunan teyzesinin yanına gittiğinde orada yayınlanan günlük Mesuliyet Gazetesi ile temasa geçti. Bu gazetede de 'GÜN-KİN' isimli şiiri yayımlandı. Lise 1. sınıfta iken 1963 yılında Sakin Öner Yeşil Van gazetesinde 'Bahçemin Çiçekleri' başlıklı bir sütunda 'Bülbül' mahlasıyla günlük fıkralar yazmaya başladı. Mahlas kullanmasının sebebi, ailesinin bu tür çalışmalara, derslerini aksatacağı gerekçesiyle karşı olmalarındandı. İçindeki yazma aşkını frenleyemeyen Öner, takma isimle de olsa yazmayı sürdürüyordu. Artık yazma işini, gazetelerdeki kendisinden yaşça büyük ve deneyimli köşe yazarlarıyla polemiğe girmeye kadar götürmüştü. Bu arada Yeşil Van ve diğer gazetelerde sık sık şiirleri yayımlanıyordu. Bu arada Serhat Postası isimli gazetenin açtığı şiir yazma yarışmasında üçüncü oldu. Bir gün, yeni taşındıkları evin sahibiyle girdiği polemiği içeren 'Ev, ev, yine ev...' başlıklı bir yazıya rastlayan babası, 'Bülbül' mahlaslı yazıları onun yazdığını anladı. Fakat hayret ki, hem fazla yüzgöz olmadı, hem de kızmadı. Belki de gizli gizli gurur duydu. Bu süreç, Van'dan Yozgat'a tayin oldukları 1964 yazına kadar devam etti. Babasının 1964 yazında Yozgat'a tâyin olması üzerine Öner, Lise 3. sınıfı Yozgat Lisesi'nde okudu ve buradan mezun oldu. En yakın sınıf arkadaşı Cemil Çiçek'ti. Sakin Öner, ailesinden, Van ve Yozgat'taki arkadaşlarından aldığı etkilerle milliyetçi ve maneviyatçı duyguları ağır basan, fikrî ve siyasî hareketlerle ilgilenen, şiir ve nesir alanında epey deneyim kazanmış bir genç olarak İstanbul'a gelince Yine şiir, edebiyat dergi yayıncılığı ile ilgilendi. Gazetelerde, muhabir, sayfa sorumlusu ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Yayınevi kurdu, kitap yayınladı, kitaplar yazdı. Üçdal Neşriyat'ta sekreter ve musahhih olarak çalıştı. Bu arada, 1 Kasım 1966 tarihinde Ali Muammer Işın ve Ahmet Karabacak tarafından Millî Hareket adıyla Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'ni destekleyen milliyetçi düşünceyi temsil eden 15 günde çıkan dergi yayımlanmıştı. Bu derginin 15 Aralık 1966 tarihli 4. sayısında Öner'n 'Bekamız İçin Birleşmeliyiz' başlıklı ilk yazısı yayımlandı. Ali Muammer Işın'ın ayrılması üzerine 8. sayıdan itibaren derginin sahibi Ahmet B. Karabacak oldu. Bu sayıdan itibaren Öner de, derginin Teknik Sekreteri, 48. sayıdan itibaren derginin Genel Yayın Müdürü oldu. Dergi, Eylül 1970'de yayımlanan 50. sayısı ile kapandı. 1969 yılında kurulan Ülkü Ocakları Birliği'nin de Genel Sekreteri olan Öner, bu dönemde, Birlik tarafından düzenlenen konferansı kitap hâline getirerek bastırdı. Erol Kılıç'ın başkanlığı döneminde de Birlik adına 'Ergenekon' adıyla bir dergi yayımladı. Bu arada, Cavit Ersin'in 'Millî Ekonomi ve Ziraat', Mustafa Eşmen'in 'Türk Köyü' ve Öncüler Dergisi'nde fikrî yazıları yayımlandı. Millî Hareket Yayınevi, 1970 yılında Cağaloğlu'na taşınınca Beyazsaray 41 numarada Öner, Ergenekon adıyla bir yayınevini kurdu ve Alparslan Türkeş'in Genişletilmiş Dokuz Işık kitabını yayımladı. 1972 yılı başında Ömer Seyfettin'in 'Millî Tecrübelerinden çıkarılmış Ameli Siyaset' isimli eserini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek sadeleştirdi. Bu çalışması Göktuğ Yayınevi tarafından 'Amelî Siyaset' adıyla bastırıldı. Bu, Öner'in basılan ilk kitabıdır. 1972 Mayıs'ında Denizli Lisesi'nde öğretmenliğe tâyin edilince Ergenekon Yayınevi'ni gençlere bıraktı. Denizli Lisesi'ndeki görevi sırasında sınıf ve okul gazetelerinin çıkarılmasına öncülük etti, Mevlana ve Âşık Veysel'le ilgili yazdığı senaryoları sahneye koydu, önemli şairlerimizin anma günlerini yaptı. Okula edebî ve kültürel faaliyetler yönünden bir hareket getirdi. Orada iken yazdığı Abdülhak Hâmit Tarhan isimli biyografi çalışması, 1974'te Toker Yayınları'nca basıldı. Ömer Seyfettin'in 'Türklük Mefkûresi' isimli eserini de Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek 'Türklük Ülküsü' adıyla 1975'te Türk Kültür Yayınları arasında yayımlattı. 1975 Kasımında İstanbul'a Atatürk Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Öğretim Görevlisi olarak döndükten sonra, bir taraftan anarşinin at koşturduğu okulda düzeni sağlamaya ve derslere girmeye çalışırken, bir taraftan da edebî çalışmalarına devam etti. Burada görev yaptığı üç yıl içinde 'Ülkücü Şehitlere Şiirler' (1975), 'Ülkücü Hareket'in Şiirleri ve Marşları' (1976) isimli antolojileri, 'Ârif Nihat Asya' (1978) isimli biyografi kitabını, Müslim Ergül ve Osman Nuri Ekiz'le birlikte Eğitim Enstitüleri Türkçe Bölümü 2. sınıf Yeni Türk Edebiyatı (Servet-i Fünûn'dan Cumhuriyet'e kadar) isimli ders kitabını hazırladı ve yayımlattı. Ortadoğu gazetesinde de bazı edebî makaleleri yayınlandı. Bu arada, aralarında S. Ahmet Arvasi'nin de yer aldığı bu okulda görev yapan yirmi arkadaşıyla 'Dokuz Işık' adıyla bir yayınevi kurdu ve bu yayınevi iki yılda on kitap yayımladı. Öner, şimdi geriye dönüp baktığında, her gün anarşik olayların yaşandığı arada öğretmenlerin ve öğrencilerin dövüldüğü ve yaralandığı hatta öldürüldüğü saat 08.00'den 24.00'e kadar devam eden bir mesai sırasınca bu kadar çalışmanın nasıl yapılabildiğine şaşırmakta, bunu gençliğine, dâvâsına olan inancına ve heyecanına bağlamaktadır. 1978 yılı ortalarında, Sinop'a tâyin olduğu ve orada anarşi nedeniyle güvenli bir çalışma ortamı bulamadığından çok sevdiği mesleğinden istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Bu yıl içinde mezuniyet tezi olan Yusuf Akçura'nın Türk Yılı (1928)'nda yer alan 'Türkçülük' isimli 128 sahifelik uzun makalesini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevrilmesini, sadeleştirmesini, önemli kişi, kurum ve kavramlarla ilgili notları içeren çalışmasını Türkçülük adıyla Türk Kültürü Yayınları arasında yayımlattı. Bu arada, hayatının üçüncü gazetecilik dönemi olan Hergün Gazetesinde Haber Müdürü olarak göreve başladı. Gazetede, bir taraftan bu görevi yürütürken, bir taraftan da haftada üç gün 'Ülkücünün Gündemi' isimli köşede güncel siyasî konularda fıkralar ve önemli olaylarda 1. sahifede imzasız yorumlar yazıyordu. 'Öz Yurdumda Garibim' başlıklı yurtlardan atılan milliyetçi öğrencilerin dramını anlatan röportajı ile 1978 yılında Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti'ne 'En İyi Röportaj Yazarı' seçildi. 1979 yılında yine bu gazetede çalışmasını sürdürürken Toker Yayınları'ndan 'Nihal Atsız' isimli biyografik çalışmasını, Su Yayınları'ndan 'Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine' isimli araştırma kitabını yayımlattı. 1979 yılı başlarında gazetenin boşalan Yazı İşleri Müdürlüğü'ne getirildi. Dokuz ay bu görevi sürdürdükten sonra yıl sonunda öğretmenlik görevine dönmek için Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. 1980 yılı Mart'ında İstanbul Kız Lisesi'nde depo öğretmeni olarak göreve döndükten sonra Nisan ayına da Şehremini Lisesi'ne tâyin edildi. Sakin Öner 12 Eylül 1980 İhtilâli'den sonra, Şehremini Lisesi'nde Müdür Yardımcısı olarak yeniden idarecilik görevine başladı. Burada okulun Kültür ve Edebiyat Kolu çalışmalarını yürüttü. Doğa isimli bir okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti. Bu arada Eğitim Enstitüsü'nde iken hazırlamaya başladığı Kompozisyon Sanatı (Düzenli Konuşma ve Yazma Sanatı) isimli kitabı tamamladı. Bu kitap, 1981 yılında Veli Yayınları tarafından yayımlandı. Ortaöğretim ve Yüksek Öğretim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan bu kitap, Öner tarafından ancak 2005 yılında güncelleştirildi ve genişletildi. Okulun Tiyatro Kolu Başkanlığı'nı da yürüten Öner, 1981 yılında 'Gün Işığı' isimli oyunla Millî Eğitim Vakfı 1. Tiyatro Yarışması'na katıldı ve başarı kazanıldı. Aynı yıl Veli Yayınları'ndan İmla-Noktalama ve Cümle Bilgisi, Örnek Açıklamalarla Atasözleri ve Özdeyişler isimli kitabını yayımlattı. 1992 yılında Prof. İskender Pala ve Rekin Ertem'le birlikte Ortaokul 1., 2. ve 3. sınıflar için Türkçe ve Dil Bilgisi kitaplarını hazırladı. Bu altı kitap Deniz Yayınları tarafından yayımlandı. Beş yıl süre ile okutulan bu kitaplar eğitim camiasında büyük ilgi gördü. 'Millî Eğitimin İçinden' adıyla bir kurum içi halkla ilişkiler dergisi çıkardı. 1997 yılında Vefa Lisesi'nin 100. kuruluş yılı anısına bir anı kitabı hazırladı. Bu kitap Vefa Eğitim Vakfı yayını olarak 'Vefa Lisesi 125. Yıl Anısına' adıyla yayımlandı. 1997 yılı sonlarında seçtiği öğretmenlerle Milli Eğitim Bakanlığı'nın talimatıyla Lise 9., 10. ve 11. sınıfların Edebiyat, Kompozisyon ve Türk Dili kitaplarının yazımını sağladı ve editörlüğünü yapı. 2005 yılında da yeni öğretim programları ve tekniklerine göre hazırlan Lise 9. sınıf Türk Edebiyatı kitabının da editörlüğünü yaptı. Özlü Sözler isimli kitabı da1998 yılında Yuva Yayınları tarafından basıldı. 1998 yılı ortalarında yeniden Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne dönen Öner, Kırk yılı aşkın bir süredir yazdığı şiirlerini topladı. Değerli Şairlerimiz Mehmet Zeki Akdağ, Ayhan İnal, Bestami Yazgan ve Yusuf Dursun'un beğenisi üzerine ilk şiir kitabını 2002 yılında 'İlk Dersimiz Sevgi' adıyla yayımladı. Sakin Öner, son olarak Vefa Lisesi'nin 13. kuruş yıldönümü münasebetiyle Edebiyat Öğretmenleri Hayri Ataş ve Hatice Gülcan Topkaya ile birlikte 'Vefa Lisesi 135. Yıl Anısına' isimli kitabı hazırladı. Bu arada 2001 yılından bu yana Yeşil-Beyaz isimli okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti ve bu derginin her sayısında bir yazısı yer aldı. 12 Eylül 1980'den sonraki dönemde başta Güneysu, Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat olmak üzere çeşitli dergilerde yazıları ve şiirleri yayımlandı.