İlahiyatçı Sosyolog Dr. Abdülkadir Sezgin ile sohbetin ikinci bölümünde gerçek anlamda Alevi Açılımı başlatıyoruz.
Oğuz Çetinoğlu: Hocam, Alevilerin bir kısmı, ne olup ne olmadıklarının bilincinde değiller. Sizce Aleviler nasıl tanımlanmalı?
Dr. Abdülkadir Sezgin: Türkiye Alevileri, Ağrı’dan İzmir Bergama’ya, Edirne’den Hakkâri’ye kadar nerede bir Alevi’yim diyen varsa (bir kısmı bu konudaki bilgi eksikliği yüzünden bilmese de) Türk’tür, Müslüman’dır. Hane tarikat bakımından da Hacı Bektaş Veli’ye bağlıdır.
Çetinoğlu: Kültür eski bakanlarımızdan biri, Aleviliğin ayrı bir din olduğunu söylemişti…
Sezgin: Alevilik ayrı din değildir. Ayrı mezhep de değildir.
Çetinoğlu: Sarı Saltuk hakkında da yanlış bilgilere sâhip olanlar var…
Sezgin: Sarı Saltuk ailesi Tuncelilidir. Tunceli’de Sarı Saltuk Ocağı var, onlardan bir kol.
Sarı Saltuk Balkanları Müslüman eden, Balkan yerli ahalisini Müslümanlaştıran, Hanefileştiren adamdır. En az yedi yerde türbesi vardır.
Çetinoğlu: Toplumumuzda yokluğu en çok hissedilen nesne sevgi…
Sezgin: Sevgi olmadan kaya bile yerini sevmiyorsa, yerinden yuvarlanır, yuvarlanan taş yosun tutmaz. Onun için insanın önce sevmeyi öğrenmesi lazım.
Kuran-ı Kerim’de Ahzab Suresi 6. ayetinde, ‘Peygamber, mü’minlere kendi öz nefislerinden, canlarından, birbirlerinden daha yakındır, daha ileridir. Eşleri mü’minlerin anneleridir.’ diyor.
Hem peygamberi kendi canımızdan fazla seveceğiz, hem de bütün din kardeşlerimizi, ‘lailahe illallah Muhammedün Resulullah’ diyen herkesi, kanı kanımızdan, canı canımızdan olan öz kardeşimiz gibi seveceğiz.
Çetinoğlu: Ahlak da çok önemli değil mi Hocam?
Sezgin: Hz. Peygamberin gönderilme sebebi ahlâktır. Şu anda en önemli problemimiz de ahlâk. Yalan söylemeyen önder şahsiyetlere ihtiyacımız var.
Çok namaz kılan insanımız var, çok oruç tutanımız var, çok dua okuyanımız, çok Kur’an okuyanımız, çok hafızlarımız var, ama yalan söylemeyen ve hak yemeyen adam sıkıntımız var.
Asıl problem bu.
Çetinoğlu: Hocam, görüşmemiz sırasında Alevilik anlayışına vurgu yapıldı. Türkiye’mizde bâzı kişilerin, Alevilerin kendileriyle değilse bile, Alevilik anlayışında problemler var. Sizinle bir araya gelmişken bu konuyu da ele alalım istiyorum. Bu problem nasıl çözülür?
Sezgin: Ülkemizde, medya çıkan veya çıkartılan karışıklıklar, İslam ülkeleri arasında Şii-Sünni çatışması çıkması için yapılan küresel faaliyetlere ilave olarak iç politikanın boş, anlamsız, kısır, gayesiz ve özürlü tartışmaları Alevi meselesini gölgede bıraktı. Muharrem ayı ve Hz. Hüseyin’in Şahadet yıldönümü bile kendimize gelmemizi sağlamadı.
Çetinoğlu: Problemlerin varlığını kabul ediyorsunuz. Çözmek için neler yapıldı, neler yapılıyor, başka nelerin yapılması gerekli?
Sezgin: Başkaları ile ‘Diyalog’ yapmak yerine kendi insanımız, din kardeşimiz, kan kardeşimiz olan Alevilerle sevgimizi ve kardeşliğimizi kuvvetlendirecek neler yapıyoruz?
Kendi koşumuz, akrabamız, dünürümüz, gelinimiz, damadımız olan insanlarla sevgi köprüleri kurmadan elin papazları ile diyalog kime hangi yararı sağlayacak?
Gelin o zaman bu meseleyi yeni baştan inceleyelim ve bize ait bir dert, bir mesele, bir sorun olan bu işi nasıl çözeriz, meselesini birlikte düşünelim.
Günümüzün en önemli problemi ‘Alevilik’ konusudur. Hatta ülkemizde en büyük terör olaylarını düzenleyen PKK dâhil, Devrimci Yol, TDP, TKPB, TKP/ML, MLKP-K, TİKKO, Kürdistan Aleviler Birliği ve benzeri örgütlerin üst yönetimi dâhil, önemli sayılacak mensuplarının Alevi kökenli ateist (eski Marksist-Leninist)ler olduğu dikkate alındığında meselenin önemi daha iyi anlaşılabilir.
Çetinoğlu: Sizce problem dinî midir, içtimâî mi?
Sezgin: Alevilik konusu sosyal, kültürel, dinî, hukukî, stratejik bir sorun olmakla birlikte özü itibariyle bir din meselesidir. İşin doğrusu en önemli din meselesi olduğu gibi, aynı zamanda bir şehirlileşme ve sosyal gelişme meselesidir.
Olayı bu şekilde görmeden ve anlamadan yapılacak çözüm önerilerinin başarı şansı olmayacaktır.
Sezgin: Selçuklu Devleti’nin yıkılış döneminde Hacı Bektaş Veli ve arkadaşlarının Anadolu’ya gelişi ile başlayan ve Osmanlı Devleti’nin kurulmaya başladığı yıllarda oluşan Hacı Bektaş Veli yolu, o devirlerde konar-göçer Türkmenler arasında Kızılbaş adı ile başlamış, 16. Yüzyılın başlarında da aynı yolun şehirli kolu olan Bektaşilik kurulmuştur.
Bu gün yaygın olarak kullanılan ve kabul gören terim Kızılbaş kelimesi yerine, ‘Alevi’ kelimesidir.
Çetinoğlu: Tıp ilminde; ‘Teşhis yanlış ise, tedâvi mümkün olmaz’ denilir. Problemin ne olduğunu belirlemekle başlayıp çözüme doğru yol alabilir miyiz? Aleviler kendilerini nasıl tanımlıyorlar?
Sezgin: Aşık Veysel diyor ki:
Aslım Türk’tür. Elhamdülillah Müslüman.
Şükür, ‘Amentü’ye etmişiz iman
Kalbime yaraşmaz şirk ile güman
Gönlümüz nur ile doludur kardeş
Birleşiriz bir bayrağın altında,
Biz Türklerin ikilik yok aslında
Yanar tutuşuruz vatan aşkında
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.
Âşık Veysel’in ‘Birlik’ başlıklı şiirini bir şaheser olarak saymak gerekiyor:
Allah birdir Peygamber Hak
Rabbü’l âlemin’dir mutlak
Senlik benlik nedir bırak
Söyleyim geldi sırası
Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i
Hep Âdem’in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi
Kur’an’a bak İncil’e bak
Dört kitabın dördü de Hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası
Bin bir ismin birinden tut
Senlik benlik nedir sil at
Tuttuğun yola doğru git
Yoldan çıkıp olma asi
Yezit nedir ne Kızılbaş
Değil miyiz hep bir kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi
Kişi ne çeker dilinden
Hem belinden hem elinden
Hayır ve şer emelinden
Hakikat bunun burası
Bu âlemi yaratan bir
O’dur külli şeye kadir
Alevî Sünnilik nedir
Menfaattir varvarası
Cümle canlı hep topraktan
Var olmuştur emir Hak’tan
Rahmet dile sen Allah’tan
Tükenmez rahmet deryası
Veysel sapma sağa sola
Sen Allah’tan birlik dile
İkilikten gelir belâ
Dâvâ insanlık dâvâsı
Ülkemizde yaşayan ve kendisini ‘Alevi’ olarak tanımlayan halk aynen Âşık Veysel gibi, ‘Türk’üm’, ‘Müslüman’ım’ demekte, kendisini ‘Türk Milleti’nin özü’ olarak kabul etmektedir.
Alevi sivil toplum kuruluşlarının çoğunluğu ise, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Avrupa ülkelerinde dağınık ve örgütsüz kalan eski sosyalistlere -Almanya başta olmak üzere- AB ülkelerinde kurdurulan örgütlerin uzantısı olarak kurulmuş örgütler gibi görünmektedir.
Bu örgütleri kuranların tamamına yakını yıllar önce Alevilikle bağını koparmış, Sovyetlerin çöküşü ile yaşadıkları şoktan uyandıklarında kendilerini Alevi örgütü yöneticisi olarak gören Marksist ideolojiyi dünya görüşü olarak benimsemiş kimselerdir.
Bu sebeple de Alevilik konusu incelenip değerlendirilirken halk ile örgütlerin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekir.
Bu yapılmadığında problem anlaşılamaz ve/ya çözümlenemez.
Çetinoğlu: İlgi çekici, çok önemli bir belirleme. Peki, Alevi olmayan kesimlerde Alevilik algılaması nasıl?
Sezgin: Üzülerek ifâde etmeliyiz ki, başta Diyanet İşleri Başkanlığı çalışanları olmak üzere Alevi olmayan veya kendisini Alevi olarak adlandırmayan kesimde son derece olumsuz ve Aleviliği dışlayan yerleşmiş bir anlayış vardır.
Ülke nüfusunu oluşturan bu kesimde ‘Alevilik nasıl algılanıyor?’ sorusuna cevap verilerek başlamak lazımdır.
Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı yönetici ve çalışanları arasındaki algılamalar halkın da algılamalarına örnek olacağı için bu kurum çalışanları arasındaki algılama biçimlerini cümleler halinde sıralamak uygun olacaktır:
*Alevilik ayrı bir dindir.
*Alevilik sapık bir din anlayışıdır.
*Alevilik İslam dışıdır.
*Alevilik ateizmdir.
*Alevilik Müslümanlığın içindedir.
*Alevilik bir kültürdür.
*Alevilik bir alt kültürdür.
*Alevilik bir mezheptir.
*Alevilik diğer tarikatlar gibi bir tarikattır.
Çetinoğlu: İnanılır gibi değil. İslamiyet üzerine eğitim almış insanlar arasında bu kadar câhilce, farklı ve gerçek dışı görüş sâhiplerinin bulunması sâlim aklın kabul edebileceği bir durum değil.
Herhalde siyasî sebeplere dayalı peşin hükümler var.
Sezgin: Tamamına yakını din eğitim ve öğretimi gören ve doğrudan din konusu ile meşgul olanlardaki algılama bile bu kadar yanlışlıklar, çelişkiler içermektedir.
İlahiyat fakültelerinde yapılmış master ve doktora çalışmalarında da ‘Alevilerin Şii/Caferi olduğu’na dair tezler olması bu şaşkınlığın eseri olmalıdır.
Çetinoğlu: Konusunda eğitim-öğretim görmüş kişiler böyle düşünürse, sokaktaki vatandaşın gerçeği görmesi, anlaması mümkün olmaz. Çözüm zorlaşır.
Sezgin: Toplumun Alevi olmayan katmanlarında da ‘kestiği yenmez’, ‘kendileriyle evlenilmez’ şeklindeki algılamanın yaygın olduğu bilinmektedir.
Din ile ciddî ilişkileri olup olmadığı tartışılan sanatçı, programcı gibi insanların rastgele söyledikleri ‘mumsöndü’ sözleri bu alandaki anlamaların ne kadar yanlış olduğunu göstermesi bakımından önemli değil midir?
Çetinoğlu: Onların cehâleti cümlece mâlum. Bâzen de şuuraltının tetiklemesiyle sürç-i lisan da olabiliyor. Şuuraltı bilgiler, toplumun genel kanaatleriyle oluşmuş olabilir. Fakat insan kendini yenilemek geliştirmek mecburiyetinde olmalı. Özellikle sanatkârların… Böylece işe nereden başlanacağı belirlenmiş oluyor.
Sezgin: Belirtilen sebeplerle öncelikle Alevi olmayanların tamamının Alevi algılamalarını düzeltecek, toplumun din konusunda doğru olarak aydınlatılması problemi bulunduğu kabul edilmelidir.
Bu kabul, sorunun çözülmesindeki temel sosyal yapıyı oluşturacaktır. Bu son derece önemlidir.
Çetinoğlu: Görüşmemiz ve çalışmamız, bu yolda atılmış bir adım olarak değerlendirilebilir. Fakat asıl önemli adımı kimler atacak, ilerlemeyi kimler sağlayacak?
Sezgin: Alevilik konusunda öncelikle görüş birliğinin sağlanması gereken en önemli alan Diyanet İşleri Başkanlığı alanıdır.
Bu sağlanmadan Alevilik meselesi çözülemez. Çünkü din konusunda devletin ana hizmet birimi Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Bu sıfatla sorunun çözüleceği yer de burasıdır.
Çetinoğlu: Anladığım kadarıyla yurt dışındaki Alevi teşkilatlanmalarını tehlikeli buluyorsunuz…
Sezgin: 17.04.2002 tarihinde kendine özgü bir inanç olarak Berlin Eyaletinde kabul edildi. Din dersi yerine Almanca okutulmak şartı ile ‘Alevilik Dersleri’ tarihte ilk defa okullara girdi.
Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu (AABF), Almanya’daki Alevilerin inanç örgütü olarak kabul edildi.
Federasyon yöneticilerine göre, ‘İslam’ın içi de dışı da bizi yakar’ görüşü temel bakıştır.
Baden Württemberg Eyaletinde en az üç şehirde Alevilik Dersleri 2006-2007 ders yılında, Kuzey Ren Vesfalya (NRW), Bavyera ve Hessen Eyaletlerinde ise, 2008-2009 ders yılında başladı.
Danimarka 25 Ekim 2007 tarihinde Aleviliği kendine özgü bir inanç, Alevi Birlikleri Federasyonu'(AABF) nu da Alevilerin inanç örgütü olarak tanıdı.
Çetinoğlu: Hıristiyan batı, Müslüman Türkler lehine hiçbir teşebbüste bulunmamışlardır ki Alevilik konusunda bulunsunlar. Bu gerçeği önce Alevi kardeşlerimizin bilmesi gerek.
Hocam, vukufiyetinizle Alevi problemine teşhisi koyduk zannediyorum. Tedâvisi ile ilgili düşünce ve tavsiyelerinizi bir başka çalışmaya tehir ederek, görüşmemizi; yaşadığınız bir olayı dinleyerek bitirebilir miyiz?
Sezgin: Bir Kızılbaş hikâyesi anlatayım. Gerçek hikâyedir. Eski bir Diyanet İşleri Başkanı tarafından bana, hacca misafir olarak götürülmek üzere birkaç Alevi vatandaşı dâvet etmem rica edildi. Ben de Hacıbektaş’a gittim, bir zatı ailesiyle birlikte hacca davet ettim, kendisinden izin almadığım için adını söyleyemiyorum.
Dedi ki, ‘Bir dakika, tamam hacca dâvet ettin de sen bizim evimize, ailemize babamın zamanında da gidip geldin, geleneğimizi, göreneğimizi biliyorsun, önce bir hatırlatma yapıp, peşinden bir soru sormak istiyorum.’ Dedi.
-Biz, çocuklarımız büyüyüp 13-14 yaşına geldiğinde çağırıp deriz ki, evlat, bütün Müslümanlara haram olanlar bize de haramdır, ancak biz Seyyid’iz, Peygamber soyundan geliyoruz. Müslümanlara haram olanların bir kısmı bize özellikle haramdır, onun için artık sen çocukluktan çıktın, bundan sonra elinin emeği, alnının teri olmayan hiçbir şeyi yemek sana helal değildir.
Hayatın boyunca, iyi gününde de kötü gününde de unutmayacaksın, elinin emeği, alnının teri olmayan hiçbir şeyi yemeyeceksin, şimdi soruma geliyorum, dedi.
-Muhterem Diyanet İşleri Başkanı’nın dâvetini kabul edersek, bize harcayacağı para helal para mıdır?
Dilim damağım kurudu, şoke oldum. Çünkü böyle bir soruyu hiç kimse sormamış, hiç kimse duymamış. Eski başkanlar, bakanlar, yeni bakanlar, Danıştay üyeleri, Yargıtay üyeleri, Sayıştaycılar, bir sürü zevat, bürokrat, aristokrat, siyasetçi davetli kontenjanıyla hacca gitmiş. Hatta bir kısmına da bol miktarda hediyeler alıp bavullarla vermişiz. Hurması zemzemi, tespihi, takkesi vesaire hac hediyeleri…
Hiç kimse, yahu bunu niye aldınız? Ben fukara bir adam değilim. Ben kendim alırım, filan da dememiş.
Bir Kızılbaş, Alevi diyor ki; ‘Bu dâveti kabul edersem bize harcayacağınız para helal para mıdır?’
Bir dakika kendimi toparlayamadım. Daha sonra dedim ki,
-Biz bu parayı hacca gidecek adamlardan biraz fazlaca, hem de epeyce fazlaca alıyoruz. Nereye harcayacağımızı da vatandaşa söylemiyoruz. Onun için helal olduğu kanaatinde değilim.
-Peki dedi.
-Siz gittikten sonra eşimle konuşacağım, bu sene gitmeye karar verirsek bütün paralarımızı tamamıyla ödemek kaydıyla bizi misafir sayar mısınız?
-Şeref duyarım, dedim. Çok mutlu olurum ve rehberliğinizi de ben yapacağım, dedim. Kısmet olmadı o sene. Daha sonra da Diyanet bir daha dâvet etmedi.
İşte bu soruyu sormak Müslümanlıktır. Bu soruyu soran, her yediği lokmayı helal mi haram mı diye sorarak yiyen, başkasının emeği ve alın terini yemeyen adama muhtacız.
Çetinoğlu: Hocam çok teşekkür ederim. Allah sizden razı olsun!
Dr. ABDÜLKADIR SEZGİN
1948 Yılında Yozgat’ta doğdu. İlköğrenimini Yozgat’ta, orta öğrenimini Yozgat, Ankara ve İstanbul’da tamamladı. 1971 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü bitirdi.
1970 yılında İstanbul Şehzade Camii Hatibi olarak başladığı memuriyet hayatında, Müftülük, Vaizlik, İl Müftü Yardımcılığı, Din Bilgisi ve Ahlak Öğretmenliği, Diyanet Yayınevi Müdürlüğü, Başkanlık Merkezinde Uzmanlık, Şube Müdürlüğü, Müfettiş Yardımcılığı, Müfettişlik ve Başmüfettişlik yaptı. Kasım 2011 de emekli oldu..
İstanbul – Eminönü Din Görevlileri Cemiyeti Başkanlığı yaptı.
Cumhuriyetin 50. yılında Müftü olarak bulunduğu Tekirdağ Malkara ilçesinde ‘Cumhuriyet Camii’ adıyla bir cami yaptırdı. Trakya bölgesinde ilçede açılan ilk İmam – Hatip Lisesini bu ilçede açtırdı.
Yunanistan, AB ve ABD’nin Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması taleplerine karşı, alternatif olarak, eğitim dili Türkçe ve Türk soylu Hıristiyanlar ve diğerlerine hitabedecek şekilde, 1977 yılında; ‘İstanbul Üniversitesi ilahiyat Fakültesinde Hıristiyanlık bölümü açılması projesi’ni geliştirdi ve YÖK tarafından 1999 yılında proje ‘Diğer Dinler Bölümü’ adıyla kabul edilerek, açılmaya karar verildi. İstanbul Üniversitesi ve İlahiyat Fakültesi yönetimlerinin ilgisiz ve isteksizliği sebebiyle öğrenci alınmadı ve 2005 yılında öğrencisizlikten kapandı.
Yaklaşık 300 camii bulunan Caferi Türklerin din adamı ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Iğdır veya Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde de bir Caferi Bölümü açılmasına dair projenin kabulü için çalışmaları cemaatın ve Diyanet’in muhalefeti sebebiyle açılamadı.
1978 yılında, Seyyid Ahmet Arvasi başkanlığında beş kişi tarafından kurulan Türk Gençlik Vakfı kurucuları arasında yer aldı, halen bu vakfın Mütevelli Heyeti üyesidir.
1987-1991 yılları arasında Prof. Dr. Şaban Karataş başkanlığındaki Ankara Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu.
1992-95 yılları arasında Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de Din Hizmetleri Müşaviri olarak görev yaptı.
Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin açılmasını sağladı ve iki öğretim yılı ‘İlimler Namzedi’ (Doçent) unvanı ile Öğretim üyeliği yaptı. Azerbaycan’da İmam – Hatip Lisesi’ne benzeyen beş adet ‘İlahiyat Temayüllü Lise’nin açılışını sağladı.
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi’nin 1988-2007 yılları arasında Bilim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı..
Emniyet Genel Müdürlüğü hizmet içi eğitim programlarına 1996-2001 yılları arasında beş yıl konferansçı ve öğretim üyesi sıfatıyla katıldı.
Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde, ‘Cumhuriyet Döneminde Dini Hayatın Meselelerinin Tarihi Kökenleri’ tezi ile Yüksek lisans yaparak ‘Bilim Uzmanı’ oldu.
On ilde, yaklaşık on bin Alevi denek üzerinde araştırma yaptı ve yaklaşık iki bin Alevi köyü gezdi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde ‘Türkiye’de Alevilik – Bektaşilik Üzerine Sosyolojik Bir Araştırma’ konulu tezi ile de ‘Bilim doktoru’ oldu.
Yayımlanmış ilmî içerikli 12 kitabı ve yüzden fazla makalesi bulunmaktadır.
Evli, 3 çocuk ve 5 torun sahibidir.