Dünya’ya Felsefeci gözüyle bakarsak, şu gerçeği görürüz: Yer, Güneş etrafında dönüyor. Orta büyüklükte bir gezegen. Sayısız yıldızlar arasında. Yıldızlara göre küçük bir mahlûk / yaratık.
Fakat bir de Dünya’ya Kur’an gözüyle bakarsak, işte fark: İnsan, Âlem’in meyvesidir. Nasıl ki meyve ağacının meyvesi vardır. Âlem Ağacı’nın meyvesi, çalışmasının sonucu, gayretinin neticesi de İnsan’dır.
Nasıl ki Ağaç tüm hayatiyle, hayatî faaliyetiyle meyvesine hizmet eder, ona çalışır. Onu netice vermek için uğraşır, uğraştırılır. Bunun gibi, Dünya Ağacı da asıl meyvesi olan İnsan için didinip durur. Her şeyini ona feda eder. Onu yâni İnsanı, herşey’i bilir. Biricik gaye edinir.
Çünkü Dünya’nın semeresi / meyvesi ve neticesi olan insan; en câmi / en kapsamlı / çok yönlü bir kudret mûcizesidir.
Çünkü İnsan canlılar içinde en bedî / en eşsiz ve en güzel bir kudret mûcizesidir.
Fakat İnsan; en âciz / en güçsüz bir kudret mucizesidir. Ne Arslan kadar kuvvetli, ne Kartal gibi uçucu, ne de Balık-vâri yüzücüdür. Eline batan bir iğne gününü karartmaya yeter de artar bile.
Mahlûkatın / yaratılmışların en zayıfıdır. Hani derler ya -yerine göre- demirden sert, pamuktan yumuşak diye.
Yine de İnsan, yaratılmışın en hoş / en lâtifidir.
X
İşte Yer; bu İnsanın beşiğidir. Meskeni ve evidir.
Böyle olan Dünya, Semaya nispeten ve Göğe göre maddesi bakımından küçüktür. Ama böyle olan Dünya; mânen / mânâsı yönüyle ve taşıdığı yüksek san’at itibariyle bütün Kâinatın kalbidir. Tüm evrenin merkezidir. Tüm san’at mûcizelerinin meşheri / sergisi, sergilendiği yerdir.
Yeryüzü bütün İlâhî / Tanrısal isimlerin tecellîlerinin mazharı / zuhûr ettiği / göründüğü ve yansıdığı yer ve mekândır.
Tüm İlâhî İsimler’in tecellî ve yansımalarının mihrakı yâni odak noktasıdır.
Evet Dünyâ, Öteki Yıldızlara göre çok küçüktür. Ama sonsuz Rabbanî / Rabbe ait faaliyet, hareket ve işlerin mahşeri / toplandığı ve yapıldığı yerdir.
Evet fezada. O sayısız yıldızları barındıran uzayda, Mavi Bilye olan küçük ve şirin Dünyamız; maddeten küçük ama fonksiyonu / işlevi çok büyüktür. Var edilişi ise nice hikmetler için.
Çünkü tüm Îlahî İsimler’in aksettiği / yansıdığı bir mekân, bir ekran, bir perde hükmünde.
Çünkü o Mavi Dünya’nın yüzü; Allah’ın kendi zâtına yaraşan yaratıcılığını ortaya koyduğu yer ve çarşı âdeta.
Özellikle bitki ve hayvanlardan en çok yarattığı küçük çeşitleri cömertçe icat ettiği, vücut verdiği varlıkların dönüp dolaştığı yer.
Yine Yer; pek geniş Âhiret / Öte Âlem Âlemlerindeki san’atlı mahlûkların küçük mikyas ve ölçüde örneklerinin bulunduğu yerdir.
Yine Dünya; ebedî dokumaların sür’atle / hızla işlendiği tezgâh.
Evet Göğe ve Gökteki yıldızlara göre çok küçük olan Yeryüzü; ebedî manzaraların çabuk değişen taklît-gâhı / taklît-yeridir. Sanki burada Öte Âlemdekilerin durmadan taklîtleri yapılmakta; asıllarından bize haber verilmekte, bize onlar ı hatırlatmakta; bizlerin oralar için
hazırlık yapmamız lâzım geldiği belirtilmektedir.
Bu küçük Dünya yüzeyi; Cennetteki daimî bahçelerin tohumcuklarını hızla sümbüllendiren, dar ve geçici tarladır. Evet Dünya yüzeyi, tohumcukların Öte Âlem için terbiye edildiği, yetiştirildiği terbiye-gâhtır.
X
İşte Arz’ın / Yer’in böyle mânevî büyüklüğü var. San’at bakımından önemi var. Bu yüzden Sema ve Göklere nispeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi gibidir Dünya.
Kâinat, büyük bir İnsan. İnsan, küçük bir Kâinat.
Büyük İnsan hükmünde olan Kâinatın kalbidir Dünya.
Dünya maddeten küçükse de mânen büyük. Çünkü Kâinat bedeninde Dünya; kalp mesabesinde.
Nasıl ki, İnsanın kalbi de, bedenine göre küçüktür. Ama mânen kalp, bedenden büyük sayılır. Çünkü kalp bedene bağlı değil. Beden kalbe bağlıdır.
İşte bu sebeple, Semalara nispeten; büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan Arz’ı / Dünyâ’yı; bütün Göklere karşı, küçücük kalb sayılan Dünyâ’yı büyük kalıba yâni Kâinata mukabil / denk tutmak gerekir.
Âdeta Kâinat; Semâvât / Semalar / Gökler olarak bir kefede yer alırken; Kâinata göre küçücük olan Dünyamız, diğer kefeye konuyor.
İşte Kâinat pamuk gibi büyük ama, Dünyâ’yla eş değerde.
İşte Dünyâ demir gibi küçük ama, Kâinatla eşit durumda.
Kefeler bu şekilde dengelenmiş bir görünüm kazanıyor.
Sanki bir kefede bir kilo demir; öteki kefede bir kilo pamuk.
Bir kilo pamuk ne kadar büyük olsa da, ona göre küçücük bir kilo demire ağırlıkça eşittir.
Bunun en güzel ifadesini Kur’ân’da buluyoruz:
“Rabbü’s-Semâvâti ve’l-ardı.” (Kehf: 14)
“Göklerin ve yer’in Rabbi.” Derken âyet; dikkat edersek, Yer Göklerle bir tutuluyor. Yer Göklere eşit sayılıyor.
X
Demek ki her bir şeye iki şekilde bakılabilir. Zâhir gözüyle, bir. Hikmet gözüyle, iki.
Böylece iki hakîkat çıkar karşımıza: Biri maddeyi nazara verir ki doğrudur. Öteki mânâyı ele alır ki, o da doğrudur.
Biri, Felsefe’nin rûhsuz, sönük hakîkatleridir.
Öteki Kur’an’ın parlak, rûhlu gerçekleri.
Bakış noktası ayrı ayrı olduğu için, farklı farklı görünüyor.
Velhasıl:
Her şey için, Kur’ânî ve Felsefî, var iki nazar
Niçine cevap Basîret, nasıla yanıtsa, Basar
İkisi de gerek insana, birbirini çelmez
Hikmetli bakış, özellikle, hiç ihmale gelmez
2171-2173