İdam cezası, birini durup dururken öldürmek demek değildir. Birinin, bir başkasını kasden / haksız yere / zulmederek öldürmek isteğine set çekmek için konulmuş bir ceza şeklidir. Kendisinden hayat fışkıran bir hükümdür. Çünkü öldürüleceğini bilen kimse, öldürmekten vazgeçer. Veya böylelerinin sayısı son derece azalır.
“Kısas’ta hayat vardır. İlkesi hem öldürmek isteyeni hem de öldürülmek istenenin hayatını güvence altına almış oluyor. Şayet bütün bu engellemeye rağmen, katl / öldürme gerçekleşirse ‘kısas’ uygulaması; başkalarının böyle bir eyleme kalkışmalarını önler; âdeta hayatın bir emniyet sübabı olur.Çünkü hapis, kaatil olacakların heveslerini caydırıcı bir rol oynayamaz. Zira:
” ‘Her kim insan nefislerinden bir nefsi, ne kısası gerektiren bir nefsi öldürme, ne de yeryüzünde kanını heder edecek bir bozgunculuk karşılığı olmayarak, yâni bu iki sebepten biri bulunmayarak, öldürürse, bunun -kendisi de dâhil olduğu hâlde- bütün insanları öldürmüş gibi olduğu muhakkak.’ (Mâide – 32)
“Çünkü haksız yere birini öldüren kaatil, genellikle yaşama hakkı tanımamış, kanların haramlığına, nefislerin masumluğuna saldırmış, adam öldürmeye yol açmış, başkalarına da cesaret vermiş olur. Şu hâlde bir kimseyi öldüren herkesi öldürmüş gibi, Allah’ın gazabını ve büyük âzâbını haketmiş olur da hayat hakkı kalmaz, kanı boşa gider ve öldürülmesi vâcib (kesin) olur. İşte haksız yere adam öldürme, böyle genel bir zarardır.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili C: 3, Sadeleştiren: Hey’et, Azim-Zaman Neşri, İstanbul-(Tarihsiz) s. 224 – 225.)
Hemen belirtelim ki, devletin, herkesin zararını gerektiren, genel asayişi bozan; fesat, eşkıyalık ve ihtilâle sebebiyet veren kaatil veya bozguncu kişi veya kişileri teslim olmadıkları veya idam cezası aldıkları takdirde öldürtmesi; herkesi öldürtmüş gibi anlaşılmamalı, tam tersine, hakkı yerine getirme veya toplum için bir kurtarma harekâtı / operasyonu olarak düşünülmelidir.
Evet “Yaşama hakkı herkes için eşittir. Kısas (idam cezası) bu eşitliğe dayanmaktadır. Öldürülen kim olursa olsun, onun kaatili ve kaatilleri, o öldürülenden daha fazla bir yaşama hakkına sahip değildir…(Üstelik) bir şahsı , birçok kimseler birlikte öldürürlerse, hepsi de ittifakla (söz birliğiyle) kısas yoluyla öldürülürler…(Zaten) kısas,…ayniyle karşılık vermek, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek demektir.” (a.g.e. cilt:1 s. 494, 495, 496.)
Hayata son vermek, istenmeyen olumsuz bir amaçtır. Hayatta bırakmak ise arzulanan, olumlu bir gayedir. İdam cezası yâni öldüreni öldürme prensibi; sanki, içinden canlar fışkıran bir fıskiye gibidir. Çünkü öldürüleceğini bilen birinin öldürmeye kalkışması, aynı zamanda kendi ipini de çekmesi demektir.
İşte bu öldürülme durumu; bir ölürken bin dirilmeyi netice vermektedir. Çünkü, başka kaatil namzetlerini geriletmekte ve öldürme eyleminden caydırmaktadır. Dolayısıyla kaatili öldürmek, nice potansiyel kaatillerin düşüncelerini kinetiğe dönüştürmelerine set çekmiş olacaktır.
Böylece, öldürme işine mâni olunması, hayatın varlığını ve önemini öne çıkarır. Bu ise, en tabii olarak arzu edilen bir sonuçtur. Yâni idam cezasının mevcudiyeti, hayatı ön plâna çıkararak; asıl istenen gâyeyi, -ilahî ecele kadar- insan hayatıyla oynanmayacağını gösterir.
142
Nitekim “Her kim de bir nefse hayat verir, yâni affetmek veya öldürülmesine engel olmak veya herhangi bir yok olma sebebinden kurtarmak suretiyle hayatının devam etmesine sebep olursa, sanki insanların hepsine hayat vermiş, birine yaptığını -kendisi de dahil olduğu halde- hepsine yapmış gibi olur. (Maide – 32)” (a.g.e., cilt: 3, s.225.)
Devlet hapishaneler yapar. Fakat bu, “Vatandaş ah bir suç işlese de, içeri tıksam!” diye değil; hapishanelerin varlığı, suç işlemeye meyyâl kişileri caydırsın diye…
Devlet hâkimler yetiştirir. Ama bu, “İnsanlar ah bir suç işleseler de, hâkimler, onları bir güzel cezalandırsalar!” diye değil; hâkimlerin varlığı, yine suç işlemeye yatkın kimseleri, bu tasavvurlarından vazgeçirsin diye…
Aynen bunlar gibi, idam cezasının, ceza hukukunda yer alması da, maktul olacak olanların yâni öldürüleceklerin hayat haklarının ve can güvenliklerinin zarurî bir gereğidir. Her ne kadar idam cezası bir hayatı yok etmeyi hedefliyorsa da, aynı zamanda -haksız yere- bir hayatı yok etmeye kalkışanı: “Dikkat et! Öldürürsen öldürülürsün!” uyarısıyla, yâni kaatil adayını hayatın zıddı olan idamla kendine getirerek o kötü, gayri insanî fikrinden caydırır.
Bu şekilde, idam cezası, hem kaatil olmaktan alıkoyduğu kişiyi, hem de öldürülecek olanı hayata kavuşturduğu gibi, toplumun da huzur içinde yaşama hakkını ve can güvenliğini temin eder.
Çünkü bir öldürme olayından sonra, ölen ve öldürenin tarafdarları, ister istemez, karşı karşıya gelirler. Toplumda gergin bir ortam doğar! İki tarafın da kapışması an meselesi olur! Kan gövdeyi götürür! Kan davası alır yürür!
İşte idam cezası / kısas; bu şekilde karşılıklı öldürme ve öldürülmelerin de önüne geçer. Toplum düzen ve istikrarının da muhafazasını koruma altına almış olur.
Bu konuda Avrupa’yı örnek alarak, kendi inançlarını bir kenara itenler; aslında yağmurdan kaçarken doluya tutulduklarının farkında bile değiller. Zira Avrupa’nın idam cezasına karşı oluşunun temelinde; kısas yoluyla (yani idam ederek) öldürmenin, asla meşru olmadığını söyleyen Hristiyan hükümleri (a.g.e., cilt: 1, s. 494.) yatmaktadır.
İslâm ise “Kısasta (idamda) sizin için bir hayat vardır.” (Bakara – 179) hükmüyle, yaşama hakkındaki eşitliği sağlamış oldu. Çünkü kaatilin / öldürenin yaşama hakkı neyse maktulün / öldürülenin de bir o kadar hayat hakkı vardır. Bu da ancak öldürmeye teşebbüs edenin öldürüleceğini bilmesiyle, bu düşüncesinden vazgeçmesi sayesinde, öldürülecek olanın ölümden kurtulması ve yaşama hakkına yeniden kavuşmasıyla gerçekleşir. Böylece iki taraf da hayata kavuşmakla, iki tarafın hayatta kalma hakları eşitlenmiş olur.
Velhasıl idam cezası / kısas; öldürülen kimsenin, lisanı hâlle kendisini öldürene, tatbikini istediği en tabiî hakkıdır.
İdam cezasıyla adaleti sağlamak ise, kamunun en önemli, aslî bir görevidir.
Affetmek ise ancak ve ancak öldürülen kimsenin velisinin hakkıdır. Başkası onun yerine, asla hüküm sahibi olamaz.
Affetmek ancak öldürülenin velisi / sahibi için bir fazilettir. İster affeder isterse ruhsat yolu olan diyeti tercih eder.
Aksi takdirde idam cezası / kısas mutlaka uygulanmalıdır. Tabiî devlet tarafından , devletce.
143 – 146