AKP Hükümetinin sekiz senelik iktidarı boyunca bütün açılıp saçılmalarında en önemli destekçisi durumundaki gruplardan biri eski sosyalist, yeni liberal aydın yazar ve sanatçılar oldu. Bunlara çoğunlukla medyada “liboş” denilmekte.
Bunlar gün oldu “hepimiz Ermeniyiz” nakaratını tutturdular, gün oldu Kıbrıs’ta Denktaş’ın etkisizleşmesi, Talat’ın Başkan olması ve de Annan Planı’nın kabulü konusunda, AKP yandaşlarıyla uyumlu bir koro oluşturdular. Özelleştirmelerin yabancılaşmaya dönüşmesini teşvik ettiler. Türkiye’nin bütün kritik kurum ve şirketlerinin yabancı sermayenin kontrolüne girmesini alkışladılar.
Obama Türkiye’ye geldiğinde “Ermeni Açılımı” ve “Kürt Açılımı” olmasını istedi. Fener Rum Patrikhanesinin statüsüne dair talepleri oldu. Liboşlar bu taleplerin icrası için kamuoyu oluşturma görevini yerine getirdiler.
Siyasi gücü elinde bulunduran ekip ile “yaşam biçimleri” uyuşmuyordu. Ama iki tarafın birbirine ihtiyacı vardı. Hayat tarzı farklılığı büyük bir hoşgörü içinde çözümlenmiş gibi görünüyordu. Liboş takımından yazarlar, muhafazakâr gazete ve TV’lerde istihdam ediliyor, Cemaat yayınevlerinde kitapları basılıp, yandaş medyada ekranlar bu her konuda uzman “döneklere” tahsis ediliyordu.
Liboşlar, gücü kontrol edenlere yakın durarak nemalanmayı seviyordu. Yerli güç ile ve onun yaslandığı uluslararası güç merkezleriyle daima dirsek temasında olmak ana ilkeleriydi. Konjonktür de müsaitti. Ana projenin “eşbaşkanları” arasında uyum sıkıntısı yoktu. Olunca da liboşlar, “ağabeyi” kızdırmayacak çözümlerden yana fikirler ortaya koymakta mahirdiler.
Uluslararası büyük güçler bir ülkeye bazı politikaları dayatmak istediklerinde, iktidardaki partinin temel değerlerine aykırı olanlarına öncelik veriyor. Zira kitlelerin itiraz ve isyanına yol açabilecek kararları, tepki vermesi muhtemel kitlenin desteği ile iktidara gelmiş olan partiye yaptırırlarsa direnç baştan kırılmış oluyor.
Özal’ın Anavatan Partisi ile Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi içinden çıktıkları muhafazakâr kitlenin değerlerine ters düşebilecek köklü dönüşümlere imza atarken bu kural işlemişti. Bu arada hassas odakları uyandırmamak, “fincancı katırlarını ürkütmemek” için liboşların desteğine şiddetle ihtiyaç duymaktaydılar. Bu ittifak bu güne kadar başarı ile yürütüldü.
Alkollü içkilerin içilmesi ve satılmasına kısıtlamalar getiren kanuni düzenlemeler üzerine, ilk defa bu ittifakın sarsıldığı hatta arada derin fay kırıklarının oluştuğu görülüyor. Liboş takımı hayat tarzlarına müdahale sürecine girildiği endişesi taşımaya başladılar. Her ne kadar Hükümet bu kanunun maksadını, “gençleri içkinin kötü tesirlerinden korumak” olarak açıklasa da, eski sosyalist neoliberaller ile hayat tarzı muhafazakâr kitleye çok ters olmasına rağmen muhafazakâr kitlenin idolleri arasına girmeyi başarmış olanlar tepki göstermekte gecikmediler.
Şimdi bu ittifakın parçalanması ve ayrışmasının mümkün olup olmadığı tartışılmakta. Kendilerini AKP’ye bu kadar angaje etmiş liboşların, seçimlerden önce ayrışmasının mümkün olamayacağına dair yorumlar yapılıyor. “Zincirlerinden başka kaybedecek” çok şeyleri olan bu omurgasız takımının kendilerine mamalarını verenleri bırakıp gidemeyecekleri, sadakatle hizmete devam edecekleri genel kanaat gibi.
İçki kısıtlaması konusunda konuşan Başbakan, “aksırıncaya kadar, tıksırıncaya kadar içiyorlar” cümlesini kullandı. Siyaseten geniş kitleleri rahatsız edecek böyle pervasız bir üslubun seçilmesinde, liboşların kendilerini terk edemeyeceğine güvenmenin olduğu muhakkak. Ancak bu tek başına yeterli bir sebep olamaz.
Esas sebep, Türkiye’nin son 60 yılda ilk defa AKP’nin elde ettiği muhteşem gücün dayanılmaz sarhoşluğu olsa gerektir. AKP, tek başına iktidar imkânı ve TBMM çoğunluğu yanında Cumhurbaşkanlığı, YÖK gibi özerk kurumlar, medyanın tamamına yakını ve nihayet Anayasa Mahkemesi ve HSYK dâhil yargı üzerinde müthiş bir kontrol gücüne sahip. Bu da bir “özgüven patlaması” yaratmış olabilir.
Başbakan ve Hükümetin, bir kesimin “hayat tarzlarına müdahale” olarak algılanan icraatında bu kadar rahat olması, belki de bu gücü kullanmanın dayanılmaz hazzı ile kendisine gönülden ve göbekten bağlı olanların ayrılamayacağına dair inancından ibaret de olmayabilir.
AKP içindeki (açılımlardan, ekonomik kararlardan hoşnutsuz olan) milliyetçi/muhafazakâr kitleleri bünyede tutmak için “muhafazakâr hayat tarzı” uygulamalarını yapıştırıcı olarak kullanmak hesabı da olabilir. Bu tutkallara “ucube heykel” ve “Muhteşem Yüzyıl” dizisine tepki ve verilen cezayı izahta kullanılan “ecdada saygı” tartışmalarını da ilave etmek mümkündür.
Bunun yanında muhtemeldir ki, AKP seçmeni olmayan muhafazakâr kitleyi kazanma gayreti de hesaba dâhildir.
İçki kısıtlamasının siyasi yönlerinden bir bölümüne göz attık. Sosyal ve hukuki boyutları ile kararların doğruluğu yanlışlığı şimdilik değerlendirmemiz dışında.