Geçmişinden çok söz edenler için:
“Yaşlılık alameti” tabirini
kullanırlar doğrudur. Ama hiçbir zaman unutulmamalı ki, Hava, su ekmek ne kadar
gerekliyse, sonradan gelen nesillerin önlerini görebilmesi için geçmişin de
bilinmesi o kadar ihtiyaçtır. Zaten bunun aksi olmuş olsaydı vakanüvisler tarih
yazma zahmetine katlanmazlardı.
Gazi Paşa İlkokulu 2.
Sınıfındayım, Pazartesi sabahı okulun önünde toplandık coşku içinde bütün okul,
İstiklâl Marşımızı söylüyoruz. Okul müdürümüz Zeynel Bıçakçı(Allah rahmet
eylesin) aniden istiklâl Marşının okunmasını kestirdi ve okul bahçesinin
dışında yürüyen bir vatandaşı durdurup seslendi: “İstiklâl Marşının okunduğunu duymuyor musun?” Adamın bu sual karşısında
ne söylediğini hatırlayamıyorum ama okul müdürümüzün verdiği tepkili hareket,
benim için o gün de doğruydu bu gün de.
Çocukluk ve gençlik yıllarımız da
milli olan her şey bizleri heyecanlandırır, Milli bayramlardaki resmigeçitler,
okunan şiirler ve öğretmenlerimizin çektiği nutuklar fazlasıyla bizi
duygulandırırdı.
Ordumuzun milli bayramlarımızın
Türk Milleti için çok büyük önemi var. Bizler bu vatanı hazır kurulu, müreffeh
bir imparatorluktan devir almadık. Türkiye’den daha büyük Balkan topraklarını
kaybettik, işgal edilmiş bu vatan toprakları, şühedanın döktüğü kanla
yoğrulmuş, bunun için önemlidir milli bayramlarımız.
Ama uzun sürmedi bu milli
heyecan. Türk Milletinin milli bağlarını çözmek için değerlere saldırılmalıydı
ve öyle de oldu.
Amerika zaten içimizdeydi, 1980
darbesinde “bizim çocuklar” vasıtasıyla daha da girdi içimize ve üzerine titrediğimiz,
göz nurumuz Türk ordusu şortla denetlenmeğe başlandı ve ne olduysa ondan
sonrasında oldu bütün olanlar.
Milli bayramlar veya on
kasımlarda başbakanların, cumhurbaşkanlarının ya kulakları ağrıdı ya da bir mazeret
uydurup, bayram törenlerinden kaytarmanın yolunu buldular.
Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük
asker Mustafa Kemal Atatürk için, ilk hakaretler bu tarihten sonra başlar. “Kurtuluş savaşını Mustafa Kemal
kazanacağına, keşke Yunan kazansaydı” diyecek kadar milli şuurunu yitirmiş,
meczuplara şahit olduk hep birlikte. İşin acı tarafı, bu meczuba devlet
yöneticilerinin itibar gösterip değer vermesiydi kanımızı donduran.
Dini görünümlü hükümetimizin
dindar görünümlü hem de bir bayan bakanının ağzından bütün ahlaki kurallar hiçe
sayılarak, öğrenci yurdundaki tecavüz vakası karşısında: “Bir kereden bir şey olmaz” sözlerine şahit olduk.
Yolsuzluğu, hırsızlığı, rüşvet ve
ahlâksızlığı kutsal dinimiz yasaklamasına rağmen, bir zamanların en güvenilir
din âlimi olarak bildiğimiz Hayrettin Karaman’dan devlet adamlarına, gerekçeler
uydurarak hırsızlık ve yolsuzluk yapmalarının kapıları aralanmıştır.
Bu fetvalar neticesinde iyice
azgınlaşan bakaracı-makaracı hırsızlar, devletin en üst mevkilerinde yerlerini
koruyabilmişlerdir.
TC yi resmi devlet binalarından
kaldırtan hükümet, nedense toplantı ve mitinglerde bayrağa çok önem verir oldu.
Miting alanına gelenlerin hepsinin eline bir bayrak tutuşturulur, o bayrağı kapanlar
da popoları üşümesin, kirlenmesin diye kıçlarının altına yayarlar. Miting alanını
terk ederken de, yerlere atarlar, bayrağın bir milletin şerefi ve bağımsızlık
sembolü olduğunu düşünmeden.
Sevgili Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in cenneti dahi anaların ayaklarının altına serdiği halde, “al ananı da git buradan!” sözünü de gene
bu süreçte yaşadık.
Kalın sağlıcakla…