Hollanda ve Almanya ile ortaya çıkan kriz hala tırmanmaktadır. Hollanda ve Almanya dâhil diğer bazı Avrupa ülkeleri de Türkiye’ye karşı haksızlıklar yapmışlar; terörü destekleyici tavır sergilemişlerdir. Bölücü ve ırkçı PKK terörüne karşı çıkmayıp onu destekleyenlerin demokrasiden bahsetmeleri bir çelişkidir. Bizim de iç politikadaki yanlışlarımızı, kötü alışkanlıklarımızı dış politikaya referandum öncesi yansıtmış olmamız da kabul edilemez.
Hollanda, Almanya ve diğer ülkelerde farklı siyasi eğilimler vardır. Bu eğilimlerin hepsini Türkiye karşıtı olarak görmek bir metod hatasıdır. Ancak Nazilik gibi suçlamalar ve yanlış üslup Türkiye’ye karşı ortak bir cephe yaratmıştır. Daima genellemelerden kaçınmak gerekir.
Hollanda’da 15 Mart 2017 tarihinde yapılan genel seçimlerde seçmen ırkçılığa hayır demiş ve AB’den çıkmayı da reddetmiştir. Başbakanın partisi olan Liberal Parti en çok rey almasına rağmen, milletvekili sayısı 41’den 31’e düşmüştür. Aslında başbakanın partisi Türkiye ile olan krizden karlı çıkmıştır. Ancak kamuoyu yoklamalarında 22’ye düşen milletvekili sayısını 31’e çıkarmıştır. İslam düşmanı Vilders’in milletvekili sayısı da 15’ten 19’a yükselmiştir. Büyük iddialara rağmen, bu da bir bakıma başarı sayılabilir. Seçimden asıl zaferle çıkan milletvekili sayısını 4’ten 14’e çıkaran Yeşil Sol parti olmuştur. Milletvekili sayısını 13’ten 19’a çıkaran Hristiyan Demokrat parti de başarılı olmuştur.
Yabancı ve İslam düşmanlığına karşı mücadele eden DENK Partisinin milletvekili sayısı 2’den 3’e çıkmıştır. Genelde yabancı kaynaklı nüfusun ırkçılığa karşı gösterdiği tepki burada dikkat çekmiştir. Ancak unutulmamalıdır ki, eğer ırkçılık zafer kazansaydı; gerek Vilders ve gerek ırkçılığı kullanan başbakanın partisinin çok daha yüksek oy alması gerekecekti. DENK Partisinde bütünleşen dışlanma ve ötekileştirilmeye karşı yabancıların ve Müslümanların ortak tavrı, iç dayanışmayıgüçlendirmiştir.
Hollanda’da seçmen sağduyu ile hareket etmiş; ırkçı ve İslam düşmanlığına belki duygusal olarak hoşlansa da prim vermemiştir.
Avrupa’daki siyasiler Hollanda ve Almanya’daki eylemlerin Türkiye’nin iç politikasına yansıtılarak evet oylarının çoğalması ve mağduriyet kurgusu için yapıldığına inanmaktadırlar. Bu bir bakıma yanlış değildir, ancak izinsiz ülkeye girmeye çalışan Sayın Başbakan’la teması zayıf olduğu anlaşılan hanım bakana ve haklı tepki gösteren vatandaşlarımıza karşı uygulanan atlı ve köpekli saldırılar Hollanda’nın yüz karası olmuştur. Milletlerarası hukuk çiğnenmiştir.
Türkiye ile ilgili politikada ne Hollanda’nın, ne de Almanya’nın geri adım atacakları beklenmemelidir. Bizim açımızdan yanlışlarına ortak olduğumuz gelişmeler itibar kırıcı olmuş; o ülkelerde yaşayan vatandaşlarımızı hedef tahtasına oturtmuştur. Anlaşılan turizm ve ekonomik hayat, yabancı sermaye girişleri bundan fazlasıyla etkilenecektir. Yabancı sermaye kaçışlarını da gözardı edemeyiz.
Hollanda artık “tansiyon düşürülmeli” beyanlarına sığınmaktadır. Ancak onların seçim öncesi bu krize ihtiyaçları vardı; aynen bizim referandum öncesi olan ihtiyacımız gibi… Yapamayacağımız ve aleyhimize olan sözlerden kaçınmalıyız. Dış politika hamaset ve hırçınlıkla sürdürülemez. Diplomatik ilişkilerin diplomatik de dili vardır. Bu herkes için geçerlidir. Nitekim Hollanda’ya karşı tedbir olarak ileri sürdüklerimiz, gösterdiğimiz hırçınlık ile paralel değildir.
Biga hayvan üreticileri kuruluşunun 40 Hollanda ineğini yurt dışına çıkarma teşebbüsleri de tek kelimeyle gülünçtür. Anlaşılan bu üreticilerin durumu oldukça iyidir.
Dikkatten kaçmaması gereken bir gelişme de AB eski yetkilisi ve kıdemli diplomat Verhaugen’in bir TV programında yapmış olduğu konuşmadır. Bu açık oturumda Türkiye’yi sürekli suçlayan ve Almanya’ya kaçan bir gazeteci de yer almıştır. Verhaugen herkesi akıl, mantık ve diplomasi çizgisine davet etmiştir. O’na göre; ne Batı’da faşistler, ne de Türkiye’de diktatörler yönetimde bulunmaktadır.
Sayın Başbakan’ın TV’de yaptığı bir söyleşide ifade ettiklerinin aksine Hollanda’ya giriş yapmak sonu belli bir macera idi. Her ne kadar Başbakanlık Yeni Anayasada kaldırılıp yetkileri Cumhurbaşkanına devredilecek ise de; 1982 Anayasası hala geçerlidir.