İbnülemin Mahmud Kemal İnal ve Eserleri – 7

81

Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine  

Ne kendi kimseye benzer ne kimse
kend
isine

Edebî, Fikrî Ve İlmî Şahsiyeti

Devrinin ve
çevresinin insanlarının bir bir hayattan çekilmekte oluşu, müesseselerde ve
cemiyet yaşayışında şâhidi olduğu büyük ve hızlı değişme, geçmiş zamana,
tanınmış simalara duyduğu merak, İbnülemin’in ilgisini biyografi ve ona bağlı
olarak târih sahasına yöneltmiştir. Bunun ilk işâreti, 1891’de yayımladığı ‘Eser-i Kâmil Paşa’ adındaki küçük
kitabından gelir. Burada hâtırasına ailece büyük bir saygı ile bağlı oldukları
Kâmil Paşa’nın hayatına dâir ayırdığı sayfalar, kendisinin bilinebilen ilk
biyografi denemesini müjdelerken O’nun Mercan yangınından artakalmış ve
sonradan ele geçmiş evrakını bu eserde yayımlayışı da târihî vesikalar derleme
ve değerlendirmeye yönelik çalışmalarının habercisi olur. 1897 yılında
tertibine başladığı ‘Hutût-ı Meşâhîr
Mecmuâsı
’ ile bu tarafı artık iyiden iyiye kendini göstermeye başlar. Bu
hacimli deftere, geleceğe bir yâdigâr ve hâtıra olmak üzere zamanının tanınmış
şahsiyetlerinden el yazıları ile duygu ve düşüncelerinden bazı şeyler
yazmalarını isterken târihe hizmet gayesi yanında ileride onların hal
tercümeleri için işe yarayacak malzeme toplamak düşüncesi de arka planda hazır
durur. Nitekim birkaç sene sonra defterinde yazıları olan bu kimselerden
resimleriyle birlikte bu defa doğrudan doğruya hal tercümelerini yazıp
vermelerini istemekte gecikmeyecektir.

İbnülemin’in
biyografi yazarlığı tarafını asıl ortaya koyan çalışma 1898’de yayımladığı ‘Meşâhîr-i Osmâniyye’ makalesidir. Burada
onun biyografi yazıcılığı konusunda nasıl bir mesâfe almış olduğu, bu mesele
etrafında zihninde olgunlaştırdığı düşüncelerin ne noktaya geldiği açıkça
görülür. Fikir hayatı ve kültürümüzde eksikliğine ehemmiyetle dikkatleri
çekmek, bu hususta zihinlerde bir uyanış meydana getirmeye çalıştığı biyografi
yazıcılığına ne derece ihtiyacımız bulunduğunu, hal tercümesi alanındaki eser
ve yazıların kendi kültürümüz yönünden ne gibi rolleri olduğunu etraflı bir
şekilde açıklayan bu uzun yazı, onun sonraki yıllarda meydana çıkacak biyografi
çalışmalarını doğuran gaye ve istikametin bir beyannâmesi hükmündedir.
Basılmasından bir yıl önce yazmayı tasarlamış olduğu aynı addaki eserin önsözü
olarak yazılan bu yazı, onun bu yolda bir ömür boyu sürecek çalışmalarını idâre
eden, onlara yön veren temel ilke ve düşüncelerinin de bir anahtarını verir. ‘Meşâhîr-i Osmâniyye’den başlayıp en son
biyografi eserine kadar ardını bırakmadığı bir mesele olarak bu konuda değişik
yerlerde ve değişik zamanlarda söyledikleri topluca ele alındığında, onun
altmış yıl boyunca hayatının baş meşgalesi olmuş biyografi yazıcılığındaki
esaslar ve buna hâkim olan gaye ve felsefe aşağıdaki noktaları arzeder:

Her işinde
‘nef‘-i nâs ile hayrü’n-nâs’ olmak (başkalarına yararlı olarak insanların hayırlısı
safına yükselmek) ilkesini hayatının değişmez gaye ve felsefesi kılmış olan
İbnülemin’in hal tercümesi yazıcılığına yaklaşımını ifâde eden esas bu anlayış
olmuştur. Toplumumuzda acı örnekleri hep bilindiği üzere görülmektedir ki ‘erbâb-ı ma‘rifet’ denilen seçkin ve
erdemliler hal tercümeleri yazılıp tesbit edilmediğinden zamanla unutulup
gitmekte ve zamanla isimleri bile hatırlanmaz olurken gereği gibi biyografileri
yazılıp kimliklerinin, yaptıklarının ve erdemlerinin çağdaşları kadar ahlâf
tarafından bilinmesine ve unutulmamasına hizmet etmekle eslâfa karşı yerine
getirilmiş bir hayır ifâde ettiği gibi bu aynı zamanda eslâfın gerçekleştirmiş
olduğu hizmetler, temsil ettiği erdemler bakımından onlar gibi olmak hevesini
telkin etmek, ideal modeller teşkil etmek gibi bir fonksiyon yönünden de ahlâfa
karşı diğer bir hayır yerine getirmektir.

Bir nevi eslâf
kültürü (önce ve önde gelenlere saygı anlayışı) İbnülemin’in biyografi
çalışmalarını etrafında toplayan bir merkez olmuştur. Eslâf (eskiler, öncüler)
ile bunun karşısında ahlâf 
(yaşayanlardan sonra gelecek nesil) İbnülemin’in biyografi yazıcılığında
dâima bir arada, biri diğerine bağlı iki ana kavram olarak yer almaktadır.
Eslâf ve ahlâf kendilerine karşı bir sorumluluk bulunulan iki kutup hâlindedir.
Biyografi yazarı bu iki cepheye karşı bir sorumluluğu yerine getiren kimsedir.
Geçmişimizin mârifet ve erdem sâhibi insanlarından gerek günümüzde yaşayanlar
gerekse gelecektekiler için öğrenilecek, örnek alınacak çok şey vardır. Eslâf,
toplum ve insanlığa yaptığı hizmetler, ortaya koyduğu güzel ve faydalı eserler
dolayısıyla kendilerine şükran borcu bulunulan dünün seçkinleridir. Öte yandan
‘eslâf’ nâmına şahsiyetleri ve erdemleri, hizmet ve eserlerinin zihinleri
açacak, seciyelerinin ve mânevî hayatlarının gelişmesine yardım edecek güzel
örnekler olarak kendilerine bildirilmesi ve öğretilmesi yükümlü bulunulan bir
ahlâf vardır. Bir vakitler büyük hizmetler görmüş eslâfı unutulmuşluğa mahkûm
etmemek, şahsiyetlerini ve eserlerini değerlendirerek hâtıralarını bugünün ve
geleceğin nesillerine taşımak her şeyden önce kadir bilirlik denen bir erdem
borcu, eslâfa karşı yükümlü olduğumuz ahlâkî bir vazifedir. Bir toplumun
içinden mârifet ve erdem sâhibi kişiler yetiştirmiş olması kadar toplumca
onlara karşı gösterilen değer bilirliğin derecesini de bir medeniyet ölçüsü
sayan İbnülemin, kendisine hizmet etmiş seçkinlerine gösterdiği değer
bilirliğin o toplum ve onun fertleri için en büyük bir erdem olduğunu söyler.

Mahmud Kemal
İnal, ahlâk anlayışı yönüyle üzerinde o kadar ısrarla durduğu biyografi işinin
bizdeki durumunu ele alarak bu sâhadaki zaafımıza işâret ettikten sonra
yapılması gereken zihniyet ve tutum değişikliği üzerinde durur. O’nun çizdiği
tablo şudur: Geçmiş asırlarda bazı müelliflerimizin ulemâ, meşâyih, şâirler,
hattatlar yanında vezirler, kaptan-ı deryâlar gibi başka kesim ve sınıflardan
meşhur kimselere dâir tertip ettikleri, daha sonra zeyilleri de yazılan umûmi
çerçevede biyografik eserler sâyesinde milletimizin geçmişte yetiştirdiği
şahsiyetlerden bir kısmının varlığından haberdar olunabilmekteyse de bunlar o
zamanlardaki mevcudu tam mânası ile tesbit etmek ve göstermekten uzaktır.
Hakîkatte eslâftan bu eserlerin dışında kalmış pek çok sîma vardır. Hal
tercümeleri zamanında kaydedilmediğinden birçoğunun adları dahi kaybolup
gitmiştir. Bundan dolayıdır ki bizim toplumumuza mahsus bir şey olarak ‘meşâhîr-i mechûle’ diye kökleşmiş ve
genel kabul görmüş görüşe aykırı bir düşüncenin ileri sürülmesi bahis konusu
olabilmektedir.

Tabakat,
tezkire, sefîne, mecmûa-i terâcim gibi adlar altında ortaya konulmuş eski hal
tercümesi eserlerinin mâhiyet ve yapısına bakılacak olursa gerçek mânâsı ile
bir biyografide verilmesi şart olan esas bilgiler, gözden kaçırılmaması gerekli
dikkatler yerine bunlarda lafız sanatları ve süslü ifâdelerle sayfalar
doldurulmuş, bahis konusu ettiklerinin memuriyetlerini ve buralara geliş
târihlerini sıralamak ve birtakım ehemmiyetsiz anekdotlar nakledilmekle
yetinilmiş, buna mukabil o kimselerin karakterleri, mânevî şahsiyetleri, kendi
sahalarında ne gibi hizmetler yapmış oldukları, bu hizmetlerin derecesi,
meydana getirdikleri eserlerin mâhiyet ve değeri gibi hususlar üzerinde
durulmamıştır. İbnülemin, bu zaaf ve noksanlara işâret etmekten maksadının bu
eserleri ve müelliflerini istihfaf etmek değil bundan böyle yazılacak biyografi
eserlerinin ne gibi noktalara değer verilerek, nelere dikkat edilerek
hazırlanması gerektiğini belirtmek olduğunu söyler.

Kültürümüz
adına diğer bir üzücü husus da eslâfın çeşitli kesim ve meslekten şöhret ve mârifet
sâhiplerine dâir ortaya koymuş oldukları eserlerin devam ettirilmemesi, ileri
sürülen bir takım yeni bilgilerin bir zamandan sonra ardının kesilmiş
olmasıdır. Bu nokta İbnülemin’i, ahlâkî vazifenin ötesinde millî bir vazife
sorumluluğunu üzerine alarak harekete geçiren bir çıkış noktası olur. Bu açığı
kapamanın yükümlülüğünün kendisine yöneldiğini hissederek kendi zamanının
seçkinlerinin de geçmiştekilerle aynı âkıbete uğramaması için bunlardan
tanıyabildiği, haklarında bilgi sâhibi olma imkânını bulabildiklerinin hal
tercümelerini tesbit etmeyi vazife edinir. Başlangıçta ‘Meşâhîr-i Osmâniyye’de kadirşinaslıkla alâkalı bir vazife olarak
düşündüğü gaye ilmî tecessüs, araştırıcılık merak ve hevesini tatmin etmenin
çok üstünde millî bir vazife anlayışına yükselir, vatanî vazife hükmünde bir
değer ve ehemmiyet kazanır. İbnülemin bu hususu şöyle ifâde etmektedir:
‘Mârifet ve sanat sâhiplerini aramak ve bulmak, isimlerini ve eserlerini
evlâd-ı vatana bildirmek hususundaki ihmal ve kayıtsızlığımız ve mârifet ve
ehline revâ gördüğümüz kadirnâşinaslık ve kayıtsızlık vatan sevgisiyleyle aslâ
bağdaşmaz… Kemal ehlini tanıyanların tanımayanlara bildirmesi ise hizmet-i
vataniyye cümlesindendir’

Müstesna
birikiminin, tâlihin kendisine tanıdığı, herkese nasip olmaz târihî şartların,
yetiştiği zamanın bahşettiği imkânların kazandırdığı yetki dolayısıyla, içinde
bulunduğu mârifet ve erdem sâhibi seçkin şahsiyetlere ilgisiz, onların hayat ve
eserlerine eğilmek ihtiyacını duymayan ortamda, doğrudan doğruya kendi vatanî
hamiyetine havâle olunmuş kabul ettiği bu işin eslâfa karşı tek sorumlu ve
yükümlüsü olarak, ‘Muhakkak biliyorum ki
ben yazmazsam kimse yazmayacak
…’ der. Gençlik yıllarında kendilerine
yetiştiği, artık mâzide kalmış o insanların hayatlarını yazmada şahsının son
imkân ve fırsatları temsil ettiği, bunu yapabilecek imkânlara sâhip son
yetkilinin de yine kendisi olduğu inancı İbnülemin’e nihâyet şu sözleri
söyletecektir: ‘Mesleğime tamamıyla
muhalif olmakla beraber bilmecburiye söylüyorum, ben de gözlerimi kaparsam
gelip geçen güzîde adamlarımızı bilen kalmayacak. Ey gençler gözünüzü açınız,
gelip geçmişlerinizi tanıyınız
!’

1898’de ‘Meşâhîr-i Osmâniyye’ (Osmanlı’nın meşhurları,
tanınmışları) ile açılan kapıdan biyografi dünyasına girerek bu işin
yazarlığını büyük bir şevkle benimseyen İbnülemin, 1902-1903 yıllarına
geldiğinde büyük bir çalışma hamlesi içine girer. Bazan bir şâirin hal
tercümesine erişebilmek veya onunla ilgili bazı noktaları aydınlatabilmek yahut
da değer verdiği bir metnin tam ve sağlam bir şeklini elde edebilmek için
Trabzon’lara, Erzurum ve Diyarbekir’lere, Medine’lere kadar uzanan yazışmalarda
bulunur, güvenilir bilgilere erişebilmek için çalmadık kapı bırakmaz. Onun tek
kişiyi konu alan monografilerden zamanla belirli bir kesime mensup simaların
hal tercümesini topluca içine alan, kendisinden başkasının altından
kalkamayacağı büyük çapta eserlere geçtiği görülecektir. Tek kişinin hal
tercümesini işleyen eserlerinin çoğu ise yakından tanıdığı veya dost
çevresinden kendi zamanının insanlarına ait bulunmaktadır. Karşılaştığı çetin
şartlara ve engellere, önüne çıkan birçok güçlüğe rağmen azmi kırılmaksızın
vicdânî ve millî bir misyon şuuru ile hiçbir maddî yardım almadan devam
ettirdiği büyük çalışmanın pek çok zahmet pahasına siyâset, ilim, sanat ve
edebiyat târihimize altmış yılı aşkın bir zaman içinde çok sayıda değerli
eserler kazandırmıştır.

İbnülemin Mahmud Kemal İnal

Bâb-ı Âlî’deki
32 yıllık görevinde daima sadâret (başbakanlık) dâirelerinde çalıştığı için,
Devlet’in bütün önemli evrakını ve daha önce yazılmış bulunanlarını gördü.
Eserlerinde kullanılmak üzere birçoğunu kopya etti. 1909’da Yıldız Arşivi’ni
tasnifle görevlendirildi. Bu suretle Sultan İkinci Abdülhamid Han devrinin en
gizli vesikalarını teker teker gördü. 1924’te, büyük takdirkârı olan Fuad
Köprülü tarafından Osmanlı Arşivi’ni tasnif için tâyin edildi. Bu görevinde de
bütün imparatorluk arşivi, İbnülemin’e açılmış oldu.

Bibliyografya
ve biyografya alanlarında eski tâbirle ‘âlim-i
küll
’ idi. Bilmediği, görmediği, incelemediği Osmanlı kitabı yoktu.
Tanımadığı, hayatını öğrenmediği Osmanlı devlet, ilim ve san’at adamı da mevcut
değildi. Bunlardan herhangi birini sordunuz mu, hemen bütün şeceresini ezbere
söylerdi. Tabiî bu bilgisi, bilhassa 19. asır Osmanlı toplumu için
yoğunlaşıyordu. Şüphesiz 19. asır Osmanlı sosyal ve dâhilî târihinin en büyük
mütehassısı idi. Ancak dış ilişkiler târihi, ihtisasının dışında idi. Zira bu
sâhada mütehassıs olmak için Fransızca şarttır.

Tafsilât ve
teferruata verdiği önem, psikolojik tahlillerindeki isâbet, şahısları
değerlendirme ölçüsü, verdiği bilginin teferruattan ve yanıltıcı bilgilerden
arındırılmış olması gibi özellikler, ne kadar şahsî olursa olsun, Batı kültürü
olmayan bu bilginin, Batılı büyük biyografları incelediğini zannettirecek
derecede hayrete şayandır. Şüphesiz bütün Türk edebiyatının en büyük
bibliyografya ve biyografi yazarıdır. Biyografi yazmayı, o kişinin övülmesi
veya yalnız müsbet taraflarının gösterilmesi zanneden eski ekolden kesin
şekilde ayrılır. Ele aldığı kişinin hem müsbet, hem menfi taraflarını, aynı
ağırlıkta inceler.

İbnülemin,
bâzı eski metinleri, büyük başarı ve tam bir ilim adamı gibi yayınladı. (Müstakıym-zâde’nin
Tuhfe-tü’l-Hattâtıyn’i, Âlî’nin Menâkıb-ı Hünerverân’ı, Şeyhülislâm Yahya
Dîvânı, Hersekli Âkif Hikmet Dîvânı, Leskofçalı Gaalib Dîvânı). Zaten 16. asrın
Âlî’si, 18. asrın Müstakıym-zâde’si ayarında bir ansiklopedisi, târihçi ve
müellifti. Telif dehâsı ile doğmuştu.

Zengin
kütüphânesini, baba konağını, her şeyini millete bıraktı. Büyük çalışma gücü
vardı. Kudretli hâfızası, nükte ve mizah yeteneği, tenkit merakı, bildiğini
bilmesi ile, çevresinde belki biraz ürkek, fakat geniş bir aydın hayranlar
zümresi toplamıştı.

Hoş Sadâya
önsöz yazan Hasan Âli Yücel, Ord. Prof. Dr. Kâzım İsmail Gürkan, Prof. Ahmed
Hamdi Tanpınar, Ord. Prof. Dr. Muzaffer Es’ad Güçhan, Avni Aktuç, İbnülemin’i
göklere çıkarırlar. Bunlardan yalnız Tanpınar’ın onu tahlil eden yazısı,
doğrusu olağanüstü ilgiyle okunuyor. Bir şahsiyet, bu şekilde sunulur. Tanpınar
belki İbnülemin’in karakterini, hattâ ilmini mübalağa ile hırpalamıştır. Belki
kendisine yüzlerce defa meclislerde ağır şekilde takılan üstâdına hayatında
söyliyemediklerini ifâde etmiştir. Belki hiç biri değildir. Muhakkak olan,
şâhâne bir tahlil yapmış olmasıdır. Bu tahlil eksik olabilir. Fakat birçok
gerçeği de aksettiriyor. Büyüklerimizin yalnız müsbet taraflarını gösteren,
onları sâdece öven târihçilik ve yazarlık çok da makbul değildir. Zaten gerçek
târihçi ve yazar, önemsiz kişiler hakkında yazı yazmaz.

Filhakika
İbnülemin’in çok kolayca hakarete varabilen, fakat hiç bir dostunun hakaret
şeklinde tefsire cesâret edemediği nükte, tenkit ve mizahına hedef olmayan
ancak üç beş kişi hatırlayabiliyorum.

Biri Sâdeddin
Arel’dir. Ona gösterdiği ciddî saygıyı kimseye gösterdiğini görmedim. Zira
karaktere nüfuz edebiliyordu ve karakterleri biribirinden ayırabiliyordu.
Arel’in cumartesi meclislerine devam eder, Arel ise âdeti olduğu üzere, iâde-i
ziyârette bulunmazdı.

İbnülemin’in
bir defteri varmış. İlk bölümüne ‘Sevdiklerim
ikincisine ‘Sevmediklerim’ şeklinde
ikili tasnifle birçok kişiyi kaydetmiş. Hepsi kültür hayatımızda yer alan
isimlerdir. Defteri Taha Toros görmüştü, bana bir kaç isim söyledi. Sevdikleri
arasında Nevzad Atltığ’ı kaydetmiş. Sevmediklerinden örnek vermek istemiyorum.
Ama bu defterin yayınlanması çok ilgi çekici olur.

İbnülemin’in
bir kısım kitapları basılmamıştır. Bir kısmı eski harflerledir. Bunları ve
koleksiyonundaki kâğıtların, belgelerin, defterlerinin ve gündelik notlarının,
hâtıralarının basılması, sosyal hayatımızı, edebiyat dünyamızı aydınlatacaktır.
Bir kısmı kardeşi Selim İnal’ın kızı Selma Akay’dadır ki, Nihat Akay’ın eşidir.
Bu işi Prof. Sadık Tural’ın vakit bulup üzerine alması sevindirici olurdu.

İbnülemin, çok
eski diline rağmen bugün de zevkle okunuyor. Kaldı ki eserlerinin hepsi kaynak
mâhiyetindedir. Meselâ seçkin meslekdaşımız Hasan Pulur, yazılarında sık sık
İbnülemin’den alıntılar yapar. Eminim kitaplarını defalarca okumuştur.

İbnülemin
Mahmud Kemal İnal, nev’i şahsına münhasır denilen tipin mücessem örneği idi.
Dindar, milliyetçi, tutumlu, zeki idi. Kitapları ve kâğıtları olmaksızın
yaşayamazdı ama, çevresinde insanlar olmadıkça da yaşayamazdı. Münzevi olmaktan
uzaktı. Galiba -Ahmed Hamdi Tanpınar haklıdır- tevazuun yanından da geçmemişti.
Ama büyük adam, eşsiz bir bilgindi. Hepimizi gerçek bir meş’ale gibi
aydınlattı. O’nu en iyi, takdirkârlarından Yahyâ Kemâl ifâde edebilmiştir:

Hezâr gıbta o devr-î kadîm efendisine
(Yahya Kemal
Beyatlı)

 Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine (Süleyman Nazif)

Yılmaz Ötuna: Türk Târihinden Portreler. (s: 262-265)
İstanbul 1999 

Önceki İçerikKakafoni!
Sonraki İçerikSenin Ekonomik Kurtuluş Reçeten Ne?
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.