İbnülemin Mahmud Kemal İnal Ve Eserleri – 2

86

Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine

Ne kendi kimseye benzer ne kimse
kend
isine 

Hayatından Kesitler – 2

Yeniden üye
seçildiği Türk Târih Encümeni, İbnülemin’in büyük çapta ilmî çalışma ve
yayınları için yeni bir sayfa açtı. İlmî vukufunu ortaya koyan eserlerini
burada ard arda yayımlamaya başladı. Encümen, 15 Nisan 1931’de yerini Türk
Târih Cemiyeti’ne bıraktığı zaman üyelik dışında kaldı. Onun yerini 1935’te
Türk Târih Kurumu alırken de bir daha üye yapılmadı. Bununla beraber 1932’de
toplanan Türk Târih Kongresi sırasında hazırlanması kararlaştırılan ‘Türk Târihinin Ana Hatları’ dizisi için
kendisinden eski hat sanatımıza dâir terkibî bir icmal yazması istendi.
Üzerindeki son resmî memuriyet olan Türk ve İslâm Eserleri Müzesi Müdürlüğünden
1 Ağustos 1935’te yaş haddi dolayısıyla emekliye ayrıldı. 14 Nisan 1935’te
annesi vefat etti. Ertesi yıl kendisine hac yolculuğu imkânı açmış olan Prenses
Hatice Abbas Halim’in Kahire’den itibâren eşliğinde hac farîzasını da yerine
getirdi.

Son
vazifesinden cüzi bir emekli maaşı ile köşesine çekilen İbnülemin kendini, her
biri nâmını ayrı ayrı yâdettirecek büyük çaptaki eserlerini tamamlamaya verdi.
Bu arada, müsteşrikler âlemindeki yaygın itibar ve şöhreti dolayısıyla yurt
dışındaki ilmî kongrelere çağrıldı, bazı ilim cemiyetlerine üye yapıldı.
1934’te Londra’da toplanan Congrès Internationale des Sciences Anthropologiques
et Ethnique’e dâvet edildi. Ancak maddî durumunun el vermemesi ve hiçbir resmî
merciden yardım görmemesi yüzünden katılamadı. Aynı kongrenin 1938’de Kopenhag’daki
toplantısına da dâvet edildiği halde yine aynı sebeplerle gitmesi mümkün
olmadı.

Devrin Maarif
vekili Hasan Âli Yücel, İbnülemin’le beraber İsmail Saib Sencer’i de
Kütüphâneler Tasnif İşleri İlmî Müşavirliği ile yeni bir çalışma imkânı
sağladı.  Bu arada Mısır Veliahdı Prens
Mehmed Ali Tevfik’in dâveti üzerine İstanbul’daki Türk ve İslâm Eserleri Müzesi
benzeri bir müzenin tanzimi, özellikle de buraya konulacak hat eserlerinin
seçim ve tasnifi için Reîsülhattâtîn Kâmil Akdik ile birlikte 29 Aralık 1939’da
Kahire’ye gitti.  Kendilerine tevdi
edilen işi başarı ile gerçekleştirerek 19 Şubat 1940’ta İstanbul’a döndü.
Kütüphâneler ilmî müşâvirliği bu defa, Maarif Vekâleti’nce yayın hazırlıkları
ilerlemekte olan İslâm Ansiklopedisi’nin ilmî müşâvirliğine çevrilmişti. Bu
arada eski dostu Bağdatlı İsmâil Paşa’nın basılmamış ‘Hediyyetü’l-ʿârifîn esmâʾü’l-müʾellifîn ve âs̱ârü’l-musannifîn
adındaki Arapça büyük biyografi kāmusunun kontrol ve basımını üstlenerek iki
büyük cilt halinde yayıma hazırladı.

 

Nâzan İz Özgür’ün Bir Hâtırası:

Hocam, âile
dostumuz ve doktorumuz Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’le berâberliğimin her ânı,
büyük bir şans ve mutluluktu. Benimle çok meşgul olmuştu. Her gittiği yere beni
de götürdüğü için, arkadaşlar yarı şaka, yarı ciddî, ‘Hocanın çantası’ derlerdi.

Yine böyle
günlerden bir gün, o devrin ve bu devrin büyük üstadlarından ressam Feyhaman
Duran Beyefendi’nin atölyesine gittik. 
Buram buram san’at kokan hâneye adım attığım an, etrâfı ve gördüklerimi,
beş duyunun ötesinde bir duygu ile rûhuma işlemeye çalıştığım sırada,
alışılmışın dışında bir zâtın koltukta oturduğunu gördüm. Birkaç asır evvelden
zamânımıza gelmiş gibi idi. Oturduğu koltukta, bastonuna dayanmış, kelebek
gözlüklerinin üstünden beni tetkik ediyordu. Hocam bizi tanıştırdı ve Ressam Duran
ile birlikte atölye kısmına geçti. İbnülemin Mahmud Kemal Bey’le baş başa
kaldık. Görünüşü kadar garip bir tarzda sordu. ‘Kız sen kimsin bakayım?’ Hocanın talebesi olduğumu, lütfedip beni
de berâber getirdiğini, böylelikle, kendisini ve üstad ressam Duran’ı tanımak
şerefine nâil olduğumu söyledim.

Ağzının içinde
bir şeyler geveledi. Anlayamadım. Sonradan hocam, ‘anlayamadığına memnun ol’ dedi. Hocamın bu cevâbının ne ifâde
ettiğini ve haklı olduğunu, İbnülemin Beyefendi ile uzun berâberliğimiz
sırasında anladım. Çok kıymetli bir zat idi, lâkin nev’-i şahsına münhasırdı. O
da portresi için poz vermeye gelmişti. Hem poz eriyor, hem de üstâdı metheden
kafiyeli mısrâlar dökülüyordu dilinden…

O sıralarda,
türlü sâhalardaki meraklarım arasında, beğendiğim şiirleri, nesirleri,
deyimleri, fikirleri topladığım, adına ‘petek
defteri
’ dediğim, bir defterim, bir de kıymetli zatların imzâlarını ve
yazılarını topladığım bir nevi hâtıra defterim vardı. O defteri bana hocam
hediye etmişti.

Üstad,
yağlıboya resmini yapan Duman’ın karşısında otururken, şiir gibi konuşuyordu:

Feyhaman’ın yaptığı resmimi görse eğer

Avrupa ressamları fırçasına baş eğer

Var mıdır Nâzan gibi bir nâzenîn

Şi’r ü resm ü mûsikîde behrever

Pek zekidir gözleri ‘velfecr’ okur

Gördüğü her şeyde bir nükte sezer

Ecnebi birkaç lisana âşinâ

Iftihâr eyler onunla her peder

Hüsn-i sûretten nasibi âşikâr

Hüsn-i sîretten olmuş behrever

Zevk ile geçsin hayâtı dâima

Görmesin dünyâda aslâ bir keder

Hemen kaleme sarılıp
söylediklerini yazmaya başladım. Bitirince, ters ters ne yaptığımı sordu.

Siz, etrâfa inci saçıyorsunuz, toplamayayım
?’ dedim. Birden durdu. ‘Ha…
Şimdi iş değişti
,’ diyerek, beni, mine’l-evvel ile’l âhir sorguya çekmeye
başladı. Bu arada hocam, her zamanki zarâfeti ile sohbeti kesmemek için müsâade
isteyip ayrıldı. Beni de İbnülemin Efendiye emânet etti. Hakkımda epey bilgi
topladıktan sonra, üstad Feyhaman Bey’den berâber çıktık. Beyazıt Meydanı’na
kadar yürüdük. ‘Senin yaşında bir kızla
muhabbetimin tutacağını kırk yıl düşünsem tahmin edemezdim
’ dedi. Bu, benim
için iltifattı. Buna lâyık olmadığımı biliyordum. Üniversitedeki odasının kapısının bana dâima açık olacağını
söyleyerek, dâvet lütfunda bulundu. Sevgili amcam, Mâhir İz Hoca’nın kendisinin
dostu olması da bana gösterdiği bu yakınlıkta etkili idi muhakkak.

Üniversitenin
kapısında ayrıldık. Ben tekrar hocamın yanına döndüm ve ondan, bu eski zaman
adamı hakkında mâlûmat edindim.

Yine günlerden
bir gün, hâtıra defterime, lütfen bir-iki kelime yazması için, hocamın yanında
vazifeli Süreyyâ Abla’mıza, İbnülemin Beyefeydi’ye götürmesi için ricâ ettim.
Birkaç gün ses çıkmadı. Bir gün Süreyyâ Abla ‘Sana bir mektup var’ dedi. Şaşkınlıkla zarfı açtım İbnülemin’den ve
eski Türkçe yazılmış birkaç satır: ‘Burası
bakkal dükkânı değil. Bakkala evrak imzâlatmıyorsun. Kendin gel
!’ Utana
sıkıla huzûruna gittim. İçeride kütüphânesinden faydaalanan gençler vardı.
Kendisi masasının başında oturmuş, yine gözlüklerinin üstünden yarı kızgın bana
bakıyordu.

Buyur,’ dedi ve defteri uzattı. Sülüs
mürekkebi, kamış kalemle kendi el yazısı ve imzâsı ile beni nasıl gördü ise,
nasıl görüyorsa, ne temenni ediyorsa, kafiyeli olarak yazmış. Târih olan o
sâhifenin hâlâ en kıymetli hâtıralarımın arasında müstesnâ bir yeri vardır.

……….

Yaş 19. Artık
bir flörtüm var. Bugünkü 46 senelik eşim ve üç çocuğumun babası Özcan Özgür.

Okulun öğlene
kadar olduğunu bildiğinden, akşama kadar nerelerde gezdiğimin merâkı içinde…

Günlerden bir
gün, İbnülemin üstâdla karşı karşıya oturmuş konuşurken kapı vuruldu, içeri
Özcan’la arkadaşı İsmâil Ağabey girdiler. Yüzlerindeki ifâdeyi anlatamayacağım.
Ben, heyecan, içinde mahcûbiyetle üstâda tanıştırmak çabası içinde ‘komşumuzun oğulları’ deyiverdim. O, her
ikisine de kısa bir nazar atfettikten sonra, İsmâil’i göstererek: ‘Bu komşu oğluna benziyor, ama öteki komşu oğluna benzemiyor’ dedi.
Birkaç dakika soru-sualden sonra müsâade isteyip kendimizi koridora
attığımızda… Özcan ve İsmâil ‘Bu yaşı
belli olmayan ihtiyar adamdan ne anlıyorsun saatlerce, günlerce… Bunun için
mi her gün akşama kadar yoksun
?’ dediler. Durumu hafsalaları almadı.
Haklılardı. O yaşta bir kızın, dışarıda eğlencenin envay çeşidi varken, vaktini
bu türlü geçirmesi, onların anlayışına göre garipti. Benim içinse yaşamanın
hakîkati idi.

Altı ay sonra
dâvet ettiğim nikâhıma Süheyl hocamla birlikte ütfedip geldiler. İbnülemin
Efendi iki arada bir derede kulağıma yaklaşıp ‘Ben sana bu oğlan komşu oğluna benzemiyor demedim mi’ demez mi. O
yaşta, bir-iki dakikalık bir karşılaşmayı, 6 ay sonra hatırlayabilen bir
hâfıza… Ve sonra sevgili hocama, nikâh şâhidim olmasını ricâ ettim. Düşündü.
Bana çok zor bir vazife veriyorsun
dedi.

Üzülerek
sebebini sordum. ‘Çünkü sen evlenecek
kadın değildin. İlim kadını olmalıydın
.’

Kıymetli
hocam, büyük insan-ı kâmil… Onu tanıtmaktan âcizim, kelime bulamıyorum. Büyük
üstad İbnülemin Mahmud Kemal Beyefendiyi de Süheyl Ünver Hocam gibi sevgi ve
saygı ile anıyor, nur içinde yatmasını niyâz ediyorum.

 

Ebedî Âleme Göç Hazırlığı / Vasiyetnâmesi

T.C. İstanbul 13. Sulh Hukuk
Hâkimliği

BİSMİLLÂHİRRAHMANİRRAHİM

     Elhamdülillah aklen ve bedenen kemal-i
afiyette oldu
ğum halde medenî
kanunun ahk
âmına tevfikan (uygun
olarak), hi
çbir kimseden korkmadan ve hiçbir
kimsenin cebrine t
âbi olmadan (zorlamasına mâruz kalmadan) son
arzular
ımı mezkûr
kanunun 478
nci maddesi mucibince İstanbulda Mercan mahallesinde
M
ühürdar Eminpaşa sokağındaki
kona
ğımda 1955 Haziran’ının
23
ncü günü
kendi elimle yaz
ıyorum.

     Kendime kimseyi mirasçı naspetmeyerek
(tâyin etmeyerek) tasarruf nisabına taalluk eden (bana ait olan de
ğerlerle alakalı) hakkımı tamâmen müdafaa ediyorum. Esasen
mahfuz hisseli mirasçım bulunmadı
ğından
kanunen h
âiz olduğum mutlak salâhiyete
binaen terekemin ( geride  bıraktı
ğım mal ve mülkümün) 
tamamı üzerinde tasarruf ederek metrukâtımı (malvarlı
ğımı) berveçhiâti umur-ı hayriyeye  (aşağıda
belirtildiği üzere hayır işlerine)
tahsis ve vasiyetlerimi bu vesikada tâdât ve
isdar ediyorum: (maddeler halinde 
kaydediyorum
)

     1-Müstakilen mâliki bulunduğum İstanbulda
Mercan
da Mühürdar
Emin Pa
şa Sokağındaki yeni 13 ve eski 8 numaralı konağımı
ve m
üştemilâtını
(teferuatat kabilinden olan ve olmayan menkul mallar hari
ç)
a
şağıda
g
österilen maksada ve gayeye, tesbit ettiğim kayt ve şartlar dâiresinde
tahsis ederek (
İbnülemin
Mahmud Kemal Tesisi) ad
ı ile hükmî
şahsiyeti haiz Medenî Kanunun 437’nci
maddesinin bah
şetmiş olduğu salâhiyete
m
üstenid, ölümüme
ba
ğlı tasarruf yoliyle,
yani
ölümümden
sonraya muzaf olarak (geçerli olmak üzere)vasiyet suretiyle vakfettim.
Şöyle ki:

     a-Vakfettiğim
bahsi ge
çen bina dâima (İbnülemin
Mahmud Kemal Yurdu) nâmı ile yadolunmak ve halihazırı ile mâmur olarak
muhafaza edilmek
şartıyla
h
âlen İstanbulda
hali faaliyette bulunan
İmam ve Hatip
mektebinin tesisindeki gayeye ve maksada tahsis olunmu
ştur. Bu mektepte okuyacak talebe ile mektebin hey

Önceki İçerikSakız Orucu Bozar mı?
Sonraki İçerikÜlkücü Bir Doktorun Kaleminden
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.