İbnülemin Mahmud Kemal İnal ve Eserleri – 18

83

Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine

Ne kendi kimseye benzer ne kimse
kend
isine

 

Eserleri-11

 

İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Diğer Eserleri-3

 

Kâmil
Paşa’nın Sadâreti ve Konak Meselesi:
(İstanbul 1910). Târihçi Abdurrahman
Şeref Efendi’nin ‘Fuad Paşa Konağı Nasıl
Mâliye Dâiresi Oldu
?’ adlı makalesinde, Fuad Paşa’nın sarayın Bâbıâli
üzerinde gittikçe artan nüfuzunu kırmak için kendi istifasıyla birlikte Âlî ve
Yûsuf Kâmil paşaların da istifa edip Abdülaziz tarafından vâki olacak sadâret
teklifini hiçbirinin kabul etmeyerek hükümdarı bazı hususları kabul etmeye
zorlamak üzere yapmış oldukları ahde vefasızlık ile, Yûsuf Kâmil Paşa’nın
kendisine teklif olunan sadâreti hemen kabul ettiği ve daha sonra Fuad Paşa’nın
Beyazıt’ta inşa ettirmekte olduğu konağın Abdülaziz tarafından elinden alınarak
Maliye Nezâreti’ne verilmesinde onun teşvikinin rolü olduğu yolundaki
iddialarını cevaplandırmak üzere kaleme alınmıştır. İbnülemin, Yûsuf Kâmil
Paşa’nın biyografisiyle ilgili bir mesele sayarak ele aldığı bu iddialardan
birincisinin esassızlığını Ziyâ Paşa’nın ‘Verâset
Mektubları
’, Ebüzziya Tevfik’in ‘Yeni
Osmanlılar Târihi
’, Cevdet Paşa’nın henüz basılmamış ‘Ma‘rûzât’ı ve Mehmed Süreyyâ’nın daha sonra yanmış olan Târîh-i
Süreyyâ’sı ile Mâbeyinci Âtıf Bey’in basılı olmayan hâtıratından nakillerle
ortaya koyar. İkinci iddiayı da bu vak‘aya Yûsuf Kâmil Paşa’nın mühürdarı
sıfatıyla bizzat şâhit olan babası ve Fuad Paşa’nın torunları Hikmet ve Reşad
beylerin şâhitliklerinedayanarak Yûsuf Kâmil Paşa’nın seciyesi, devlet adamı
sıfatıyla çeşitli vesilelerle gösterdiği dürüst tutum bakımından yürüttüğü
tahlillere dayanarak çürütür.

Kemâlü’s-Safvet:
Yorgancı esnafından sarhoşun biri iken devrinin sayılı şâirleri arasında yer
alabilmesinin ve gördüğü orijinal birkaç manzumesinin, özellikle Fransız şâiri
Jean de Béranger hakkında bu şâirin vefatında Fransız hükümeti ve halkı
tarafından gösterilen değer bilirlilik ile bizde herhangi bir şâirin mâruz
kaldığı aşağılayıcı muamele arasındaki farkı göstermek üzere yazdığı ‘Beranje’
adlı şiirinin uyandırdığı ilgiyle hayatını ve eserlerini meydana çıkarmaya
çalıştığı şâir Mustafa Saffet hakkında ‘Fatin
Tezkiresi
’ndeki birkaç satırlık bilgiyi çok ileriye götüren ve mevcuda yeni
bilgiler ilâve eden, önsözü 1 Temmuz 1913 târihli araştırmadır.

Gelenbevî:
17. asrın ünlü riyâziye ve mantık âlimi İsmâil Gelenbevî’nin biyografisidir.
Gelenbevî’nin torunu Hayrullah Efendi’den nakledilen yeni bilgiler esere
orijinal bir değer kazandırmaktadır. İbnülemin 1 Aralık 1913’te son şeklini
verdiği araştırmasında, Şeyhülislâm Hamîdîzâde Mustafa’nın kıskançlık beslediği
Gelenbevî’yi çevirdiği entrikalarla İstanbul’dan nasıl uzaklaştırıp mahvına
sebep olduğunu torunundan aldığı bilgilerin de yardımıyla anlatmaktadır. Onun
ilmî şahsiyetiyle eserleri hakkında söz söylemeye kendini yetkili görmediğini
belirten İbnülemin, Gelenbevî’nin hocaları Ayaklı Kütüphâne (Mehmed Emin) ve
Palabıyık’ın (Muğlalı Mehmed), ortada önceki üstatların eserleri mevcutken yeni
yeni telifler meydana getirmenin gereksiz olduğu yolundaki tutumlarıyla ilgili
tenkitleri, ulemâ sınıfının yüksek kademelerindeki kıskançlığın ilim
târihimizdeki olumsuz tesirleri hakkındaki görüş ve müşâhedeleri ayrıca dikkat
çekicidir. Altmış dört sayfalık eserin yazma nüshası İstanbul Üniversitesi
Kütüphânesi’ndedir.

Menâkıb-ı
Hünerverân:
(1926) Türk Târih Encümeni Külliyatı içinde yayımlanmak üzere
hazırlanması kendisine havâle edilmiş eserin tenkitli metniyle müellifi Mustafa
Âlî’nin hayat ve eserlerine dâir kaleme aldığı monografiden (s. 3-133) meydana
gelir. Nüsha farkları hangileri olduğu belirtilen altı nüsha üzerinden
gösterilmiş neşir bizde yapılan ilk ciddi edisyon kritik durumundadır. Yetmiş
yedi sayfa tutan metne mukabil 131 sayfalık mukaddime kısmı Mustafa Âlî
tetkiklerinde bir dönüm noktası teşkil eder. Bu mukaddime, günümüzdeki en yeni
araştırmalara kadar onun hakkındaki bütün çalışmalara kaynak teşkil etmiştir.
İbnülemin’in Osmanlı târihi sahasındaki derin vukufunu ortaya koyan bu
çalışmasını ilmî bir hâdise gibi karşılayan Süleyman Nazif, Ali Canip (Yöntem)
ve M. Fuad Köprülü, metninden de önemli buldukları mukaddimesi dolayısıyla
İbnülemin’e teşekkür ve tebriklerini ifâde ederler.

Tuhfe-i
Hattâtîn:
(1928) Müstakimzâde Süleyman Efendi’nin, bizde esas ağırlığı
Osmanlı hattatları olmak üzere yazılmış teliflerin bu sahada en mufassal ve en
mükemmeli olan eserinin Türk Târih Encümeni adına, İstanbul kütüphânelerinde
rastlanan hepsi de hatâlı üç, bir de hususi eldeki nüsha üzerinden, Murad Molla
nüshasını esas alarak İbnülemin büyük bir vukufla yaptığı düzeltmeler, sabırla
yürüttüğü karşılaştırmalar sâyesinde güvenilir ve sağlam metnini ortaya koyduğu
gibi, Müstakimzâde Süleyman Efendi’nin hayat ve eserlerine dâir kazandırdığı
zengin monografiyle değerini daha da arttırır. İbnülemin’in bu kitabı
Türkiye’de eski harflerle basılmış son kitaptır.

Türklerin,
Arap Harflerini Tanzim ve İhya Etmek Suretile İlme ve Medeniyete Hizmetleri:

(1932) Arap harfli yazının doğuşu ve gelişmesini, içinden çıkan yazı
çeşitlerini, bunların Türklerin elinde nasıl yüksek sanat seviyesine
eriştiğini, hat sanatının çeşitli Türk ülkelerinde Türk hükümdarları tarafından
nasıl himâye ve teşvik gördüğünü belirten umûmî bir tablodan sonra sülüs,
nesih, celî üstatlarından olmak üzere Şeyh Hamdullah, oğlu Mustafa Dede, Derviş
Ali, Hâfız Osman, Ağakapılı İsmâil, Yedikuleli Seyyid Abdülhak, Şekerzâde
Seyyid Mehmed, Eğrikapılı Mehmed Râsim, Mustafa Râkım Efendi dâhil on ikisinin;
ta‘lik hattatlarından da Abdülbâki Ârif, Abdullah Vassaf, Veliyyüddin,
Kâtibzâde Ahmed Refi‘ ve Mehmed Esad Yesârî efendiler dâhil sekizinin üzerinde
durduğu terkibî bir icmaldir. ‘Türk
Târihinin Ana Hatları
’ serisi içinde hazırlanması kendisine havale edilmiş
olan bu on dört sayfalık icmal, bu serinin ‘müsveddeler’i grubunun on ikinci
eseri olarak basılmıştır. İbnülemin, Türk Târih Tetkik Cemiyeti’nde okunduğu
zaman hat sanatı hakkında hiçbir bilgisi olmayan bazı kimselerin kusur belirten
görüşleri kendisine resmî yazı ile bildirildiğinde itiraz sâhiplerinin
akıllarını başlarına getirecek bir cevap yazdığını kaydeder.

 

İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Eserleri
Hakkında Umûmî Bir Değerlendirme:

Özel bir
çevrede yetişen İbnülemin Mahmud Kemal İnal, kendi ifâdesiyle ‘çocuk denilecek
bir yaşta’ basın hayatında yer almış ve 1890 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin
yayınlamakta olduğu Tercümân-ı Hakikat Gazetesi’nde yazmaya başlamıştır. İlk
yazılarının başına ‘Emin Paşazâde Mahmud
Kemal
’ veya ‘Eyâlât-ı Mümtâze Kalemi
hulefâsından Mahmud Kemal
’ yazmakta iken daha sonra isminin başına ‘İbnülemin’ künyesini koyan ve bu
künyeyle tanınmaya başlayan Mahmud Kemal İnal, 19. yüzyıl sonunda yayınlanan bu
yazılarında birbirinden farklı pek çok konuyu ele almıştır.

Din, ahlâk,
ziraat gibi alanlarda yazan İbnülemin’in erken dönem yazılarının önemli bir
kısmı, İslâmiyet ve medeniyet ilişkisi hakkındadır. İslâm dininin yüceliğini,
ahlâkî ve insanî değerleriyle anlatma gayreti içinde olan genç üstat,
İslâmiyet’in medeniyete katkılarını ele almış ve İslâmiyet’in ilerlemeye engel
teşkil etmediğini belirtmiştir.

İslâmiyet mâni-i terakki değildir
fikrinin savunuculuğunu üstlenen Meşrutiyet dönemi İslâmcılık akımının
habercisi olarak okunabilecek bu yazılarında İbnülemin, ‘beşeriyetin tekâmülü ve medeniyet-i hakîkiyenin vücut buluşunun
İslâmiyetin gelişiyle mümkün olduğu
’ fikrini ileri sürmüştür.

Orucun faydaları’ başlıklı yazısında
kullandığı ‘Oruç tutan kişinin uykusu
ibâdettir, nefesi tesbihtir, duâsı kabul edilir, her sevâbı kat kattır. Her
şeyin bir kapısı vardır, Allah’a giden yolun kapısı oruçtur
’ diyen
İbnülemin Ramazan ayının önemini veciz sözlerle anlatmıştır. O, eserlerinin
yanı sıra gündelik ilişkilerinde de -yeri geldikçe- bu gibi dînî konulardan söz
etmektedir; bir sohbet sırasında çocuklarının geleceğini temin edemediğini ve
onları kimsesiz bırakıp gözü açık gideceğini söyleyen Sadrazam Said Paşa’ya şu
sözlerle cevap vermiştir:

Beylere, hanımlara müteaddit lisanlar,
ilimler tahsil ettiriyorsunuz, hakk-ı übüvveti ifâya himmet buyuruyorsunuz,
teşekkür olunur. Biçârelere biraz da oin bilgileri okutsanız olmaz mı?
Çağırınız, sorunuz bakalım: Allah’ı, Resûlullah’ı, İslâm’ın şartını biliyorlar
mı? Paşa efendimiz, bunlar huzur-ı ilâhîde yakanıza sarılırlar. Zaman-ı
sabâvetlerinde kendilerine terbiye-i diniye vermediğinizden dolayı sizden
dâvâcı olurlar. Onlara bırakacağınız para, beş para etmez, âdî insanlar gibi
yerler-içerler, saçıp savururlar ve sonunda perişan olurlar. Akılsız evlâda
babadan kalan para mal-mülk yetmez. Akıllı evlâdın ise bunlara ihtiyacı yoktur.
Ne lâzımsa çalışır çabalar emeğiyle temin eder. Çocuklarınıza Müslüman
terbiyesi veriniz, inançlı bir insan olarak büyütünüz, kalplerine Allah sevgisi
yerleştiriniz, yüksek şahsiyetinizle, derin bilgilerinizle onların geleceğini
aydınlatınız. Ciğerpârelerinizin geleceğini bu şekilde inşa ediniz
.’

Belirttiğine
göre Üstat, Nâmık Kemal’den çok etkilenmiştir. Şöyle diyor: ‘Babam Mehmed Emin Paşa merhum, Nâmık
Kemâl’in her yazısını zevk ile okur, başkalarına da okutur, huzur içinde
dinlerdi. Yedi sekiz yaşımda olduğum hâlde bana da dinletirdi. En çok
hoşlandığım Cezmi idi, kimbilir kaç defa okudum. Ben Cezmi isimli kitabı
görmeseydim, okumasaydım onun izinde yürümeseydim, kendi kendime ne
yazabilirdim? İnsâfı elden bırakmaz da hakîkati söylersem, ismimin anılmasına
sebep olan benim eserim değil, eserinden istifâde ettiğim Kemâl’in feyzidir
.’

Türk edebiyatında
târihi roman türünde yazılan ilk eser olan Cezmi’de Nâmık Kemal’in önem verdiği
İslâm Birliği’ düşüncesinin izlerini
görmek mümkündür. Hatta Nâmık Kemal’den iki yıl sonra dünyaya gelen Sultan
İkinci Abdülhâmid Han’ın ideali de İslâm Birliği’ni, düşünceden fiiliyata
intikal ettirmekti. Prof. Dr. Cezmi Eraslan, ‘İkinci Abdülhâmid ve İslâm Birliği’ isimli eserinde bu konuyu 416
sayfa boyunca her yönüyle anlatır. (Ötüken Naşriyat, 2019)

İbnülemin
Efendi’nin kaleme aldığı ‘Sabih’ isimli
romanında Müslümanların Türkistan coğrafyasında yaptıkları fetihlerden,
İslâmiyet’i Orta Asya’da hâkim kılma çabalarından bahsedilmektedir.

İbnülemin
Mahmud Kemal İnal önemli bir Osmanlı tarihçisi ve uzun yıllar boyunca
Bâbıâli’de çalışmış tecrübeli bir Osmanlı bürokratıdır. Osmanlı Devleti’nin son
yıllarında Sadâret Mektubî Kalemi Müdürlüğü, Dîvân-ı Hümâyun Beylikçiliği gibi
kritik görevler üstlenen, Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın tahttan
indirilmesinin ardından Yıldız Sarayı evrakını inceleyerek tasnif eden, uzun
yıllar boyunca devlet adamları ve Türk kültür hayatının önemli isimleriyle
yakın ilişki içinde olan İbnülemin; İkinci Abdülhamid Han döneminden 1950’li
yıllara uzanan dönem boyunca birbirinden farklı alanlarda eserler ortaya
koymuş, gazete ve mecmualarda pek çok yazı kaleme almıştır. Meşrutiyet ve
Cumhuriyet dönemlerinde kaleme aldığı binlerce sayfalık eserleriyle özellikle
19. yüzyıl Türk toplum târihine ayna tutan İbnülemin Bey, çok uzun bir zaman
dilimini kapsayan bu dönemin pek çok siyâsî ve sosyal probleminden söz
etmiştir. Bu hizmetleriyle ‘19. asır
Osmanlı sosyal ve dâhilî târihinin en büyük mütehassısı
’ olarak anılmıştır.

Ahmet Hamdi
Tanpınar, İbnülemin Bey için ‘son
devirlerimiz târihi hakkında O’nun kadar orijinal vesika neşretmiş, bütün bu
yüz otuz senenin yayını üzerinde durmuş muharririmiz azdır. Matbu ve yazma…
görmediği eser, Bâbıâli kalemlerinden geçip de kopyasını almadığı bir vesika
yoktur
’ demektedir. Yaşadığı dönemdeki edebiyatçıları, düşünürleri,
sanatçıları yakından tanıyan ve Bâbıâli’nin önemli bürokratlarından biri olması
sebebiyle devlet adamlarıyla sıklıkla bir araya gelen Mahmud Kemal İnal’ın
çalışmaları, yazılı kaynakların yanı sıra sözlü kaynaklardan da faydalanması
sebebiyle ayrı bir öneme sâhiptir.

Eser
isimlerinden ve Osmanlı döneminin devlet adamları, şâirleri ve müzisyenlerinin
ele alınmasından yola çıkılarak Osmanlı dönemini bütünüyle sâhiplendiği ve
yücelttiği düşünülen Mahmud Kemal İnal, geçmişin savunuculuğunu üstlenen ve
bütün ömrünü buna hasreden bir isim olarak görülmektedir. Bu hususiyetleri
sebebiyle ‘mâzinin türbedârı’ olarak anılan üstat, Cumhuriyet dönemindeki baş
eseri olan ve 1940-1953 yılları arasında devlet imkânlarıyla basılan ‘Son Sadrıazamlar’da 19. ve 20. yüzyıl
sadrazamlarının hepsinin övülmesi ve olumlu özellikleriyle tanıtılması söz
konusu değildir. Eserde, Âli Paşa, Fuad Paşa gibi Tanzimat dönemi devlet
adamlarının diplomasi anlayışı ve yönetim tarzları övülmekle birlikte, çok sert
biçimde eleştirilen sadrazamlar da bulunmaktadır. Türk devlet geleneğinde Sadâret
makamının öneminden söz eden Mahmud Kemal İinal, padişah karşısında bu makamın
ağırlığını koruyan Âli Paşa’yı övmekte, Yusuf Kâmil Paşa’nın ‘Sadâretin inhilâli (çöküşü), Âli Paşa’nın irtihaliyledir
(ölümüyledir)
’ sözüne ısrarla vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla Son
Sadrıazamlar’da Âli Paşa gibi sadrazamların övülmesinin yanı sıra; adâlet
kavramının önemsizleştiği, liyakat esasına uyulmadığı ve diplomatik hatâların
yapıldığı dönemler sıklıkla tenkit edilmektedir. Bu mânâda ‘Son Sadrıâzamlar’, Cumhuriyet döneminde
Osmanlı dönemiyle bir anlamda hesaplaşılan bir metin olarak da karşımıza
çıkmaktadır.

Mahmud Kemal
İnal’ın İkinci Abdülhâmid Han hakkındaki değerlendirmeleri de dikkat çekicidir:
Hiçbir şey tasavvur olunamaz ki, O’nun
vehmü vesvesesini tahrik etmesün. Hiçbir hal ü kal hatıra gelmez ki onun hüsni
zannına mazhar olsun. Bed binlik, bed endişlik onu tahtı esârete almıştır
.’
demektedir. Sultan İkinci Abdülhâmid Han döneminde casusluğun âdeta sanat
hâlini aldığını, herkesin birbiri hakkında jurnal verdiğini ve bu güvensiz
ortamda halkın son derece temkinli olmaya çalıştığını belirten İbnülemin,
padişahın, istedikleri kişiye iftira etmekten çekinmeyen jurnalcileri -bir daha
kendisine jurnal vermeyeceklerine ve bu sebeple amcası Sultan Abdülaziz’in
akıbetine uğrayacağına inanması sebebiyle cezalandırmadığını, aksine bu
kişilere iyi davrandığını belirtmektedir. İbnülemin, Abdülhamid dönemi
jurnalciliğini şöyle anlatmaktadır:

Casusluk, âdeta san’at hâline geldi. O
san’ata sâlik ve meharete mâlik olanlar, babaları, anaları, kardeşleri ve
dostları hakkında bile okuyanları inandıracak tarzda jurnal verdiklerinden her
ferd, bir birinden şüphelenerek babanın evlâda, evlâdın babaya emniyyeti
kalmadı. Ehibba ve akrâba ile buluşub görüşmek müşkilleşdi. Hakkında jurnal verilüb
de bir belâya oğramamak içün herkes dilsiz oldu. Her şeyde görülen tazyikat,
halkı son derece bizar etdi. Herkes, padişaha karşı husumet gösterdi. Padişah
mehabbeti kalblerden silindi
.’

Sultan’ın dâveti üzerine Saray’a
giden ve görüşmesinin kendisinde oluştuğu kanaati açıklayan Nâmık Kemal’ın
söyledikleri fevkalâde dikkat çekicidir. Okumak lâzım.

(İbnülemin Mahmud Kemal İnal: Son Sadrıâzamlar. Cilt: 8, s: 1277-1280
Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1947)

Önceki İçerikEy İman Edenler İman Ediniz! (22)
Sonraki İçerikYarın 23 Nisan, Neşe Dolmuyor İnsan!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.