Hz. Peygamber ve Bürokrasi

62

Bir devlet için yönetici, millet, teşkilâtlanma (organizasyon), toprak ve kanun gerekir. Hz. Peygamber’in hayatında bunlar gerçekleşmiş ve kendisi bir peygamber olmanın ötesinde, aynı zamanda kurduğu devletin başkanı olmuş ve devletle ilgili olarak, ilahî prensipleri uygulamaya koymuştur. O, asayiş, güvenlik ve sosyoekonomik hayatın İslâmî hedefler doğrultusunda geliştirilmiş, İslâm öğretim ve eğitiminin plânlanması, vergilerin toplanması ve benzeri gayelerle valiler, hâkimler (kadılar), vergi memurları (âmiller), öğretmenler (mürşidler, mübelliğler) görevlendirmiştir.

X

Hz. Peygamber, halkın işlerinin hızla ve kolaylıkla yürütülmesini prensip ediniyordu. “Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!” talimatını bu amaçla vermişti. Hz. Peygamber’in yapmış olduğu bir duası bu açıdan çok ilginçtir: “Allahım! Her kim ümmetimin işinden bir şeyi üzerine alır da onlara meşakkat verirse, Sen de ona meşakkat ver! Her kim de ümmetimin işlerinden bir şeyi üzerine alıp onlara lütuf ve merhametle muamele ederse, Sen de ona lütuf ve merhametle muamele yap!”

Hz. Peygamber’e göre halk hizmetlerinin yürütülmesi bir tür sosyal cihaddı. Görevliler de bunu yürüten muhakeme ve içtihat kabiliyetine sahip, bilgili, becerikli, dirayetli, anlayışlı, sempatik, güler yüzlü, hoşgörülü, iyi niyetli kişilerden seçiliyordu. Bir göreve ısrarla gelmek isteyen bundan engelleniyordu. Çünkü ihtiras, kişinin görevini kötüye kullanmasını, rüşveti ve iltiması doğurabilirdi. Hz. Peygamber bu konuda şu talimatı vermiştir: “Bir devlet memuriyetini (ısrarla) istemeyiniz. Zira şayet senin isteğin üzerine bu iş sana tevdi edilecek olursa, sen bu işteki kifayetsizliğinden dolayı sorumlu tutulursun; böyle olmayıp da sen istemeksizin bu iş sana tevdi edilecek olursa yardıma eriştirilirsin!”

Hz. Peygamber, devlet idaresinde istihdam edeceği kişilerde becerikliliğe ve liyakatli olmaya o kadar önem vermiştir ki, ilk Müslümanlar arasında olmakla bilhassa takva konusunda mümtaz bir sahabî sayılan Hz. Ebu Zerr-i Gıfarî’nin valilik isteğini geri çevirmiştir. Çünkü hadisteki ifadeye göre o, hizmet yerinde otoriteyi sağlamak konusunda zayıf kalacak ve başarısız olacağı için hizmetler aksayacak, neticede hem dünyevî ziyan, hem de uhrevî hüsran doğacaktı.

Bu durum Kur’an-ı Kerim’de yer alan “emanetlerin ehline verilmesi” prensibiyle yakinen ilgilidir. Nitekim Rasul-i Ekrem de çeşitli idarî kademe ve hizmetleri emanete benzetmiş ve, “…iş ehil olmayana verildi mi, kıyameti bekle!” demiştir. Hz. Peygamber istihdam ettiği bir devlet memurunun ihtiyaçlarını hazineden karşılıyor ve yetecek kadar da maaş veriyordu.

Memura, aile fertleriyle rahatça kalabileceği bir mesken sağlıyor, yani konut problemini hallediyor, ev işlerinde yardımcı olacak bir hizmetçi için tahsisat ayırıyor, işyerine gidip gelebilmesi için bir binit sağlıyordu, yani ulaşım problemini hallediyordu.

Bunlar temin edildikten sonra, alınacak her kuruşun bir kusur, haddi aşmak ve hırsızlık sayılacağını, görev başında iş takipçilerinden kabul edilecek hediyenin bile bir çeşit rüşvet sayılacağını söylüyordu. Ayrıca iğne değerinde bir şeyi bile zimmetine geçirmenin kıyamet gününde bir hıyanet ve hırsızlık olarak karşısına çıkarılacağını ifade ediyordu.

Keza Hz. Peygamber, devlet memurlarının yüksek sorumluluk duygusuna sahip bulunmalarını ve adaletten ayrılmamalarını tembih ediyor ve şöyle diyordu: “İnsanlar üzerinde yönetici olan kişi, bir güdücüdür ve güttüğünden sorumludur…” Ayrıca, “Kendi ahali ve idarelerinde bulunanlarla ilgili hükümlerinde her zaman adalet edenlerin Allah katındaki kıymetlerinin büyük olacağını” müjdeliyordu. “Zulmeden yöneticilerin ise cennete Giremeyecekleri’ni belirtiyordu.

Hz. Peygamber mesaide verimliliğin, çalışanların huzur ve anlaşmasına bağlı olduğu görüşündedir. Nitekim O, Yemen tarafına vali, öğretmen ve vergi memurlarını gönderirken, “…Birbirinize uyun, ihtilâfa (anlaşmazlığa) düşmeyin” diye sıkı bir biçimde tembih (ve uyarı)da bulunmuştur. -Prof. Dr. Hüseyin Algül- (Asr-ı Saadet’te İslâm I, Editör: Prof. Dr. Vecdi Akyüz, Mart 2006 – İstanbul, s. 387 – 389)

 

Önceki İçerikHollanda Cezaevlerini Kapatıyor, Türkiye’ye Cezaevi Yetmiyor
Sonraki İçerikİkinci (Manevi) Annem Rahime İğci
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.