17 Aralık 1273,
Mevlânâ Celaleddin-i Rumî’nin ölüm günüdür. Damla denizden haber verir
hükmünce, O’ndan bir nebze bahsetmeye çalışacağım.
“Bu atom devrinde
insan; maddî imkânlar elde etmiş, zenginleşmiş, âdeta makineleşmiş, kendisini
birçok hususlarda rahata kavuşturmuştur. Fakat mânâ yönünden fakir düşmüştür.
Eski insanın sabrını, ilim aşkını, mânevî gücünü kaybetmiştir. Çünkü bitmez,
tükenmez ihtiyaçlarının ve sonsuz isteklerinin esiri olarak çırpınıp durmakta
ve dolayısıyla hayatı kendine zehir etmektedir. Böyle bir insan okumak için
fazla bir zaman (maalesef ayıramamakta, başta Mevlâna Hazretleri gibi büyük
zâtların aydınlatıcı eserlerinden uzak kalmaktadır).” (Şefik Can)
İşte bu üzücü
durum karşısında tesellî bulmak isteyenler; Mevlânâ gibi ulu bir zatın kapısını
çalabilirler. Çünkü:
“Mevlânâ’da hakikî
Müslümanlık; belâgatin (güzel söz söyleme san’atının) en yüksek derecesi ile
ifade edilmiştir. Ve bu Müslümanlık (üstelik) şeklin değil, mânânın
müslümanlığıdır.
“Basar basîreti açık
olanlar (hem bakan hem de görenler, Mevlânâ’da) sadece yaradılışın başlı başına
bir mûcize olduğunu ayan beyan (apaçık) görürler.
“Arzın ve dağların
yüklenemediği büyük irfan emanetini parmağının ucunda oynatan bahtiyarlardan
biri (olarak da)…Mevlânâ(yı fark edebilirler. Gerçi)
“Türbesine âşıklar
kalesi adı verilen Mevlânâ; peygamber değildir, fakat kitabı (Mesnevîsi)
vardır. (Kaldı ki:)
“Garb (Batı bile)
Mevlânâ’yı hakikaten anlamaya çalışıyor. Ve buna ihtiyaç hissediyor. Ve ona
yaklaşanlar, hidâyete eriyor (İslâm’a giriyor).” (Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan)
Nitekim ABD’de,
son zamanlarda en çok satılan tercüme kitaplar arasında, Mesnevî başta geliyor.
Çünkü:
“Mesnevî’ye…Kur’an’ın içi ve özü derler. Eğer böyle bir teşbihe
(benzetmeye) cevaz (izin) verilirse Kur’an, bir gül bahçesi, Mesnevî ise gül
yağıdır. Gül yağında gülün şekli, zerafeti, harikulâde tenasüp ve âhengi
yoktur. Fakat onun ruhu vardır. Birincisi Tanrı, ikincisi kul işidir. Gül,
şekil ile ruhtur. Gülyağı yalnız ruhtur. Birkaç damla gülyağında bir gülistan
(gülbahçesi) mucizesini görebilecek gözler, onun üzerine eğilebilirler.” (Prof.
Dr. Ali Nihad Tarlan)
x
“ ‘(İnsanları)
Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle dâvet et.’ (Nahl:125)
“Din büyüklerinden,
hem de şeriat (din) ve tarikatin en büyüklerinden olan (Hazret-i Mevlânâ) da
,…şeriat (İlahî yol ve yordamı gösteren) hükümlerini ve tarikat âdâbını halka
öğretmek için (Mesnevî)yi nazmetmiş (nazım olarak sıralı bir şekilde tertip
etmiş)tir. (Fakat:)
“Söz, dinleyenin
anlayışına göre söylenir. Muhatab (dinleyen) ne kadar anlayışlı olursa, konuşan
da o nisbette yüksek söz söyler.
“Hz.
Mevlânâ…’Cenab-ı Hak, dinleyenlerin himmetleri kadar vaizlerin lisanına
hikmet telkîn eder.’ ‘Dinleyenler ne kadar dikkatli dinlerlerse, vaizler de o
kadar hikmetli söylerler.’ sözünü şerheylemiş (açıklamış)tır.”
(Tahirü’l-Mevlevî)
x
“Mesnevî’de
birtakım hikâyeler vardır. Fakat onların dercedilmesi (içine alınması), masal
söylemiş olmak için değil, o kıssalardan hisse alınmak düşüncesiyledir. Çünkü
yüksek bahisler ve derin hikmetler, böyle misallerle bir dereceye kadar
anlaşılabilir.” (Tahirü’l- Mevlevî)
Hikâyeler avam /
halk, mânâlar havas / aydınlar içindir. Çünkü halk çocuk hükmündedir. Çocuk
gibi gördüğüne daha kolay ve daha çabuk inanır. Havassa / aydınlara mücerret /
soyut anlatışla yetinilse bile, halka müşahhas / somut anlatışlar gerek.
“Mesnevî’de bâzı
hezlâmîz (alaycı-açık) fıkralar (da) vardır. Bunlar, yalnız zâhiri / dışı
görenler nazarında nezih (uygun) görülmese bile, basîret sahipleri (içi
görenler) nezdinde (yanında) hâl ve makâma münasip oldukları için, fasîh ve
beliğ (açık ve güzel) sayılırlar.” (Tahirü’l-Mevlevî)
Zira halk
duyduğundan ziyade, gördüğüne daha çok ve daha çabuk inanır.