Hürriyet ve Düşündürdükleri

51

Eğer HÜRRİYET dedikleri; haysiyet kırıcı tecavüzlere fırsat veriyorsa,

Eğer HÜRRİYET dedikleri; ikiyüzlülüğe ve bozgunculuğa imkân tanıyorsa,

İftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerinin ortalıkta dolaşmasına izin veriyorsa,

Şeytancasına safsata ve yanıltıcı sözlere hayat hakkı tanıyorsa,

Hele diyanette, dindarlıkta yani dinsel emir ve buyruklara riayette, lâubalîcesine / saygısızca hareketlere müsait ve uygun bir zemin sağlıyorsa,

HÜRRİYET’in var olduğu söylenen böyle yerler; ister medeniyetin mutluluk veren sarayları da olsa, aslında oralar akrep ve yılanların yuvalandığı yerlerdir.

Düşmanlıkların cirit attığı mahallerdir.

HÜRRİYET böyle yerlerde aslında yok, ancak sözde vardır.

Çünkü mutlak HÜRRİYET, buralara bedel, yüksek dağlarda yurt tutmuş olsa gerek.

Nazlı HÜRRİYET; bu mimsiz medeniyette kendine yer bulamaz.

Fikir hürriyeti, düşünce özgürlüğü, söz hürriyeti ve hattâ hüsnüniyet ve temiz kalplilik ve kalp selâmeti / kalbin korku ve endişelerden uzak olmasını bu durumda; ancak dağlarda aramak lâzım.

Oysa Asya’nın ve İslâm Âlemi’nin ilerleme ve gelişmesinin birinci kapısı; meşru meclise dayalı yönetim şekli ve din çerçevesi içinde kalan HÜRRİYET’tir.

İslâm talihi, kaderi ve ikbalinin anahtarı ise; ister Meşrutiyet, ister Cumhuriyet, ister Demokrasi; hangisiyle isimlendirilirse isimlendirilsin; bunlardaki şûra yani danışma kurulunu harekete geçirmektir.

Nitekim meşru meclise dayalı yönetim şekli olan Meşrutiyet, Cumhuriyet veya Demokrasi denen idare şekli; gerçek manada tatbik edildiği takdirde, yaklaşık iki milyarlık İslâm âleminin manen esaretten kurtuluşunun tek çaresidir.

Öyleyse, yaşasın meşru meclise dayalı idare tarzını seçenler. Sağ olsun İslâmın hakikatlerinden tam ders alan HÜRRİYET güneşi.

X

Âdeta İslâmiyet; yabancıların nazarında -ne yazık ki- ilerlemeye, adalete ve HÜRRİYET’e engel sanılıyor!

Hâlbuki ilk Müslümanların, özellikle o zamanda HÜRRİYET, eşitlik ve adaletleri apaçık delildir ki; İslâm dini, insan hak ve HÜRRİYETlerini, adalet ve eşit hukukun bütün bağ ve gerektirdiklerini içinde barındırıyor.

Öyle ise, bize düşen; zamanın ihtiyaçlarına göre, o âdil hükümleri uygulanır hâle getirmektir.

X

HÜRRİYET’ten maksat; maddeye taparcasına değer verme düşüncesi demek olan maddiyyunluktan gelen; iman ve İslâm’dan ayrılma, sapkınlık yani doğru ve hak yoldan çıkma, yani dalâlet fikrine yol açmak olmamalı.

Çünkü bu; hayvanlara has olan bir HÜRRİYET’tir.

HÜRRİYET’ten hayvanlar gibi kural tanımaz bir özgürlük anlamı çıkarmamalıdır.

X

Gerçek anlamda HÜR olan, ancak mü’mindir / inanandır.

Çünkü dünyayı sanatla yaratan Allah’a abd / kul ve hizmetkâr olanın; halkın karşısında aşağılanmaya tenezzül etmemesi gerekir.

Demek ki, imana ne kadar kuvvet verilse, HÜRRİYET de o kadar kuvvet bulur.

Fakat sınırsız HÜRRİYET ise, tam bir vahşet ve barbarlık hâlidir. Belki hayvanlıktır. HÜRRİYET’in sınırlandırılması da, insanlık açısından zarurî ve elzemdir.

Zira gösterişe, zevk ve eğlenceye aşırı düşkün, faydayı zararı ayırdetme yeteneğinden mahrum kişiler; HÜR yaşamak istemediklerinden, kötülüğü emreden nefsin, rezil bir şekilde esareti altına girmek istiyorlar. Kısaca demek lâzımsa: İslâm dairesinin dışında kalan HÜRRİYET; ya istibdat / baskı veya nefsin esareti veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettirEğer HÜRRİYET dedikleri; haysiyet kırıcı tecavüzlere fırsat veriyorsa,

Eğer HÜRRİYET dedikleri; ikiyüzlülüğe ve bozgunculuğa imkân tanıyorsa,

İftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerinin ortalıkta dolaşmasına izin veriyorsa,

Şeytancasına safsata ve yanıltıcı sözlere hayat hakkı tanıyorsa,

Hele diyanette, dindarlıkta yani dinsel emir ve buyruklara riayette, lâubalîcesine / saygısızca hareketlere müsait ve uygun bir zemin sağlıyorsa,

HÜRRİYET’in var olduğu söylenen böyle yerler; ister medeniyetin mutluluk veren sarayları da olsa, aslında oralar akrep ve yılanların yuvalandığı yerlerdir.

Düşmanlıkların cirit attığı mahallerdir.

HÜRRİYET böyle yerlerde aslında yok, ancak sözde vardır.

Çünkü mutlak HÜRRİYET, buralara bedel, yüksek dağlarda yurt tutmuş olsa gerek.

Nazlı HÜRRİYET; bu mimsiz medeniyette kendine yer bulamaz.

Fikir hürriyeti, düşünce özgürlüğü, söz hürriyeti ve hattâ hüsnüniyet ve temiz kalplilik ve kalp selâmeti / kalbin korku ve endişelerden uzak olmasını bu durumda; ancak dağlarda aramak lâzım.

Oysa Asya’nın ve İslâm Âlemi’nin ilerleme ve gelişmesinin birinci kapısı; meşru meclise dayalı yönetim şekli ve din çerçevesi içinde kalan HÜRRİYET’tir.

İslâm talihi, kaderi ve ikbalinin anahtarı ise; ister Meşrutiyet, ister Cumhuriyet, ister Demokrasi; hangisiyle isimlendirilirse isimlendirilsin; bunlardaki şûra yani danışma kurulunu harekete geçirmektir.

Nitekim meşru meclise dayalı yönetim şekli olan Meşrutiyet, Cumhuriyet veya Demokrasi denen idare şekli; gerçek manada tatbik edildiği takdirde, yaklaşık iki milyarlık İslâm âleminin manen esaretten kurtuluşunun tek çaresidir.

Öyleyse, yaşasın meşru meclise dayalı idare tarzını seçenler. Sağ olsun İslâmın hakikatlerinden tam ders alan HÜRRİYET güneşi.

X

Âdeta İslâmiyet; yabancıların nazarında -ne yazık ki- ilerlemeye, adalete ve HÜRRİYET’e engel sanılıyor!

Hâlbuki ilk Müslümanların, özellikle o zamanda HÜRRİYET, eşitlik ve adaletleri apaçık delildir ki; İslâm dini, insan hak ve HÜRRİYETlerini, adalet ve eşit hukukun bütün bağ ve gerektirdiklerini içinde barındırıyor.

Öyle ise, bize düşen; zamanın ihtiyaçlarına göre, o âdil hükümleri uygulanır hâle getirmektir.

X

HÜRRİYET’ten maksat; maddeye taparcasına değer verme düşüncesi demek olan maddiyyunluktan gelen; iman ve İslâm’dan ayrılma, sapkınlık yani doğru ve hak yoldan çıkma, yani dalâlet fikrine yol açmak olmamalı.

Çünkü bu; hayvanlara has olan bir HÜRRİYET’tir.

HÜRRİYET’ten hayvanlar gibi kural tanımaz bir özgürlük anlamı çıkarmamalıdır.

X

Gerçek anlamda HÜR olan, ancak mü’mindir / inanandır.

Çünkü dünyayı sanatla yaratan Allah’a abd / kul ve hizmetkâr olanın; halkın karşısında aşağılanmaya tenezzül etmemesi gerekir.

Demek ki, imana ne kadar kuvvet verilse, HÜRRİYET de o kadar kuvvet bulur.

Fakat sınırsız HÜRRİYET ise, tam bir vahşet ve barbarlık hâlidir. Belki hayvanlıktır. HÜRRİYET’in sınırlandırılması da, insanlık açısından zarurî ve elzemdir.

Zira gösterişe, zevk ve eğlenceye aşırı düşkün, faydayı zararı ayırdetme yeteneğinden mahrum kişiler; HÜR yaşamak istemediklerinden, kötülüğü emreden nefsin, rezil bir şekilde esareti altına girmek istiyorlar. Kısaca demek lâzımsa: İslâm dairesinin dışında kalan HÜRRİYET; ya istibdat / baskı veya nefsin esareti veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettirEğer HÜRRİYET dedikleri; haysiyet kırıcı tecavüzlere fırsat veriyorsa,

Eğer HÜRRİYET dedikleri; ikiyüzlülüğe ve bozgunculuğa imkân tanıyorsa,

İftiralara ve insafsızcasına intikam fikirlerinin ortalıkta dolaşmasına izin veriyorsa,

Şeytancasına safsata ve yanıltıcı sözlere hayat hakkı tanıyorsa,

Hele diyanette, dindarlıkta yani dinsel emir ve buyruklara riayette, lâubalîcesine / saygısızca hareketlere müsait ve uygun bir zemin sağlıyorsa,

HÜRRİYET’in var olduğu söylenen böyle yerler; ister medeniyetin mutluluk veren sarayları da olsa, aslında oralar akrep ve yılanların yuvalandığı yerlerdir.

Düşmanlıkların cirit attığı mahallerdir.

HÜRRİYET böyle yerlerde aslında yok, ancak sözde vardır.

Çünkü mutlak HÜRRİYET, buralara bedel, yüksek dağlarda yurt tutmuş olsa gerek.

Nazlı HÜRRİYET; bu mimsiz medeniyette kendine yer bulamaz.

Fikir hürriyeti, düşünce özgürlüğü, söz hürriyeti ve hattâ hüsnüniyet ve temiz kalplilik ve kalp selâmeti / kalbin korku ve endişelerden uzak olmasını bu durumda; ancak dağlarda aramak lâzım.

Oysa Asya’nın ve İslâm Âlemi’nin ilerleme ve gelişmesinin birinci kapısı; meşru meclise dayalı yönetim şekli ve din çerçevesi içinde kalan HÜRRİYET’tir.

İslâm talihi, kaderi ve ikbalinin anahtarı ise; ister Meşrutiyet, ister Cumhuriyet, ister Demokrasi; hangisiyle isimlendirilirse isimlendirilsin; bunlardaki şûra yani danışma kurulunu harekete geçirmektir.

Nitekim meşru meclise dayalı yönetim şekli olan Meşrutiyet, Cumhuriyet veya Demokrasi denen idare şekli; gerçek manada tatbik edildiği takdirde, yaklaşık iki milyarlık İslâm âleminin manen esaretten kurtuluşunun tek çaresidir.

Öyleyse, yaşasın meşru meclise dayalı idare tarzını seçenler. Sağ olsun İslâmın hakikatlerinden tam ders alan HÜRRİYET güneşi.

X

Âdeta İslâmiyet; yabancıların nazarında -ne yazık ki- ilerlemeye, adalete ve HÜRRİYET’e engel sanılıyor!

Hâlbuki ilk Müslümanların, özellikle o zamanda HÜRRİYET, eşitlik ve adaletleri apaçık delildir ki; İslâm dini, insan hak ve HÜRRİYETlerini, adalet ve eşit hukukun bütün bağ ve gerektirdiklerini içinde barındırıyor.

Öyle ise, bize düşen; zamanın ihtiyaçlarına göre, o âdil hükümleri uygulanır hâle getirmektir.

X

HÜRRİYET’ten maksat; maddeye taparcasına değer verme düşüncesi demek olan maddiyyunluktan gelen; iman ve İslâm’dan ayrılma, sapkınlık yani doğru ve hak yoldan çıkma, yani dalâlet fikrine yol açmak olmamalı.

Çünkü bu; hayvanlara has olan bir HÜRRİYET’tir.

HÜRRİYET’ten hayvanlar gibi kural tanımaz bir özgürlük anlamı çıkarmamalıdır.

X

Gerçek anlamda HÜR olan, ancak mü’mindir / inanandır.

Çünkü dünyayı sanatla yaratan Allah’a abd / kul ve hizmetkâr olanın; halkın karşısında aşağılanmaya tenezzül etmemesi gerekir.

Demek ki, imana ne kadar kuvvet verilse, HÜRRİYET de o kadar kuvvet bulur.

Fakat sınırsız HÜRRİYET ise, tam bir vahşet ve barbarlık hâlidir. Belki hayvanlıktır. HÜRRİYET’in sınırlandırılması da, insanlık açısından zarurî ve elzemdir.

Zira gösterişe, zevk ve eğlenceye aşırı düşkün, faydayı zararı ayırdetme yeteneğinden mahrum kişiler; HÜR yaşamak istemediklerinden, kötülüğü emreden nefsin, rezil bir şekilde esareti altına girmek istiyorlar. Kısaca demek lâzımsa: İslâm dairesinin dışında kalan HÜRRİYET; ya istibdat / baskı veya nefsin esareti veya canavarcasına hayvanlık veya vahşettir

 

 

Önceki İçerikGüneş Doğmaya Başladı
Sonraki İçerikHürriyet
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.