Hükümlerimizde Toplumsal Algının Yeri

105

Beş duyu organımız tarafından duyumsanarak elde edilen ham bilgilerin beynimiz tarafından işlenerek seçilip ve düzenlenmesi sonucu yorumlanıp bizce anlamlı, tanımlanabilir bir hale getirilmesi işlemine algı denir.                                                                                                                            Buna göre yorumlayabildiğimiz her şey algımızı oluşturur. Duyumlarımız yorumlanamamışsa algımızı oluşturmaz. Diğer bir ifade ile algıladığımız bir şey hakkında biz bir hüküm verememişsek, onu algılamamışız demektir. Mesela; duyduğumuz seslerin bizce bir anlamı varsa onun hakkında bir hüküm verebiliriz. Duyduğumuz bir sese, bu bir şarkıdır veya şu müzik aletinin sesidir, diyerek onun hakkında hüküm veririz. Hüküm veremediğimiz sesler hakkında ise genel anlamda gürültü, uğultu gibi sözcüklerle ona “anlam yükleyemediğimizi” ifade etmek isteriz. Bu nedenle bunları tanımlamamız da mümkün değildir. Bir şeyi algılamamız onun hakkında bir hüküm verebilmemize bağlıdır.                        Duyum, dışımızdaki dünyadan (fizik dünya) elde edilen algılamanın ilk şartı olup, duyumlar yaratılış gereği insanların ortak paydasıdır. Her insan bir şey hakkında aynı şeyi duyar. Bunda objektiflik vardır. Ancak algılar ise kişiden, kişiye ve toplumdan topluma farklılıklar gösterdiğinden sübjektiftirler.                                                                                                                                    Duyumlar ortak, algılar farklı olabildiği için, algı düzeyimiz, o şey hakkındaki davranışlarımızın da farklı olmasına sebep olur ki bunun en önemli sonucu toplumsal yaşamdaki tutum ve davranışlarımızı etkiler, kişilik dediğiz faktörü ortaya çıkarır.                                                                        Ancak bazı şartlar altında aynı duyumlar hakkında ortak algılar oluşur ki buna ortak akıl veya toplumsal algı denir.                                                                                                                 Toplumsal algımızı etik, estetik bütün ortak değer yargılarımız olan kültürümüz belirler.                    1980 öncesi basın, yayım organlarının yani iletişim araçlarının bu günkü kadar gelişmemiş olduğu dönemde, bir olay hakkında İstanbul’da ki Ülkücüyle, Erzincan, Bingöl, Şanlıurfa ve hatta Van’daki bir ülkücü aynı algıyı (hükmü) paylaştığını arkadaşlarımızla müşahede etmişizdir. Bu ortak aklın yegâne sebebi belli bir kültürün paylaşılmasından yani toplumsal algılamadan kaynaklanmaktadır.             Şimdi ise; toplu iletişimin gelişmesi sonucunda, iletişim araçlarını etkin kullananlar tarafından yapay olarak toplusal algı oluşturulabilmektedir. Burada karşımıza “toplum mühendisliği” denen yeni bir olgu ortaya çıkmaktadır. Toplum mühendisliği özel bir eğitimi gerektirdiğinden, bu konuda uzmanlaşmış olanlar ortak aklı yönlendirebilmekte ve toplumsal düşünceyi istenildiği gibi belirli bir yöne yönlendirebilmektedirler.                                                                                                             Bu işleve propaganda demek mümkün değildir. Propaganda belli bir düşünceyi anlatabilme yoludur. Toplumsal algı oluşturmada propaganda tekniklerinden de yararlanılmasına karşılık propaganda değildir.                                                                                                             Toplumsal Algı oluşturmak ise, özgür düşünceyi yönlendirmektir. Fikri kargaşa oluşturarak, eskilerin tabiriyle “fikri ifsat” etmektir.                                                                                                    Bunun en güzel örneği; Hiç yorum yapılmasa bile, bir gösteri ve yürüyüş olayında, televizyon kameramanı, polisin arkasında durarak kayıt yaptığında saldırganların protestocular, protestocuların arkasında durup kayıt yapıldığında ise saldırganın polis olduğunun izleyenler tarafından algılanması sağlanmış olur.  Görüntünün çekildiği konuma göre hüküm oluşacağından, duruma göre polis veya gösterici taraf kendinin mağdur olduğunu istediği kadar izah etse de, bütün gayretlerine rağmen ortak kanaati değiştiremez. Toplumsal algı (“ben gördüğüme inanırım”) deyimiyle görüntüye itibar edilecektir. Bunun aksini düşünen insanların sayısı tabir yerinde ise iki elin parmaklarını geçmeyecektir.  Yaptıkları iş bize göre doğruda olabilir veya yanlışta, sonuçta insanların özgür düşüncesini etkileyip, “kendilerinin düşünmemizi istediklerini” bize kabullendirmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle toplum mühendislerinden ahlaki davranış beklemek pek mümkün görünmemektedir. Zira bunlar toplumsal algıyı oluşturmaya çalıştıklarında kendileri için değil, kendilerine görev verenler adına gereğini yerine getirmektedirler.                                                                                                Bütün kurum ve kuruluşlarıyla sağlıklı işleyen demokrasilerde yönlendirilmiş bu tür toplumsal algı kolayca oluşturulmasına, sistem müsaade etmez. Her şeyden evvel demokrasi eğitimli insanların sindirebildiği rejimlerdir.                                                                                                              Zamanında iktidar gücünü elinde bulunduran Almanya’da Nasyonal Sosyalist Parti, Rusya’da Komünist Partisi, İtalya’da ki Faşist Parti’nin en önemli sosyal silahları ortak aklı kullanıp, toplumsal algıları kontrol etmekti. Bunların unuttukları tek şey Türk atasözünde yatmaktaydı. “Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar”. Kaç yatsı geçmesi gerektiği ise meçhuldür. Ancak sonlarını tarih bize göstermiştir.