İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu
hakkında verilen mahkeme kararından sonra bir kere daha “Türkiye’nin
demokratik bir ülke olup olmadığı” tartışılıyor.
Devleti yöneten siyasi gücün her
kademe yargı birimleri üzerinde mutlak bir denetimi olduğu
vurgulanıyor.
Yasama ve Yürütme erklerinden sonra Yargının da aynı kişide
birleşmesinin sonuçları üzerine yorumlar yapılıyor.
“Mahkemeye bu kararı aldıran siyasi
aklın” neleri planladığı, İmamoğlu’nun siyaseten yasaklanmasının siyasi
amacının ne olacağı anlaşılmaya çalışılıyor.
Kararın, “6’li Masanın Cumhurbaşkanı adayının kim olacağını
etkilemek için mi yoksa İstanbul Belediyesini yargı darbesiyle ele geçirme
maksatlı mı verildiğine” dair kafa yoruluyor.
Çünkü artık herkesin “özellikle siyasi davalarda
yargının talimatla karar verdiği” gibi bir kanaate sahip olduğu görülüyor.
Bu çok tehlikeli ve üzücü bir durum.
Çünkü adalet devletin temelidir. Bu temelin yıkıldığına
inanan vatandaşların devlete olan sadakati ve inancı kaybolur.
Geçmişte de yargının siyasi etkilerle karar verdiği
örnekler vardır. Fakat bu kadar yaygın, bu kadar göstere göstere, pervasızca ve
hukuki bir kılıf bulma endişesi dahi taşımadan siyasetin yargı silahını
kullandığı dönem az olmuştur.
Yine AKP döneminde “FETÖ yargısı” oluşturularak ordu, kurumlar ve
siyasi yapının dizayn edildiğini görmüştük.
Şimdi “FETÖ yargısı” yerine oluşturulan “Hükümet veya
parti yargısı” ile iktidarın kendisine engel gördüklerine yönelik bir silah
gibi kullanılıyor olması (veya bu kanaati oluşturan eylem ve söylemler) devam
ediyor.
Üstelik hiç olmadığı kadar anayasal ve yasal güvencelerin
ortadan kaldırıldığı yargılamalar yapılıyor.
Daha da üzücü olan, Anayasa ve yasaların açıkça çiğnendiği bu
eylemlerin sıradanlaşması ve neredeyse olağan karşılanmasıdır.
Hukukun rafa kaldırılmasını tartışacağımız
yerde “mahkeme kararının kime yarayacağını” tartışıyor olmak bu öğrenilmiş
çaresizliğin eseridir.
*******************************
Hukuka Aykırılıklar Sistematik Bir Hal Aldı
Hukuka aykırı davranışlar, son 20
yılda, bir sistematik uygulama haline geldi. Bu sistem şöyle işliyor:
• Belli
davalar veya ihaleler öncesi kanunlar değiştirilir.
• Değiştirilemeyen
Anayasa ve kanunlara uyulmaz.
• Fiili
duruma hukuki durumun uydurulması istenir.
• İşine
gelmeyen mahkeme kararları uygulanmaz.
• İşine
gelmeyen yargı kararlarını alan hâkimler, yakınları hakkında soruşturma açan
savcılar görevden alınır, sürülür, hatta tutuklanır. Muktedirlerin
beklentilerine uyan hukuksuz kararlar verenler terfi ettirilir.
****
Türkiye Cumhuriyeti Nasıl Bir Devlet?
Mevcut veriler ışığında, Anayasamızda
yazan açık hükme rağmen, “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal, bir
hukuk devletidir” diyemiyoruz.
Oysaki bu tanım devletimizi ayakta
tutan sütunlardır.
Halen “Türkiye Cumhuriyeti
birazcık demokratik, birazcık laik, birazcık sosyal ve birazcık da hukuk
devletidir.”
Dünya liginde saygın bir yerde olmak,
vatandaşlarımızın huzurlu, mutlu ve refah içinde olması için ve içinde
bulunduğumuz ekonomik sıkıntılardan kurtulabilmemiz için hukukun üstün
olduğu demokratik, laik ve sosyal bir devlet inşa etmek zorundayız.
*******************************
Ne Kadar Hukuk O Kadar Refah
Millî Eğitim Bakanlığı’nın 2019’da
yaptığı araştırmasına göre, “Türkçede öğrencilerin üçte
ikisi orta düzey ve altında. Bu öğrenciler deyimleri, atasözlerini, hiciv
ve nüktelerdeki mesajları anlayamıyor. Neden-sonuç ilişkisi kuramıyor.”
Bu yüzden halkımızın çoğu hukuk, adalet, kuvvetler ayrılığı,
bağımsız yargı gibi soyut kavramların ekonomi ve siyasetle sebep sonuç
ilişkisini kavrayamıyor.
Oysaki “ne kadar hukuk o kadar ekmek” demek.
Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinden uzaklaşılması toplumda,
iç ve dış yatırımcılarda güven azalmasına yol açıyor. Yabancı sermaye girişi
ve kalıcı yatırımları olumsuz etkiliyor. Bu da ekonomik dengeleri
bozuyor.
Hukuktan uzaklaşıldıkça yolsuzluk,
hırsızlık ve usulsüzlük yapanların cesareti artıyor. Sade vatandaşın
“adalet” duygusu zarar görüyor.
Yargının siyasallaşması sonucu hiç
kimse özgürlüğü ve mal varlığı konularında kendisini güvende hissetmiyor.
Güvensizlik ve öngörülemezlik
ekonomide gelişmeyi önlüyor.
Yapılan araştırmalar
gösteriyor ki, “bir ülkede hukukun üstünlüğü ilkesi ne kadar yerleşmişse o
ülke o kadar refah içindedir.”
Yani Hukukun Üstünlüğü Endeksinde
117. sırada olan Türkiye’nin Küresel Refah Endeksinde 93. sırada olması tesadüf
değil.
Hukukun üstünlüğü ilkesi “Her türlü eylem ve işlemin bağımsız
ve tarafsız bir yargı denetimine tabi olmasını” gerektirir. Hiçbir kişi
veya zümreye suç işleme imtiyazı tanınamaz.
“Hukukun üstünlüğü”
kavramı “ülkelerin adalet sağlayabilme yeterliliğinin” bir
ölçüsü.
Hukukun
üstünlüğü “devlet gücünün ve kurumların hukuk ile sınırlanması ve bunun
üzerinde hiçbir güç olmaması” demek.
Hukukun
üstünlüğü ilkesini yaşatan bir devlet olabilmek, hem
dünyada saygın bir devlet olmanın ve hem de güçlü bir ekonominin olmazsa
olmaz şartıdır.
Bu yüzden hukuksuzluğa tepki vermek ekmek ve refah istemek
demektir.
Kendiniz için sussanız bile çocuklarınız için
hukuksuzluklara tepki gösterin.