Evvela meşru Erbakan hükümetini, “hükümet gitmeli,” “askerler sivillerden daha demokrat” diye darbe işbirlikçiliği yaptılar. Sonra da darbe karşıtlarıyla bir olduklar. Birden 28 Şubat “zulüm” dönemi oldu ve onlar “mağdur” olmuşlardı. Cemokrasiye geçmeye başladık…
Sonra 28 Şubatla hesaplaşma başladı. Yani adı öyleydi. Giderek artan bir “ele geçirme” ve dâhili “istilâ psikozu” Türkiye’ye hâkim oldu.Hükümet seçilmişti, ama onlar hükümeti seçicileri olmak istediler. Eski oligarşinin yerini, yeni holigarşi almak çabasına girişti.
Öyle bir aşamaya geldi ki artık hükümet içinde hatta hükümet üstünde hükümet olmak hırsına kapıldılar. Hükümetler gelir-geçerdi, o halde onlar kalıcı bürokrasiye yerleşmeliydiler. O da yetmedi, hükümete eski dönemlerde zinde güçlerin yaptığı gibi akıl vermekten yön vermeye kadar hatta rehin almaya götürdüler işi. Artık “bir her yerdeyiz” sendromunu her yere sarkıtmaya başladılar. Geri tepince de gene eski “mağdur” rolüne soyundular. Yani, önceleri reklam ettiler “her yerde” olduklarını. Sonraları yine inkâra başladılar. Mantık cambazlıklarıyla bunu da meşrulaştırdılar.
Bir ara, devletin kendi içinde dönem dönem oligarşiler oluşturan “iç tehdit, dış tehdit konseptleri” vardı. “İrtica”nın kamufle ettiği sermaye ve güç savaşları oldu.Sonra sistem oligarşiden kurtuluyoruz diyerek “holigarşiye” dönüştürüldü.Yani kutsal oligarşi…
Öyle ki, Bülent Arınç bir insan için, Gazze meselesi patlak verince “O her zaman doğruyu söylemiştir!” diyebildi.Bu sözün tek muhatabı İslâm tarihinde sadece Hz. Muhammed olmuştu.”Doğrudur” dediği de Başbakan’ın dediklerinin tam tersiydi!
Anlıyoruz, kızılcık şerbeti, alçılı demokrasi. Şimdilerde dış düşmanlar unutuldu. İç düşman konsepti değişti.Bush’un bir zamanlar dediği gibi, “ya bizimlesin ya da bizim düşmanımız!”Yani ya taraf olacaksın ya da bertaraf.Araf’ta kalmanın bile “içtihatta” yeri yok. Cemokrasi öyle emrediyor.
İntikamın kararttığı ruh gözleri bedevîce dönüyor: “Onlar” da yaptılar. Sonra “onlar” herkes olur nagehan!Ne mızrak gizli artık, ne de kılıf kullanmaya hacet duyuyorlardı.Görünen o ki, birileri ittifak kurmuşlar, düşman güçlere cihat ilân etmişlerdi.Türkiye “Dâr-ülHarp,” olunca her hile de “helâl” oluyordu.Haram-helâl kavramlarını taktıklarından değil.İçlerini kurtçuklar kemirse de “Dicle kenarında” kendileri kurt oldular.Zulmün kendini, zalimden daha helâl görmelerinden…
Düşman kim? Sen, ben, o?
Sen, ben, o kim? “Bizden” olmayanlar.
Ya “biz” kimiz? “Onlar”dan olmayanlar.
Ya “onlar” kim? Onlar da bilmiyorlar.
Önceleri gömlekleri vardı, gömlekçileri vardı.
Ertuğrul Özkök’e “özel gömlek” yaptırıp giydirmişlerdi.
Sonraları çömlekçileri oldu, çömlekleri doldu.
Susamın kapısını susanlar açıyorlar; ağzını “hayır”a açmayanlar…
Hükümet tek partili derken bakıyorsunuz koalisyona dönüşmüşlerdi.Biri Türkiye’de yaşayan herkese ve her şeye kendince olmadıkça bertaraf etme lâfı ediyor.Diğeri onunla da yetinmiyor. “Mezardaki ölüler bile” yardıma gelsin istiyor.Kendisi “Mesih” ne de olsa! Tek tuşta o da halledilecektir.
Tam bir NLP dönemindeydik. Sil, yeni baştan yaz. Unut, yeniden yaz. Yaz, silmeden üstüne yaz.Gözlerini açınca 28 Şubat görüyorlar.Ağızlarını açınca 12 Eylül.Darbecileri önce “cennetle” müjdelemişlerdi.28 Şubat sürecinde Aydın Doğan’ın kanalı Kanal D’de 28 Şubat işbirlikçiliği de yaptılar.
Yetmedi, adi suçtan yargılanan bir Deniz Kuvvetleri mensubunun yargılanmaaşamasında, suçu sabit olmasına rağmen destek mesajları da verdiler.”Kahraman ordumuzun” bir neferine böyle yapılmaması lâzımdı o dönemde.
Biliyorum, her daim bir hikmeti vardır!Hanefi Avcı da çok sevdikleri bir polisti. Holigarşinin işine bazı dedikleri yaradı bir zaman. Ülkesini seven, becerikli bir insan. Lekesizdi hani.Sonra, son iki günde birden, linç operasyonu başladı.”Bolşevik” Devriminden sonra Troçki rolünü giydirmek an meselesi.
Sahi, Avcı ne diyor ki?Eskiden ülkenin zihinsel ve ideolojik bölünmüşlüğünün sembolü olarak polis ayrışmıştı.Pol-Bir vardı, Pol-Der vardı.Hamdolsun, şimdilerde C-Bir var.Yani bir “üç maymun” hikâyesi izliyorduk.
Bu koalisyon kendi içinde çatışmalar vardı. Lâkin dışarıya karşı sızdırmazlık ilkesi işliyordu.Paylaşmanın “dayanılmaz hafifliği” ikisini de çok ruhanî yapıyordu.Kendileri haricinde herkes karşı tarafta ve onlar her zaman kötü, kötü niyetli, yanlış. Seçilmiş hükümete sultan kurmaya kadar gitti “ruh ikizi” aldatmacası. Hükümet teyakkuza geçince, o da birden “tu kaka” oldu.
Musa Firavun’un sarayında büyüdü, ama Firavun olmamıştı.Bir yandan Ramazan’da tatlı tatlı asıl cihadın “nefs ile olan cihat” olduğunu anlatırlardı.Bir yandan –bu nasıl bir nefs, ihtiras ise, intikam hırsı ise-hem pençe atıyorlar hem de pençelerinin kirasını istiyorlar. Hadi koro hâlinde, “Yaşasın zalimler için cehennem!”Birilerinin aklında olan “zencilik” psikozu, kireçleseniz gitmiyor.
Ali Bayramoğlu’nun bahsettiği değişim hikâyesi budur!