“Bismillahla başlayalım, ayva turunç aşlayalım, biz bu işi işleyelim, heyamola yessa yessa” diye başlıyor Yiğit İnebolu’lu denizcilerin türküsü…
Bu türkünün seslendirildiği ve oyununun oynandığı İnebolu ve bağlı olduğu Kastamonu, sadece Türkiye’nin değil aynı zamanda Türk coğrafyasının en güzel yerlerinden biridir.
Çankırı sınırlarındaki Ilgaz Ormanları, dünyanın üçüncü büyük kanyonu olan Vallah, Küre Ormanları, Cide – Çatalzeytin arası eşsiz Karadeniz kıyıları, İstiklal Madalyalı tek ilçe İnebolu, Anadolu’yu tutan dört veliden biri Şaban-ı Veli Hazretleri, Şerife Bacı ve Salih Reis başta olmak üzere bir çok değerimiz Kastamonu’dadır. Tarihi, dini, kültürel ve doğal güzellikler saymakla bitirilemeyecek kadar çoktur.
Böyle bir coğrafya ve bu coğrafya üzerinde vatanına bu kadar bağlı bir insan topluluğu elin gavurunda olsa, onlar bu Kastamonu’yu ve Kastamonu’luları nasıl abad ederlerdi düşünmek bile istemiyorum.
Kastamonu bunca pozitif özelliğine rağmen ülkemizin en geri kalmış bölgelerinden biri olup devamlı göç vermektedir.
Sekiz yıllık AKP iktidarının Kastamonu Milletvekili Musa Sıvacıoğlu’da “Yeni İnebolu Gazetesi”de çıkan bir habere göre, duble yolların henüz buralara uğramadığını, doktor sıkıntısının giderilemediğini ve Doğanyurt ilçesindeki fındık üreticisinin mağduriyetinin devam ettiğini söylemesi tezimizi kuvvetlendiren önemli bir delildir. Bunlara ilçede eğitim gören 5500 çocuğun yanında 140 öğretmen açığının bulunması ve ilçenin bir yıldır kaymakam atanmadan vekaletle yönetilmesini de ekleyelim. İyi ki; İnebolu’nun İstiklal Madalyası var. Bir de olmasaydı?
Bunca soruna rağmen, Kastamonu’da devletine ve Türk Milletine karşı aleyhte tek bir söz eden bulamazsınız. Kastamonu’lu onca olumsuzluğa rağmen devletine asla baş kaldırmaz ama Türk’e kefen biçene karşı da, Milli Mücadele’yi başlatan Salih Reis ve Şerife Bacı gibi bu günkü nesiller yeni takalarla “Vira Bismillah” diyerek ayağa kalkar. Bunu anlamak için İnebolu’yu döven Karadeniz’in hırçın dalgalarını yerinde görmek lazım.
Bu sebeple Kastamonu’nun bu kadar öksüz bırakılmasında ve Türkiye’nin gelişmişliğinden hak ettiği payı alamamasında başka nedenlerin olduğunu düşünüyorum. Kastamonu’ya her gelişimde bu düşüncem daha da pekişiyor. Şu an İnebolu’dayım ve yanımdaki odada bir Fransız iki çocuğu ve karısı ile gelmiş dolaşıp duruyor. Biraz sohbet ettim yörenin hiçbir rehber kitapta doğru düzgün anlatılmadığını söyledi. Bize anlatmıyorlar ki sana anlatsınlar be kardeşim!
“Türkiye Türklerindir” diye doğru fakat şimdilik içi boşaltılmış gibi gözüken bir deyim var. Allah rahmet eylesin Mustafa Kemal Atatürk “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözünü de ilk defa Kastamonu’da ve halen yerinde duran Kışla Parkı’nda söylemiş. Bunu söylerken de Türk olsun olmasın herkesin bir mefkureye bağlanmasını ve kendilerini ruhen Türk olarak hissetmelerini istemiş. Doğrusu da budur ve cumhuriyetin şimdi inkitaya uğratılmak istenen en büyük projesi de “milletleşme” dir. Milletleşme projesi tamamlanınca Türk Milleti yeniden cihan hakimiyetine doğru yelken açacaktır. Bu gün önlenmek istenen de Atatürk’ün temellerini Kastamonu’da attığı bu milletleşmedir. Çünkü bizim sosyolojik açıdan tıpkı Irak gibi çok parçalı olmamız istenmektedir. Eğer öyle olursa, bu cennet vatana, kolayca Irak örneğinde olduğu gibi müttefik ordularınca el konulabilecektir.
Buradan yola çıkarsak, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de Türk olmak ve Türk olarak yaşamak çok zordur. Kastamonu’lularda bu zorluğu yaşamak talihsizliğine düşen saf ve temiz Türk milletinin, seçkin temsilcileridir. Atatürk’ten bu yana değişen politikalar sebebiyle, Türküm diyene hayatın yokuşa sürüldüğü ihanetin ise ödüllendirildiği bir ülkede yaşadığımız hakikatin ta kendisidir.
Kanaatimce Kastamonu’nun bazı odaklarca geri bırakılmasındaki en büyük sebep 1919’da yapmış oldukları tercihten kaynaklanıyor. “Sen misin? Türk’ün ateşle imtihanında Mustafa Kemal’den yana tavır alan, katlan öyleyse bu fakirliğe” denilerek Kastamonu görmezden gelinmiştir. Halbuki, Atatürk Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra Mimar Vedat Tek’i Kastamonu’ya göndererek çok güzel bir vilayet binasına yaptırmış ve 25 Ağustos 1925’te yaptığı Kastamonu gezisinde “…her vakit, her surette vatan emrinde bulunacağınıza kaniyim. Yaptığınız hizmetleri hiç unutamıyorum.” diye konuşmuş akabinde İnebolu’da 26-27 Ağustos 1925 gecesinde kendisini fener ışıkları altında “heyamola” oyunu ile karşılayanlara “hakkımda bu derece muhabbet ve bağlılık gösteren İnebolu’lulara, oyunlarını zevkle takip ettiğim mert ve cesur denizcilere teşekkür ederim.” demiştir. İşte Kastamonu’nun ve Yiğit İnebolu’nun kabahati budur!!!
Günümüzde Türkiye’de Türk olmak, vatana – bayrağa bağlı olmak, devletini ve ordunu başının üstünde tutmak neredeyse bir suç haline gelmek üzeredir. Ancak onlara 70 küsur yaşındaki denizci Salih Reis’in İnebolu’daki anıtına giderek kitabesini okumalarını ve Kastamonu’nun yol vermez – aman vermez dağlarından, ormanlarından cephanenin cepheye öküzlerin çektiği kağnılarla ve bebeklerinin ölümü bahasına Türk kadınlarınca nasıl taşındığını, denizde beşik gibi sallanan takaları ve cesur denizcilerin “heyamola heyamola” seslerinin kıyıya her dalga vuruşunda onlarca yıl ötesinden yinelenerek gelmesini hissetmeleri için İnebolu’yu bir görmelerini salık veririm. İşte o zaman ne ile uğraştıklarını anlayacaklar ve kaçılmaz akibeti şimdiden göreceklerdir. Eğer bu vatan toprağına gelmekten imtina ederseniz elinizden neyin alınıp kaçırılmaya çalışıldığını anlayamazsınız.
Son sözü İnebolu Kayıkçılar Loncası üyesi ve o zaman 70’li yaşlarında olan Hamamcı Kadı lakabı ile maruf Salih Reis’le bölge komutanı Muhittin Paşa arasında yaşanmış olaya söyletelim: Salih Reis 13 Haziran 1921 tarihinde Yarbaşı merdivenlerinden bir elinde bastonu ve omzunda mermisi ile çıkarken merdivenlerin üst kısmında duran Muhittin Paşa’nın dikkatini çeker ve yanındakilerden ayrılarak ihtiyar adamın yanına gider ve der ki; “dede ver de ben taşıyayım”. Omuzundaki mermiyi zorla taşıyan ihtiyar deniz kurdu başını bile kaldırmadan; “bana yardımı bırak. Düşman gemileri geliyor. Git bir sandık cephanede sen omuzla” diyerek paşanın kumandan olduğunu bilmeden tersler ve güllesini vermez. Etraftakiler paşanın kızdığını düşünürken Muhittin Paşa: “Bu Türk Milleti ölmez” diye konuşur ve bu tablo herkesin göz yaşlarına boğulmasına sebep olur. Evet bazılarının piçleştirmeye çalıştığı Büyük Türk Milleti Salih Reislerin, Şerife Bacıların asil ve onurlu milletidir. Onu yok etmeye çalışanlara karşı daima, yeni Salih Reislerle, yeni Şerife Bacılarla, yeni İnebolularla, yeni Kastamonularla ve yeni Mustafa Kemallerle cevap verir. Hele siz bir Kastamonu’ya gelinde ne dediğimi anlayacaksınız…