Yüce Allah, herşeye herşeyden daha yakındır. Fakat herşey, O’ndan nihayetsiz / sonsuz derecede uzaktır. Nasıl ki güneşin şuûru / bilinci ve konuşması olsa, senin elindeki ayna vâsıtası ile seninle konuşabilir. İstediği gibi sende tasarruf eder. Belki ayna gibi senin gözbebeğinden sana daha yakın olduğu hâlde, sen dört bin sene kadar ondan uzaksın, hiçbir cihette ona yanaşamazsın. Eğer yükselsen, ay makamına gelip, doğrudan doğruya karşısında durma noktasına çıksan, ona yalnız bir çeşit aynalık edebilirsin. Aynen bunun gibi, ezel ve ebed güneşi, celâl sahibi Yüce Allah; herşeye herşeyden daha yakın olduğu hâlde; herşey O’ndan sonsuz derece uzaktır.
Semânın Güzel Yüzü
“Üzerlerindeki göğe bakmıyorlar mı? (Oradaki yıldızlar adedince tevhid delillerini görmüyorlar mı? Bakın) Biz onu nasıl (direksiz) bina ettik ve onu (sayısız yıldızlarla) nasıl süsledik? (Ayrıca uzaydan gelecek göktaşlarına ve güneşten gelecek zararlı ışınlara karşı atmosferi sağlam bir tavan yaptığımız için) Onun hiçbir çatlağı yok!” (Kâf Sûresi: 6, Veli Tahir Erdoğan)
Âyet-i kerîme dikkati semânın ziynetli / süslü ve güzel yüzüne çeviriyor. Ta ki, dikkatle bakarak, semânın yüzünde fevkalâde sükûnet içindeki sessizliği görülüp, sonsuz kudret sâhibi olan Yüce Allah’ın emir ve itaat ettirmesiyle o durumu aldığı anlaşılsın!
Yoksa eğer başıboş olsa idiler, birbiri içinde o sayısız dehşet verici yıldız ve gök cisimleri, o gayet büyük küreler; gayet hızlı hareketleriyle öyle bir velvele / gürültü çıkaracaklardı ki, kâinatın kulağını sağır edeceklerdi!
İşte sükûnet ve sâkinlik içinde bulunan yıldızların sukût / düşmelerinden; san’at ile yaratan celâl, kemâl ve kudret sâhibi Yüce Allah’ın; büyük kudretini ve itaat ettirmesinin derecesini ve yıldızların O’na ne derece itaat edip boyun eğdiklerini anla!
Haşir ve Neşri İnkâr
Ey haşir ve neşri / öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden insan! Ömründe kaç defa cismini değiştiriyorsun, biliyor musun? Sabah-akşam elbiseni değiştirdiğin gibi, her yedi senede bir defa tamamiyle cismini değiştirip yeniliyorsun, haberin var mı?
Bunu hiç düşünemiyorsun! Eğer düşünebilsen, her vakit âlemde binlerce örnekleri meydana gelen haşir ve neşirleri inkâr edemezsin!
Gıybet
Gıybet / dedikodu: Kindar, kıskanç ve inatçıların en çok kullandıkları alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sâhibi olan bir kimse, bu pis silâha tenezzül edip kullanmaz.
Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa ve işitse idi, hoşlanmayıp darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.
Gıybet: Hususî birkaç maddede câiz olup, normal karşılanabilir:
Birisi: Şikayet sûretinde bir görevli adama der, ta yardım edip, o çirkin şeyi, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.
Birisi de: Bir adam onunla beraber çalışmak ister. O ise sana ile danışır. Sen de sırf faydalı olmak için, garazsız olarak iyi niyetle, meşveretin hakkını eda etmek için desen: “Onun ile beraber çalışma. Çünkü zarar göreceksin!”
Birisi de: Maksadı tahkîr / hakaret ve teşhîr / ilân etmek değil; belki maksadı; tarif ve tanıttırmak için dese: “O topal ve serseri adam filan yere gitti.” Bunda bir mahzur yoktur.
Birisi de: O gıybet edilen adam; fenalıktan sıkılmıyor; belki işlediği günahlarla iftihar ediyor, zulmünden haz alıp sıkılmadan, açıkça işliyor!
İşte bu özel madde ve husûslarda; garazsız ve sırf hak ve bir fayda için, gıybet caiz olabilir.
Yoksa gıybet; nasıl ateş odunu yer bitirir. Gıybet de sâlih, iyi ve güzel amel ve işleri yer bitirir.
Musibet
Herkesi etkileyen musibet, ekseriyetin / çoğunluğun hatalarının bir sonucudur.
Musibet, cinayetin; ağır cezayı gerektiren suçların bir netîcesidir. Fakat aynı zamanda, mükâfatın / ödüllerin de mukaddimesi / başlangıcıdır. Yokuştan sonra inişin başlaması gibi.