Zamanı anılar
yaşatır, anıları ise duygular. Anılarda kalsa bile silinemez gerçekler, zaman tünelinde yaşananlar…
Geçmişin sayfalarına yeniden dönmek kolay mı? Bir ömür bu sayfalara
sığar mı? Yaşananlar, yaşanamayanlar, sevmeler, sevilmeler, acılar, sevinçler…
Kısacası bizleri biz yapan; doğuşumuzdan, son nefesimize kadar
kurduğumuz hayaller, yaşadığımız gerçekler…
Hayatın
çevrilen her sayfası yaşam karelerimizle şekillenir, renklenir. Ya da çevrilen
her sayfa, solan yılların ardında kalan umutlara yeniden can verir…
Aşklarıyla, sevgileriyle, sevinçleriyle, başarılarıyla, mutluluklarıyla,
başarısızlıklarıyla, hüzünleriyle, kahkahalarıyla, hıçkırıklarıyla akıp giden
yıllar…
Ve göz pınarlarımızı ıslatan damlalarda saklı kalır onca anılar…
Yıllar, yıllar, yıllar…
Bazen, hırçın dalgalar gibi bizi, bizden alıp sahillere vuran!
Bazen de zifir gecelerin karanlığında kaybolan geçmişimizi, hiç
ummadığımız bir anda yüzümüze tokat gibi çarpan, kimi zaman güneşin doğuşuyla
birlikte bizi yeniden umutlara taşıyan, kimi zamansa umutsuzluk girdapları
içinde bizi yok eden o uzun yıllar…
Hep o
son bakışın içinde kalır ömrümüzün bize öğrettikleri; kimimizin görmezden geldiği, kimimizin
ıskaladığı ama daima bizi, biz yapan gerçekler…
Ömür denilen şeyin ilk hecesinden, son hecesine kadar bir renktir; bir
sesleniştir yaşamak. Doğasıyla, insan
manzaralarıyla, ilmiyle, irfanıyla, ülkemizde yaşanan tüm olaylarıyla bir bakıştır,
bir hissediştir, bir anlatımdır bu hayat…
Her insanın bir kaderi vardır…
O kader doğuşumuzdan, ölümümüze kadar birçok olayı barındırır! Kimimiz
acıları, kimimiz sevinçleri, kimimiz ise hüzünleri yaşarız çokçasına o kader
yıllarında…
Doğanın değişmez yapısına benzer aslında insanoğlu!
Bazen
kış gecelerinin soğuk görüntüsü gibidir, donuk bakışlı gözleriyle! Bazen coşkun
suların çağıldaması gibi akan gözyaşlarıyla sonbahara, bazen ilk aşkın coşkusuyla
bahara, bazen de sımsıcak gülümsemesiyle yaz mevsimine benzer…
Öyle anları yaşar ki, beynin ve bedenin! Kızgın güneşin yakıcılığını
hissedersin bir anda tüm kalbini dolduran güzel duygularla… Ya da o an ölesin
gelir, acıların paramparça ettiği kalbinden taşan feryatlarla!
İşte hayatımızı çevreleyen kader çemberinin içerisinde kalanlar,
kısacası bu duygulardır. Ve her insan bu
kader çemberini kendisi yaratır. Uç, uca eklenerek uzayıp giden yıllarla. Kimi zaman
doğrularla, kimi zamansa yanlışlarla…
Ülkemizde
pek çok şeyin giderek değer yitirdiği, türlü açılımlar adı altında şekil
değiştirdiği bu son yıllarda bizlerin, sizlerin, onların, kısacası dünyaya nam salmış
o güzel niteliklerimizin, değerlerimizin, globalleşen dünya şartlarına uyum adı
altında nasıl değiştirilmeye, dönüştürülmeye çalışıldığını da, unutmamak
gerekir!
Günümüzün Türkiye’sinde; milletimizin o kendine has insani duygularını,
yardımlaşmayı, sevgiyi, hoşgörüyü, geleneksel aile yapımızı, büyüklerimize olan
saygımızı, küçüklerimize olan sevgiyi, koruma ve kollama duygularımızı
nesillerden, nesillere aktaran bizlerin; o günleri hatırlaması, bir kez de bu
günleri sorgulaması gerekmez mi?
Geride bırakılan upuzun yıllar, yıllarla birlikte yaşanan onca olaylar!
Aldığımız
ilk nefesten, verilen son nefese; o kadar kolay mı geçer bu hayat?
Ama aslında
yaşam o kadar kısa ki!
Her şey 3 perdelik bir oyun sanki! İlk perde de doğarsın, ikinci perde
de büyürsün, son perdede ise ölürsün!
Hadi çevirin bakalım hayatın, hayatı yaşadığınız
bu ülkenin sayfalarını. Bunca geçmişi, tüm yaşanmışlıklarıyla birlikte
anlatmaya başlasın. Kimilerine göre mucizevi, kimilerine göre hesaplaşılması
gereken, kimilerine göreyse yeniden yazdıklarına inanılan tarihin sesiyle
anlatsın o sayfalar:
Mazisi zaferlerle dolu ülkemiz uğruna seve, seve hayatlarını feda
edenlerin; can ve kan bedeli ödeyerek, ay yıldızlı al bayrağımızın gölgesinde
yazılan tarihimizin o onurlu sesi yankılanır hala bu Gazi vatan topraklarında.
Unutabilir miyiz? Unutturulabilir mi? Böylesine şanlı bir tarih
yazanların isimleri, tarih sayfalarımıza altın harflerle yazdıkları şanlı
zaferleri.
Doğuşumuzdan bu güne vatanımız diye bellediğimiz, Ay Yıldızlı, Al
Bayrağımızın sarıp sarmaladığı, atalarımızdan
bize emanettir bu Gazi Topraklar.
Dağlarıyla, taşlarıyla, ovalarıyla, ormanlarıyla, kurtlarıyla,
kuşlarıyla, şırıl, şırıl özgürce akan sularıyla canım ülkem; aydınlığın, hürriyetin sevdalısı can dostlar:
Varsın olmasın ne sarayımız, ne hanımız! Varsın olmasın ne yatımız, ne
de katımız! Özgürce soluduğumuz bir nefesin, tadına doyum olmayan bir lokma
ekmeğin, Yüce Türk Ulusunun bir ferdi
olmanın hazzı, gururu bize yeter…
Eksik olmasın minarelerimizden ne ezan, ne de göğsümüzdeki iman. Canımız
feda Ay Yıldızlı Sancağımıza, şehitlerimizin kanlarıyla sulanmış ülkemizin her
karış toprağına…
Bir ve beraber olalım her türlü baskıya, zulme, dirlik ve düzenimizi
bozmaya kast edenlere karşı. Zira ayrımız, gayrımız yoktur bu aziz topraklarda.
Onlar,
bunlar ne demek?
Hep ‘Biz’ olduk. ‘Biz ve Beraber’
olmaya devam edeceğiz güzel ülkemizde.
Anılar taşır zamanı, maziyi
onlar anlatırlar… Kimi zaman gerçekleri, kimi zamansa yüreklerden taşıp da
söylenemeyenleri!
Unutulmasın ki, hayatın hafızasıdır zaman.
Ve zaman;
önünde, sonunda kaderi yener…