“Hatırla Beni Hayat”

100

Gazneli Devletinin kurucusu ve Hindistan Fatihi Gazneli Mahmut(Afganistan Gazne 971-1030 Gazne) kurduğu devletin 32 yıl hükümdarlığını yapan(998-1030) bir devlet adamı. Danışmanlarından en fazla Ayas’ı tutuyor. Çünkü denemeyle görmüş ki en fazla Ayas, devletine faydalı oluyor, ayağı yere basıyor. Diğer üç vezirine bir fetih için görev verdiğinde tümü de askeri tedbirleri alıp imkânları artırırken, Ayas aynı konuda değişik düşünüyor; “Önce bölgeye adamlarını gönderiyor. Halkın durumu, geçimi, yaşantısı hakkında bilgi alıyor. Sonra bölgenin coğrafi keşfini çıkartıyor. En kötü ihtimalleri de hesap ederek görüşünü aktarıyor.” Dolayısıyla da Gazneli’nin göz bebeği mesabesindedir kendini yöneten insan Ayas.

 

İnsanı ve Sorgulamayı Öğrenmek

Bu öyküyü; ilk defa tanıştığım, kendisini ilk kez Zincirlikuyu Kültür Konseyi Lokalinde dinlediğim İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji mezunu sosyolog Yusuf Özkan Özburun(1877 Nevşehir) anlattı. Sadece bu değil elbette. İnsan ile alakalı çok şey söyledi. Sayın Özburun bir dönem üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmış ama artık kendi şirketine zaman ve imkân ayırıyor.

Yaklaşımları ilginç. Mesela “Çıraklık bilincini koruyalım. Öğretmen sınıfın en çalışkan öğrencisidir.” gibi. Dahası var “Dönüştürücü insan potansiyeline yönelmek gerekiyor. Dinleme de çeşit çeşit; görünüşte dinleme, seçerek dinleme, şartlanmış dinleme, savunucu dinleme ve tuzak kurucu dinleme.” Tümü de doğru. Herkes hangi dinleme sınıfına girdiğini en iyi kendisi bilir.

Sadece çocukluğumuzda değil, üniversiteye kadar bütün eğitim sistemimizde bizlere hep “felsefeye sakın ha sakın kulak asmayın, kafanızı karıştırmayın” denmiştir. Meğer felsefe toplumumuza ne kadar gerekmiş belli bir yaştan sonra ancak öğrenebiliyoruz. Çünkü size sorgulamayı öğretiyor. Karşınızdaki de cevap vermek için donanımlı ve birikimli olması icap ediyor. İkisi de olmayınca kolaycılık ortaya çıkıyor, her iki taraf da tembellikte zirve yapıyor.

İbn-i Haldun, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, Buruni işte bundan dolayı hala okunuyor, adlarına enstitüler, fakülteler, üniversiteler açılıyor.

 

Mizaç Bir Tohum mu? O Zaman Sorun Nerededir?!.

Yusuf Özkan Özburun bilgisayardan grafiklerle beslediği konuşmasında şahsiyetli insanı anlattı. Ne kadar da ihtiyacımız var özellikle bugünlerde. Şahsiyetli insan değerlendirmelerinde siz “beni sevmiyor, beni eleştiriyor, beni küçük görüyor, beni baskı altına almak istiyor, beni gözden çıkardı, beni çekemiyor” biçiminde düşünseniz de gerçek eleştiri bizim gelişmenizi istiyordur. Sanıyorum bir batılı, galiba Aristo diyor ki “Beni tenkit eden eğer doğru ise, nefsimi düzeltmeye yardımcı olur; yok eğer yanlış ise iftiradır beni de ilgilendirmez.” Ben bu görüşe katılıyorum.

Yusuf Özkan Özburun’a göre; kritik, analitik düşünce çok önemli. Mizaç bir çekirdektir. Tohumdur. Mecellede bir kaide vardır “zararlı şeyleri def etmek, faydaları ikameden önemlidir.” Yani önce zararlıları kovacaksın. Bunun için de kolektif zekâ gerekiyor. Bu zekâ için de yerel unsurları güçlendirmek icap ediyor. Özellikle de bunlar Müslüman toplumlar için acildir. Yoksa Türkiye bile ilerde Müslüman Roma olabilir. Çözüm insana yatırım yapmaktır.

Satrançta önemli olan hamleyi okuyabilmektir. Çağrışım zenginliği üreticiliktir. İnsan büyük düşünmeli. Bazı şeyler ise kurmacadır. Örnek verecek olursak iş hayatımız gibi.

İnsan, toplum, kâinat bir kitaptır doğru bakılınca. Bunu iyi okuyabiliyorsak sorun yok. Kozmik düşünce ise tepeden bakmaktır. Peki sorun nerededir. İşte problemler; 1)Tembellik, 2)Ertelemecilik, 3)Mazeret üretmek, 4)Rahatlık düzeyi, 5)Konforizm, 6)Hedenistlik, 7) Amaçsızlık, 8)Motivasyonsuzluk, 9)Beklentisizlik, 10)Disiplinsizlik, 11) Öz yönetim eksikliği, 12)Yanlış Kadercilik, 13) Kısa Vadeli Düşünme, 14)Teslimiyetçilik, 15) Pasiflik, 16)Alınganlık, 17) Küskünlük,  18) Sorumsuzluk, 19) İnisiyatifsizlik.

Özeti şöyle Yusuf Özkan Özburun’un bütün anlattıklarının; insan iyi bir dinleyici olmalı, iletişim içinde bulunmalı, toplumun dışında yaşamamalı.

 

Yaşama Sevinci ve İnsan Sıcağı

Ben sosyolojiyi, felsefeyi, mantığı her geçen gün daha fazla seviyor, toplumumuz için bir ilaç mesabesinde olacağını düşünüyorum. Sordum kendisine; bu konuda yaşayan sosyologların eserlerinden örnek rica ettim. İki çalışma söyledi. Prof. Dr. Sibel Arkonaç’un Sosyal Psikoloji, diğeri yabancı İngiliz toplum bilimci Anthony Gidders’in (1938)  Sosyoloji Kitabı. Sonra düşündüm, Nurettin topçu’nun ders kitaplarından neden çıkarttılar ki?

Yusuf Özkan Özburun’a da eserleri olup olmadığını sordum. İkisinin ismini söyledi. Ancak elimden kurtulamadı. Çünkü önemli bir aydın. Ayrıca derin bir dini birikimi var. Sanatçı yönü de ağır basıyor. Şairliğini de bu vesileyle öğrendim. İşte yayınlanan eserleri; Hatırla Beni Hayat’ta şöyle diyor;

“Filozofun, Hiç Kimsenin Ülkesi dediği düşünce yurdunda, her birimizde var olan hakikat çocuğunun sancısını çekmenin çarpıntısıyla, kaleme tutunmak anlamına geliyor benim için yazma etkinliği.
İlk gençlik yıllarımdan beri yazmakla olan muaşakamın beni bu küçük kitabın kıyısına getirip bırakacağını hiç tahmin etmezdim. Benimkisi, zaman, can elmasımı kül etmekteyken bir yerlere çentik atma, iz bırakma, ben de yaşadım, ‘Hatırla Beni Hayat’ deme çabasından başkaca bir şey değil.”

 

Yaşama Sevinci ve İnsan Sıcağı Öyküleri’nde ise yaklaşımı farklı. Çünkü bam teline basıyor;

“Öykü okuyabilene, mesel söyleyebilene, “Yaşama Sevinci”ni ve “insan sıcağını” duyabilene ne mutlu!
Belki binlerce öykü, hikâye, mesel, masal okudum bu çalışmayı hazırlarken. Bunun en başta benim düşünce ve hayal hamuruma muazzam katkıları olduğunu bizzat gördüm. Yüzyıllar boyunca halk irfanının bu öykü, mesel ve hikâyeler yoluyla taşındığını, hikâyelerle, öykülerle düşünmenin insanda ayrı bir bilgelik inşa ettiğini bir daha kavramak olağanüstüydü doğrusu. İyice anladım ki insanlara saatlerce teorik ve teknik terimlerle konuşmak yerine bir öykü anlatmak, bir temsil getirmek, bir nükte yapmak yeterli olabilmektedir. O vakit düşündüm ki bilgelik, erdem, anlam, anlaşmak her zaman yüce dağların başında bir mor ışık halesi şeklinde belirmez.”

 

İçimizdeki Açlığı Teskin İçin Aranan Şey
Gelelim Kıvılcımlar Kitabı’na. Yayıncısı kitap için şöyle diyor;

“Kıvılcımlar Kitabı” ile üçüncü kez görücüye çıkan şairimiz; ömrünün oldukça erken bir devresinde zorlu bir şiir yürüyüşünün (ama sıçramalarla dolu bir yürüyüşün) örtük tablosunu arz ediyor okuyucuya. Zira kendisi şiirin, “düz yolda rehavetli bir yürüyüş değil, varoluşun uç boylarında hummalı bir raks” olduğunu dillendiriyor. Varlığın sınırlarını tırmalayan şiirin “bir kıvılcım, içteki harlı ateşin karşı konulmaz dışa vurumu” olmaklığını söylüyor. Diplerden, ta diplerden kopup gelen yalazlı bir soluğu “okuyucu”nun yüzüne üfürüyor, o kadar.

Gelelim Teselliler Kitabı’na; Aşk, ayrılık, hüzün, anlamsızlık, yalnızlık, yaşlılık, ölüm, çirkinlik, yoksulluk… Çağdaş dünyanın yaralarına kadim merhem: “Teselliler Kitabı”  Bizlerle sakin, dingin ve rahat bir dille konuşan Tesellici, insanlığın ortak kültüründen beslenen hikmetli bir bakışla bütün zamanlarda ve günümüzde yaşanan dertlere çare olacak, yüreklerde açılan yaraları sarmalayacak bir bakış aktarıyor. İşaret ettiği tema ise şöyle “Anladım ki her insan şu fani dünyada bir sığınak, bir liman, bir teselli arıyor. İçindeki sonsuz açlığı teskin için.”

Toplum ve Sosyoloji

Toprak Kabın Köprüsü’nde ayrıca okuyucuya bir serzeniş var.

“Ben, üstünkörü hayat hikâyelerinin yırtık, pırtık libasına takılıp bir insanı insan eden öze geçiş yapmayan çok kimse tanıdım. Bu sebeple, “şahıslardan kat-ı nazar, hakikatin incilerine teveccüh” prensibini kendi şahsımda temsil etmek istedim. Artık kusura bakmazsın okuyucu.
Eğer hala hülasai hayatımı merak ediyorsan, elindeki bu küçük eserin sahifelerinde seyahat et. Esaslı bir “Okuyucu” isen, oralarda çok şeyler bulacaksın. “

 

Son Ağaç Şiirinden aktarmak istiyorum örnek olarak;

gün olur meşk biter söz susar dil bağlanır,
üşer akşamın tenine bir kanlı ufuk;
uzak bahçelerde dev ateşler harlanır,
kopar, düşer yere ah içindeki çocuk!

 

Senai Demirci ile de ortak çalışmaları mevcut Yusuf Özkan Özburun’un. Velut bir müellif ve araştırmacı. Güzel Türkçemizi çok iyi kullanıyor, vurguları yerinde. Rahat okunabilen eserler.

 

Bir aykırı mütefekkir aziz dostum Prof. Dr. Hüsamettin Arslan’ın ani vefatından sonra hayattaki az sayıda da olsa sosyologlarımız daha fazla önem arz ediyor.  Çalışmaları daha da öne çıkıyor. Keşke kıymetlerini bilebilsek.

Kültür Konseyi Başkanı Dr. Metin Eriş bizleri ne güzel insanlarla tanıştırıyor. Kendisine müteşekkirim.