Hanımlar, Beyler; İlerleyelim Lütfen

77

Eğitimde niçin yol alamıyoruz?
Hatta niçin geriliyoruz? Bu sorular uzun zamandır gündemde. Gündemde demek, bir
türlü doğru cevabı bulamıyoruz demektir. Belki doğru cevabı verenlerimiz var
ama bu sefer de uygulayanımız yok.

 

Eğitimde yol alamadığımızı
nereden biliyoruz? PISA sonuçlarından. OECD ülkeleri arasında sıralamanın
diplerinde dolaşıp duruyoruz. (Not: Son yılda bir iyileşme var derseniz, onu
biliyorum ama o gerçek değil, örneklemenin değişmesiyle ilgili az biraz sahte
bir sonuç: Fen liselerinin ağırlığını arttırdık.)

 

Eğitim önemli bir alan. Ülkenin/
milletin geleceğine, düzeyine, refahına doğrudan etki eden bir unsur. Ancak,
yukarıdaki soru ve hükümlerdeki “eğitim” kelimesini daha nice sıkıntılı
alanımızla değiştirebilirsiniz. “Eğitim”i çıkarın yerine “hukuk” koyun.
“Demokrasi” koyun. “Ekonomi“ koyun. “Dış siyaset” koyun… Son yirmi yılda
hangisinde yol alıyoruz? Hangisinde gerilemiyoruz? Benim çevremde, bu konuların
konuşulup tartışıldığı sohbetlere, “vatan kurtarma” denir. Kendimi bildim
bileli vatan kurtardık. Hâlâ kurtardığımıza göre demek ki bir türlü
kurtaramıyoruz şu vatanı!

 

Dedenizin İnterneti mi vardı?

Bazı siyasetçiler birtakım
çareler buluyor. Bir çare, kurtarılamayan vatanı, nutuklar atarak, olmadı iki
misli, dört misli daha sık ve uzun nutuklar atarak, kurtarılmış gibi göstermek.
İddialarımız gerçeğe uymuyorsa, gerçeği iddialarımıza uydurmak. Buna
post-gerçeklik diyorlar: Almanya bizi kıskanıyor!

 

İkinci bir çare, kendimizi
dünyanın diğer ülkeleriyle karşılaştıracak yerde, kendi geçmişimizle
karşılaştırmak. Tom Friedman, Lexus ve Zeytin Ağacı kitabında, Suriye’yi ve
Hafız Esad’ı örnek göstererek bu “çare”yi anlatır: Dedenizin evinde İnternet mi
vardı? Hâlbuki karşılaştırmanın kendi geçmişimizle değil, dünyadaki diğer
milletlerin bugünü ile yapmak gerekir. Aynı kitapta, yazara bu gerçeği,
geceleri gizli gizli İsrail televizyonunu seyreden bir Suriyeli anlatır:
“Dizilerinde süpermarketleri gösteriyorlar. Renk renk kaplarda cins cins
yoğurtlar var. Hâlbuki bizde tek cins yoğurt tek cins kapta satılıyor.”  Ülkelerin gelişmişliklerinde yoğurdun
ambalajı ölçü müdür, bilmiyorum ama Friedman’ın Suriyelisi için öyleymiş.

 

Karşılaştırma diktatörlerin
sağlığına zararlıdır

Sovyetlerin dağılmasında da bu
cins karşılaştırmalar rol oynamıştır. Batıyla gittikçe açılan arayı kapatmaya
yoğun propaganda yetmeyince, bu sefer gerçeğe izin vermeyi ve acı gerçek
karşısında yeniden yapılanmayı denediler. Gerçeğe izin vermeye “Glasnost”
dediler. O tatlı Azerbaycan Türkçesiyle, “âşkârlık”. Türkiye ağzıyla,
“âşikârlık”, açıklık… Ruslar’ın 
“Perestroyka” dediğine biz “Yeniden Yapılanma”, Azerbaycan Türkleri
“Yeniden Gurma” dedik. Hiç biri fayda etmedi. Sovyetler birliği çatırdayıp
gitti.

Kuzey Kore, evlerinde Güney Kore
kaynaklı video bulunduranları cezalandırıyordu. Uçuruma dönen refah seviyesini,
gittikçe açılan arayı halk görmesin diye. Bir mahallede bu suçun işlendiğini
istihbar eden polis, insanlar kapı çalınınca kasetleri oynatıcıdan çıkaramasın
diye mahallenin elektriğini kesiyordu.

 

İnsanların kendi ülkelerini
kolayca başka ülkelerle karşılaştırabilecekleri bir çağda yaşıyoruz. Uydudan
gizli gizli televizyon seyretmeye, gümrükten yasak videobantı kaçırmaya gerek
yok.

 

Osmanlı geriledi mi?

Osmanlı’nın çatırdayıp çökmeye
başladığı ve sonunda çöktüğü “uzun 19. asır”da, birçok ölçüye göre Fatih
döneminden ilerdeydik. Fakat 15-16. asırlarda biz dünyadan hızlı gelişirken 17.
asırdan itibaren yavaşladık. Buna “duraklama devri” dedik… İlerleyen Batı
Avrupa’ya göre, hatta Rusya’ya göre durakladık. Sonrasına “gerileme devri”
dedik. Bu aslında doğru değildi. Biz ilerlemeye devam ettik; fakat Batı bizden
daha hızlı ilerlediği için görece geriye düştük. Bunu Niçin Geri Kaldık?
kitabımda, tren örneği ile anlatırım. Yanımızdaki tren hareket edince biz geri
geri gittiğimizi zannederiz. Hâlbuki biz sadece durmaktayız. Hatta bazen
ilerlemekteyiz ama yandaki trenden daha yavaş… İşte bütün mesele budur;
ilerleyenlerin gerisinde kalmak. Onlara bir türlü yetişememek. Aradaki
mesafenin kapanmaması, hatta bazen açılmaya devam etmesi.

 

Aradaki mesafe belli bir miktarda
açılınca, bu sefer devleti devlet yapan kurumlarda çöküş ve gerçekten gerileme
başlıyor. Plevne’de üstün teçhizat ve dirayetle Rusları perişan eden Gazi Osman
Paşa’ya, çok yakındaki kuvvetlerimizden bir türlü takviye gelmemesi; Balkan
Harbi’nde yine teçhizatça düşmandan üstün ordumuzun, askerini doğru dürüst
giydiremeyen, tamamına tüfek veremeyen Bulgar Ordusu karşısında bozguna
uğraması kurumların çöküşüdür.

 

İyimser gerçek: O dökülen ordu,
üç yıl içinde Kût’ül-Amâre’yi, Çanakkale’yi yaratan ordu hâline geldi.

 

İleri ülkelerle mesafeyi kapatmak
için ne yapacağız? Bu soruya yerim kalmadı. Bir sonraki yazıya inşallah.
Böylece geri kalmışlık problemimizi bir vuruşta halledeceğim… Dersem de
inanmayın.

( https://millidusunce.com/hanimlar-beyler-ilerleyelim-lutfen/)