Hacı Bayram-ı Veli

191

Asr-ı Saadet’te Arap Yarımadasına yayılan İslamiyet, Peygamber Efendimizin irtihalinden sonra büyük fetihler sonucu daha uzak diyarlara ulaştı. Dört halife döneminde İslam devleti, Bizans ve İran sınırlarını aştı. Sonra Emeviler tarih sahnesine çıkarak İslam’ın İspanya´dan-Türkistan´a kadar yayılmasını sağladı.

Ukbe bin Nafi komutasındaki Emevi orduları, Kuzey Afrika´nın tamamını fethederek, Atlas Okyanusunu sahillerine dayandı. Ondan sonra gelen Tarık bin Ziyad komutasındaki askeri birlikler, Cebelitarık Boğazı’nı geçerek İspanya´ya girdi. Kısa sürede İspanya fethedildi ve bu topraklar üzerinde “Endülüs” devleti kuruldu. Böylece İslam Kültür ve Medeniyeti, fetihlerle birlikte gelişmeye başladı.

Orta Asya’daki ana yurdundan her yöne dalga dalga yayılan Türklerin İslam’la tanışmaları Emeviler dönemine rastlar. Emeviler Kafkasya, Maveraünnehir, Türkistan bölgelerine seferler düzenliyordu. İşte Türklerle Arapların ilk karşılaşmaları bu topraklarda gerçekleşti.

Türklerle Araplar arasındaki ilk işbirliği Abbasiler döneminde Çinlilere karşı yapıldı. Doğudan batıya ilerleyen Çinliler ile Ön-Asya´ dan doğuya ilerleyen Araplar, Talas ırmağı kıyılarında karşı karşıya geldi. 751 yılında yapılan Talas Savaşında Orta Asya´nın Çin egemenliğine girmesini istemeyen, Karluk ve Yağma Türkleri, Arapların yanında yer aldı ve savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlandı.

Talas Savaşı, Türklerle Müslümanların birbirlerini daha yakından tanımalarını ve dostane ilişkiler kurmalarını sağladı. Bu sebeple Talas Savaşı hem Türkler hem Müslümanlar için bir dönüm noktasıdır. Savaştan sonra İslâmiyet, Türkler arasında hızla yayılmaya başladı. Bizans sınır boylarında, Avasım adı verilen, sınır şehirleri kuruldu ve buralara Türkler yerleştirildi. Abbasi Halifesi Mu’tasım zamanında Ordu ve Devlet yönetiminde etkinlik, İranlılardan Türklere geçti. Türklerden oluşan bir ordu kuruldu.

Maveraünnehir’in Buhara, Semerkant, Fergana ve Curcan gibi büyük Türk şehirleri, İslam kültür ve uygarlığının önemli merkezileri haline gelmeye başladı.
Türkler arasında İslamiyet yayıldıkça bu bölgelerde Camiler, medreseler, külliyeler inşa edildi. Bunun sonucunda Orta Asya ve Türkistan’da önemli Türk alim ve mutasavvıflar yetişti. Hoca Ahmet Yesevi, bu ilim-irfan ocaklarında yetişen ilk Türk-İslâm mutasavvıfıdır. Türk aydınlarının Arapça ve Farsça yazdığı bir dönemde ilk defa Türkçe dini-tasavvufi şiirler söyleyen insandır. Mesela Yunus Emre bir Ahmet Yesevi öğrencisi ve Yesevi izleyicisidir. Yolun en büyük şairidir. Şiirlerinin ilham kaynağı Ahmet Yesevi´dir. Hatta bazı şiirleri Yesevi Hikmetlerinin tekrarlanmış şeklidir. Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmetinde;
“Işkıng kıldı şeyda mini
Cümle alem bildi mini
Kaygum sinsin tüni küni
Minge sinok kirek sin…” derken Yunus Emre Divanında;
“Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarın tünü günü”

Yahya Kemal; “Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın, göreceksiniz bizim milliyetimizi asıl O´nda bulacaksınız?” diyor.
Gerçekten Ahmet Ahmet Yesevi ve dervişleri, henüz büyük kısmı Müslüman olmamış, olanları da yeteri kadar dini bilmeyen Türklere İslamiyet’i anlatmak ve yaymak için gayret sarf ettiler.

Hoca Yesevi’nin binlerce talebesi dergahından aldıkları inanç, bilgi ve bilinci, Horasan´a, Deşti Kıpçak diye adlandırılan Kuzey Türk bölgelerine, Anadolu´ya ve Avrupa’ya ulaştırdılar.
Bitmek tükenmek bilmeyen göçebe Türkmenler Anadolu’ya doğru akıyordu. Özellikle Horasan ve Türkistan’dan birçok savaşçı derviş ya da alperenler daha Malazgirt Savaşı’ndan çok önce Anadolu’nun Sivas, Kayseri ve Konya gibi büyük şehirlerine yerleşiyordu.
26 Ağustos 1071 yılında Selçuklu sultanı Alparslan ile Bizans imparatoru Romen Diogene arasında yapılan savaş, Türklere Anadolu kapılarını ardına kadar açtı.

Anadolu’ya ilk büyük göç dalgası Malazgirt Savaşı sonrası, ikinci ve daha büyük bir göç dalgası Moğol İstilası sonrasında gerçekleşti. Bu göç hareketinin önünde savaşçı dervişler bulunuyordu. Erenler Hoca Ahmet Yesevi dergahından çıkıp Anadolu’ya akın etti. Bunların kimisi sanat erbâbı, kimisi ziraat erbâbı, kimisi akıncı yiğitlerdi. Gönül erleri Andolu´da, Balkanlarda gerçek Türk-¬İslâm kültürünü yaydı.

Anadolu´da ve Rumeli´de Türk varlığının kökleşmesine en büyük katkıyı Yesevi dervişleri yaptı. Osmanlı Devleti´nin manevi kurucuları olan Şeyh Edebaliler, Hacı Bayram-ı Veliler, Sarı Saltuklar, Hacı Bektaş-ı Veliler, Geyikli Babalar, Ahmet Yesevi´nin takipçileridir. Onlar, Anadolu’nun bizim olmasında çok büyük emekleri olan abide şahsiyetler. Ahmet Yesevi´nin Anadolu’ya gönderdiği Sarı Saltuk, Balkanlarda Müslümanlığı kökleştiren kişidir. Bursa´nın fethini hazırlayan Geyikli Baba, bir başka Yesevi dervişidir.

Yesevi dervişleri, Anadolu’nun Türkleşmesi yıllarında özellikle 12.-14. yüzyıllarda gerektiği zaman savaşmışlar “Alperen” gerektiği zaman ticarete ahlak ve disiplin getirerek “Ahi” adını almışlar. Kadınların aydınlanması yolunda uğraşmışlar “Bacıyan” olmuşlar. Boş arazileri canlandırmak ve yeşertmek işini üstlenmişler, yolların güvenliğini sağlamışlar. Gönüllere inanç, zihinlere bilgi ışığı saçmışlar.

Anadolu’daki Yeseviliğin sosyal yapıdaki devamını, halk içinde Hakk’la beraber olma yolunu, en güzel şekildi Ahilikte görüyoruz.

Kardeşlik, arkadaşlık ve dostluk anlamına gelen Ahilik, Anadolu’ya has bir teşkilattır. 13.-14. yüzyılda yiğitlik, cömertlik, mertlik, düşkünlere ve zulüm görenlere yardım etme gibi insani gayeler uğruna Ahi Evran tarafından kuruluşmuş teşkilattır.

Anadolu’nun ihtiyacına göre, mürşit erenler tarafından Orta Asya’nın ilim ve kültür merkezlerinden getirilen alp erenler, düzenli ve planlı bir şekilde Anadolu’da istihdam ediliyordu. Ahi Evran’ın sahip olduğu esnaf locaları vasıtasıyla da tarikat ehli, sanatkar ve her türlü zanaat sahibi binlerce derviş yetiştiriliyordu.

Ahilik, herhangi bir esnaf teşkilatı olmaktan çok, İslam’ın idealize ettiği başkasını kendi nefsine tercih eden, korkusuz, sabırlı, kendini Allah yolunda sıdk ile adayan, her türlü gösteriş ve menfaat duygusundan uzak sadece Allah rızasını gözeten, engin hoşgörü sahibi, dürüst ve cömert insanı var etmek için çalışan ve görüşlerini bu teşkilat vasıtasıyla yayan bir tasavvuf okuludur. Ancak Ahi zaviye ve ocakları, hiçbir zaman birer meskenet yuvası olmamış. Gündüzleri iş yerlerinde meslek erbabı olarak çalışmalarını sürdüren Ahiler, akşamları da dini, tasavvufi ve ahlaki eğitimin yanı sıra askeri talim ve terbiye de görüyor, gerektiğinde savaşlara katılıp yiğitliklerini sergiliyorlardı.

Ahi teşkilatının önemli faaliyetlerinden biri göçebe Türkmenleri iş sahibi yapmak, yerleşik hayata geçişlerini kolaylaştırmak, daha da önemlisi yerinden yurdundan kopup Anadolu’ya gelen göçebeleri geçici de olsa ağırlamak, barındırmak ve yeni geldikleri bu topraklara alıştırmaktı.

Orta Asya’dan gelen Yesevi dervişleri ve Ahi Evran vasıtasıyla onların ellerinde yetişen gazi alp-erenler, Anadolu ve Balkanlardaki köy ve kasabalarda çeşitli mamureler tesis etmişler. Sahibi oldukları ilahi nizamı hakkıyla yaşayan alp-erenler sayesinde binlerce kafir İslam’ı seçiyor, İslamiyet ile Türklük birbirinden ayırt edilemeyecek kadar karıştığı için de, aynı zamanda Türkleştiriliyordu.

Osmanlı´nın cihana yayılmasının temelinde bu Alperenler ve Ahiler kadrosu yatıyor. Bu gönül erleri, Yüce Türk Toplumu içinde bir bay¬rak, bir sancak, hazarda seferde manevi bir kuvvetti. Anadolu´nun her ilinde, her kasabasında ve her oymağında, dağında obasında bir gönül erinin makamı vardır. Hac-ı Bayram Veli hazretleri de bunlardan biriydi.

Orta Asya’dan gelen Oğuz boyları, Ankara, Sinop, Bursa üçgeninde yerleştiler. Geleceğin Hacı Bayram-ı Velisi Genç Numan, 1352 yılında Oğuz boylarının yoğun olarak bulunduğu bu üçgen içinde yer alan Ankara’nın şirin bir Anadolu köyü olan Zülfazıl bugünkü adıyla Solfasol köyünde doğar.

İstanbul´u, Fâtih Sultan Mehmed Hanın fethedeceğini müjdeleyen büyük velî Hac-ı Bayram Veli’den başkası değildir. Ankaralılara “İstanbul’un manevi ruhunu” yaşatan Hacı Bayram Veli, sadece din adamı değil aynı zamanda tarihe yön veren, Anadolu iktisadi kalkınmasını başlatan önemli bir şahsiyettir. Ayrıca Fethin manevi mimarı Akşemsettin’i yetiştiren de Odur.

Numan, henüz küçük yaştayken ilim tahsiline başladı. Ankara’da ve Bursa’da bulunan âlimlerin derslerine katılarak, tefsir, hadis, fıkıh gibi din ilimlerin yanı sıra fen ilimleriyle de meşgul oldu. Kısa zamanda ilim yolunda kemale erdi ve Hacı Bayram Veli lakabını alma yolunda ilerledi. 28 yaşlarındayken Ankara’da Melike Hatun Medresesi’nde müderrislik yaparak talebe yetiştirmeye başladı. Kısa zamanda, halk arasında sevilip sayılan biri oldu.

İlimdeki bu üstünlüğüne rağmen Müderris Nûmân´ın rûhunda bir sıkıntı vardı. O, bu sıkıntıdan ancak bir mürşid-i kâmilin huzûruna varmakla kurtulabileceğini biliyor ve fırsat kolluyordu. Nihayet bir gün dersten çıktığında yanına birisi geldi ve; “Ben Şücâ-i Karamânî´yim. Kayseri´den senin için geliyorum. Sana bir haberim ve dâvetim var.” dedi. Nûmân, bu sözlerin sonunda kendisi için mühim bir haberin olduğunu anlamıştı. “Hoş geldin, safâlar getirdin. İnşâallah hayırlı haberlerle gelmişsindir. Anlat! Anlat!” diyerek hayretle sordu. “Beni şeyhim ve mürşidim Hamîdeddîn-i Velî hazretleri gönderdi ve; “Git Ankara´da Kara Medresede Nûmân adında bir müderris vardır. Ona selâmımı ve dâvetimi söyle. Al getir. O bize gerek…” dedi. Ben de bu vazîfe ile huzûrunuza gelmiş bulunuyorum.”

Müderris Nûmân bu sözleri dinler dinlemez; “Baş üstüne, bu dâvete icâbet lâzımdır. Hemen gidelim.” diyerek müderrisliği bıraktı ve Kayseri´nin yolunu tuttu. Kayseri´de Somuncu Baba adıyla meşhûr Hamîdeddîn-i Velî ile bir kurban bayramında buluştu. O zaman Somuncu Baba; “İki bayramı birden kutluyoruz.” buyurarak, Nûmân´a Bayram lakabını verdi.

Somuncu Baba, Nûmân ile baş başa sohbetlere başlayarak, onu kısa zamanda olgunlaştırdı. Müspet ilimlerle aklını, dini ilimlerle kalbini besledi. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere kavuşturdu, sonra ona; “Hacı Bayram! Zâhirî ilimleri ve bu ilimlerde yetişmiş âlimleri ve derecelerini gördün. Bâtınî ilimleri ve bu ilimlerde yükselmiş evliyâyı ve derecelerini de gördün. Hangisini murâd edersen onu seç!” buyurdu. Hacı Bayram da, velîlerin yüksek hallerini görerek, kendisini tasavvufa verdi ve bu yolda daha yüksek derecelere kavuşmak için çalıştı. Hocasının teveccühleri ile zamânın en büyük velîlerinden biri oldu.

Hacı Bayram Veliyi tasavvufi hayata iten birinci faktör; onun tasavvufa meyilli fıtratı. İkinci faktör de, yaşadığı devrin ictimai, ahlaki ve  siyasi bozukluklarıdır. Gerçekten o devirde kadılara kadar bulaşan eğlence, içki ve rüşvet hastalığı, önemli boyutlara ulaşmıştı.
Sultan Yıldırım Beyazidin damadı Emir Sultan’ın Ulu Cami inşaatı bitiminde yaptığı doğrudan tenkid ve Molla Fenari’nin Yıldırım Beyazid’e karşı çıkarak Bursa’yı terk etmesi ve Konya’ya yerleşmesi Hacı Bayram velinin düşüncesini doğrular nitelikte. 

Osmanlı hakimiyeti altında Anadolu yeniden derlenip-toparlanırken, Hacı Bayram Veli, genç devletin manevi ve içtimai disiplinini sağlamada etkili olmuş. Anadolu ve Anadolu insanını Batinilik, Babilik gibi tarikatlarla, mevzii mezhep çatışmaları hatta siyasi kargaşaların tasallutundan kurtardı. Bu bakımdan Ona “Anadolu’nun manevi hamisi” de denir.

Hacı Bayram Veli, şeyhi Somuncu Baba’ya intisap ettikten sonra ondan hiç ayrılmadı. Şeyhi nerdeyse o da ordadır. 1394 yıllarında Hocasıyla Bursa’ya geldi. Onun yeni görev yeri Çelebi Sultan Medresesi’dir artık. Yeşil medrese adıyla bilinen bu ilim yurdu dönemin çok önemli bir eğitim merkeziydi.

Hacı Bayram Veli, Bursa’da kaldığı yıllar içinde Emir Sultan’ı sık sık ziyaret etti. Hatta vasiyeti üzerine Onun cenazesini yıkayıp namazını da kıldırmış.

  
Hacı Bayram-ı Velî yaşı 48’e dayanınca, hocası ile hacca gitti. Kabe-i muazzama ve Habib-i Kibriya Efendimizle lika nasib oldu. Manevi alemin kapısı açıldı, Kabe O’na gel dedi, Ravza davet neşideleri söyledi. Gönül hasretle yandı. Cevap vermemek kabil değildi. Hak Dostu davete icabet etti. Hacerül Esvede selam verdi, Ravza-yı Mutahhara’ya yüz sürüp Nebiler Sultanının önünde gözyaşları döktü. Arz-ı hacet eyledi. Alem-i İslam için “medet medet” dualarıyla inledi.

Hacı Bayram Veli Hac vazîfesi yaptıktan sonra Şeyhiyle Aksaray´a geldi. Burada Somuncu Baba, Onu vekil tayin ederek şöyle dedi: “Halîfem, vekîlim sensin.” Bu emir üzerine Hacı Bayram Veli, bu ağır vazîfeyi üzerine aldı. Aynı yıl hocası vefât edince, cenâze namazını kıldırarak Aksaray´dan ayrıldı ve Ankara´nın yolunu tuttu. 20 yıl önce talebe olarak ayrıldığı Ankara’ya Şeyh olarak dönüyordu. Bu sırada Hacı Bayram Velinin yaşı 60’ı geçmişti. Bu dönemde Anadolu’da siyasi karışıklıklar had safhadaydı. Timur istilası olmuş, Yıldırım Bayezidin vefatı üzerine oğulları arasında iktidar kavgası zuhur etmiş, Şeyh Bedreddin olayı patlak vermiş, Orta Asya’dan gelen ve göçebe hayatına alışmış Türk boylarının yerleşik hayata uyumu gecikmişti. İctimai, siyasi ve iktisadi açıdan önemli bir kavşak noktasında, hassas dengelerin çok hissedildiği bir yerde, Hacı Bayram Velinin birden tarih sahnesinde zuhur etmesi Anadolu için önemli bir gelişme olmuştur. Sosyal çözülmenin arttığı bu dönemde, Hacı Bayram Velinin, müderrisliği bırakıp halkın arasına girdi, tasavvuf kanalıyla yozlaşmayı durdurdu ve ahlaka dayalı bir taban oluşturma çabasına yöneldi.  

Hacı Bayram Veli Ankara´da dînin emir ve yasaklarını insanlara anlatmaya, onlara doğru yolu göstermeye başladı. Her gün onlarca kişi huzûruna geldi, hasta kalplerine şifâ bularak gönderdi. Talebeleri gün geçtikçe çoğalmaya, akın akın gelmeye başladı. Kısa zamanda ismi her tarafta duyuldu.

Gelecekte İstanbul´un mânevî fâtihi olacak Akşemseddîn hazretleri Osmancık´ta müderrislik yaparken Hacı Bayram Velinin evliyâlık derecesini duydu ve hemen ona talebe olmak üzere Ankara´ya geldi. Fakat Hacı Bayram Velinin dükkan dükkan dolaşıp para topladığını görünce, yanına varıp hikmetini sormadan “Evliyâ para mı toplar, buralara boşuna gelmişim.” diyerek oradan ayrıldı. Zeynüddîn Hafî hazretlerine talebe olmak üzere Mısır´a doğru yola çıktı. Haleb´e vardığı gece bir rüyâ gördü. Rüyâsında, boynuna bir zincir takılmış ve zorla Ankara´da Hacı Bayram-ı Velî´nin eşiğine bırakılmıştı. Zincirin ucu ise Hacı Bayram´ın elindeydi. Bu rüyâ üzerine, Akşemseddîn yaptığı hatâyı anlayarak derhal Anakra´ya geri döndü. Şehre ulaştığında Hacı Bayram-ı Velî´nin talebeleriyle ekin biçmeye gittiğini öğrendi. Tarlaya gitti. Fakat Hacı Bayram hazretleri ona hiç iltifat etmedi. Akşemseddîn, diğer talebelerle birlikte ekin biçmeye başladı. Yemek vakti geldiğinde, insanların ve orada bulunan köpeklerin yiyecekleri ayrıldı. Hacı Bayram-ı Velî, talebeleriyle yemek yemeye başladı. Yine Akşemseddîn´e hiç iltifat etmeyip, yemeğe çağırmadı. Akşemseddîn yaptığı hatâyı bildiği için, kendi kendine; “Ey nefsim! Sen, Allah´ın büyük bir velî kulunu beğenmezsen, işte böyle yüzüne bile bakmazlar. Senin lâyık olduğun yer burasıdır.” diyerek, köpeklerin yanına yaklaşıp, onlarla berâber yemeye başladı.

Aşık oldum sana candan
Hacı Bayram pirim sultan
Gönül himmet umar senden
Hacı bayram pirim sultan

Irak mıdır yollarınız
Taze midir gülleriniz
Hub söyler dilleriniz
Hacı Bayram pirim sultan (Akşemseddin)

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Akşemseddîn´in bu tevâzuuna dayanamayarak; “Köse! Kalbimize çabuk girdin, yanımıza gel.” buyurup iltifât etti ve kendi sofrasına oturttu. Sonra ona; “Zincirle zorla gelen misafiri, işte böyle ağırlarlar.” diyerek, onun gördüğü rüyâyı, kerâmet göstererek anladığını bildirdi.
Akşemseddîn hazretleri bundan sonra hocasının yanından hiç ayrılmadı. Sohbetlerini kaçırmayarak, kalplere şifâ olan nasihatlerini zevkle dinlemeye başladı. Nefsini terbiyede herkesi geçti. Kısa zamanda Hacı Bayram Velinin önemli talebelerinden biri oldu.

Sensin Allahın velisi
İki cihanın dolusu
Evliyaların ulusu
Hacı Bayram pirim sultan

Akşemseddin der, varılır
Azim tevhidler sürülür
Yılda bir çağı bulunur
Hacı Bayram pirim sultan (Akşemseddin)

Hacı Bayram Veli hazretleri Akşemseddîn´e icâzet  verdiğinde bâzıları; “Efendim! Sizde yıllarca okuyan talebelere hilâfet vermediğiniz hâlde, bu yeni gelen Akşemseddîn´i kısa zamanda hilâfet ile şereflendirdiniz?” dediler. Hâcı Bayram-ı Velî; “Bu öyle bir kösedir ki, bizden her ne görüp duydu ise hemen inandı. Gördüklerinin ve işittiklerinin hikmetini de bizzât kendisi anladı. Fakat yanımda yıllardır çalışan talebeler, gördüklerinin ve duyduklarının hikmetini anlayamayıp bana sorarlar. Ona hilâfet vermemizin sebebi işte budur.” diye cevap verdi.

Hacı Bayram-ı Velî, bir yandan talebe yetiştiriyor, bir yandan belli saatlerde câmide insanlara vâaz ve nasîhat ediyordu. Herkes Hacı Bayram-ı Velî´nin vâzlarına koşuyor, bâzı kerâmetlerini görünce, ona daha çok bağlanıyordu. Kısa sürede ünü Ankara’nın sınırlarını aştı. 

Hacı Bayram Velinin etrafında pek çok kimsenin toplandığını gören bâzı art niyetli insanlar, dönemin Pâdişâh İkinci Murâd Hana Onu şikayet ettiler; “Sultânım! Ankara´da Hacı Bayram isminde biri, bir yol tutturarak halkı başına toplamış. Aleyhinizde bâzı sözler söyleyip saltanatınıza kasdedermiş. Bir isyân çıkarmasından korkarız!” diyerek iftirâlarda bulundular. Bunun üzerine sultan, durumun tetkik edilmesi için iki kişi vazifelendirir; “O kimseyi hemen gidip huzûrumuza getirin. Emrimize baş kaldırıp isyân ederse, zincire vurarak getirin!” emrini verdi.

Elçiler, ellerinde pâdişâhın fermânıyla, Edirne´den hareket ederek süratle Ankara´ya gittiler. Şehre yaklaştıklarında yaşlı, nûr yüzlü bir zat ve bir gençle karşılaştılar. Selâmlaştıktan sonra ihtiyâr zât; “Evlâtlarım! Nereden gelip nereye gidiyorsunuz?” diye sorunca, onlar da; “Ankara´da Hacı Bayram isminde biri, etrâfına adamlar toplayıp, Pâdişâhımıza baş kaldırmış. Onu yakalayıp pâdişâhın huzuruna götüreceğiz.” dediler. İhtiyâr zât; “O aradığınız Hacı Bayram bu fakîrdir.” diyerek, kendini gösterdi. Padişahın elçileri bir fermâna baktılar, bir Hacı Bayram-ı Velî´ye. Aradıkları isyâncı bu olamazdı. Bu nûr yüzlü, hoş sözlü zât, hiç isyân edecek birine benzemiyordu. Hacı Bayram-ı Velî´ye tekrar tekrar dikkatle baktıktan sonra, birbirlerine; “Gidelim Sultanımıza. Bu zâtın mâsûm olduğunu, söylenilenlerin yanlış olduğunu bildirelim.” dediler. Bunun üzerine Hacı Bayram Veli; “Evlatlarım! Sizin geleceğinizi biliyorduk. Onun için yola çıkıp sizi bekledik. Sultanımızın fermânı başımız üzerindedir. Haydi durmayın, elimi zincirle bağlayın bir an önce gidelim.” buyurdu. Bu sözlere iyice hayret eden elçiler; “Sizi yanlış anlatmışlar efendim. Size karşı edepsizlik etmeye hayâ ederiz. Hele zincire vurmak hiç aklımızdan geçmez. Mâdem ki emrediyorsunuz, buyurunuz gidelim.” dediler.
Hacı Bayram ile yanındaki genç talebesi Akşemseddîn, elçilerle birlikte Edirne´ye doğru yola koyuldular. Hacı Bayram-ı Velî, yol boyunca sohbetler etti, yanındakilere nasîhatlerde bulundu.

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Edirne´ye vardılar. Sarayda Sultan İkinci Murâd Han, devletin selâmetine kasdeden ve tahtına göz diken bir eşkıyâ beklerken, karşısında; nûr yüzlü, kâmil bir velî gördü. Hayretini saklamayarak, onu baş köşeye oturttu. Utancından bu büyük velînin yüzüne bakamadan; “Yolculuğunuz zahmetli oldu herhalde.” dedi. Hacı Bayram-ı Velî tebessümle; “İyi bir vesîle oldu. Birçok yerde ve buralarda epeyce mâneviyât âşıkları gördük ve tanıştık.” diyerek, pâdişâhı rahatlattı.

Sultan Murâd, henüz şehzâdeyken ilme pek meraklıydı. Bunun neticesinde büyük bir âlim olarak yetişti. Velilere sonsuz bir saygısı vardı.

Sohbetler koyulaştı. Hacı Bayram-ı Velî konuştukça, ilminin yüksekliği daha iyi anlaşıldı. Sultan Murad, tâ Ankara´dan buraya kadar getirttiğine çok üzüldü, tanışmakla şereflendiği için de çok sevindi. Tasavvuftaki bâzı müşkillerini Hacı Bayram-ı Velî´ye sordu. Aldığı cevaplardan ziyâdesiyle memnun oldu. Pek çok ihsânda bulunup, hediyeler verdi. Fakat Hacı Bayram-ı Velî; “Sultânım! Bizim dünyâ malında gözümüz yok. Siz onları, ihtiyâcı olanlara veriniz.” diyerek nâzikçe reddetti. Pâdişâh ısrar edince; “Mutlaka ihsânda bulunmak istiyorsanız, talebelerimizin, devlete vereceği vergilerden muaf tutulmasını arzu ederiz.” dedi. Pâdişâh da memnuniyetle kabûl etti. Hacı Bayram-ı Velî´yi günlerce sarayda misâfir etti, izzet ve ikrâmda bulundu.

Sultan Murat Han’la Hacı Bayram Velinin baş başa sohbet ettikleri günlerin birinde; konu İstanbul´un fethine gelmişti. Sultan II. Murâd; “Allahü Teâlânın izniyle, evliyânın himmet ve bereketleriyle İstanbul´u almak istiyorum. Rahmetli dedem Yıldırım Bâyezîd Han bu işe girişti. Fakat bir netice elde edemedi. Devlet-i âli Osman´ın topraklarının ortasında bir Bizans Devletinin olmasına hiç gönlüm râzı değil. Sevgili Peygamberimizin de fethini müjdelediği bu İstanbul bize lâzım. Bunu almak için de himmetinizi, yardımınızı bekliyorum.” dedi. Murâd Han bu sözleri söylerken, Hacı Bayram-ı Velî derin bir tefekküre dalmış, onu dinliyordu. Sultanın sözü bittikten bir süre sonra şöyle konuştu: “Sultânım! Bu şehrin alınışını görmek ne size, ne de bize nasîb olacak. İstanbul´u almak, şu beşikte yatan Muhammed´e ve onun hocası, bizim Köse Akşemseddîn´e nasîb olsa gerektir.” müjdesini verdi. Sonra geleceğin Fâtih´ini kucağına aldı. Onun gözlerine bakarak, uzun uzun teveccühlerde bulundu. Sultan Murâd Han, bu müjdeye çok sevindi. Oğlu şehzâde Muhammed´e ve Akşemseddîn´e artık başka bir nazarla bakmaya başladı.

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri Edirne´de bulunduğu müddet içinde, câmilerde vâaz verip, halka nasîhatlerde bulundu. Edirneliler de onu çok sevdi. Onun hangi câmide vaaz vereceğini önceden öğrenip, oraya akın etti. Sultan Murat Han, onun Edirne´de kalmasını istiyordu. Fakat Hacı Bayram-ı Velî, Ankara´ya talebelerinin başına dönüp, onları yetiştirmeye devâm etmek istediğini bildirdi.

Hacı Bayram Veli, Sultan Murad’a nasîhatte bulunduktan sonra onunla vedâlaştı ve yola koyuldu. Önce Gelibolu´ya geldi. Orada Yazıcızâde Ahmed Bîcân ve Muhammed Bîcân kardeşlerle görüştü. Bir müddet onları yetiştirmek için orada kaldı. Onların Bayramiyye yoluna girerek, tasavvufta ilerlemelerine neden oldu. Muhammed Efendi, yazdığı Muhammediyye´yi hocası Hacı Bayram-ı Velî´ye takdim ettiğinde; “Ey Muhammed! Bu kitabı yazacağına, kalbinin nûrlanması için çalışsan, nefsini terbiye etmek için uğraşıp onu yola getirseydin daha iyi olmaz mıydı?” buyurduğunda, Muhammed Bîcân bir “Âhh!” çekti ki, o anda kitabın açık olan sahifeleri “Âhh” ateşinden kararıp simsiyah oldu. Hacı Bayram-ı Velî, kısa zamanda bu iki kardeşe icâzet, diploma vererek, insanları hak yola dâvet için görevlendirdi.

Hacı Bayram-ı Velî, Ankara´ya Sultan Murâd Hanın verdiği fermânla geldi. Ferman, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin talebelerinin, yalnız ilimle meşgûl olmaları için, onları vergi ve askerlikten muâf tutuyordu. Bunu duyan pek çok kişi, vergi ve askerlikten kurtulmak için Hacı Bayram-ı Velî´nin talebesi olduğunu söylemeye başladı. Bunlar o kadar çoğaldı ki, Ankara´nın mâlî ve askerî düzeni bozuldu. Sonunda Sultan, Hacı Bayram-ı Velî´den talebelerinin bir listesini istemek zorunda kaldı.

Hacı Bayram-ı Velî, Ankara´nın Kanlıgöl mevkiinde bir çadır kurdu ve; “Bize intisâb edenler, talebe olanlar burada toplansın.” diye ilân etti. Hacı Bayram-ı Velî´nin talebesi olduğunu söyleyen herkes, akın akın gelip meydanı doldurdu. Hacı Bayram-ı Velî; “Dervişlerim, müridlerim! Bana intisâb eden talebelerimi bugün burada kurban etmem emrolundu. Canını, malını bana feda eden, çadıra girsin.” buyurdu. Bütün talebeleri bir korku aldı. Bir uğultu yükseldi. Vergiden kaçmak için talebe görünenler; “Bu ne biçim mürşit; bu nasıl müritlik.” diye söylenip durdu. Hacı Bayram-ı Velî, eline keskin bir bıçakla çadırın kapısında beklemeye başladı. Bu sırada topluluktan bir erkek ile bir kadın, kalabalığı yararak doğruca çadırın içine girdi. Arkalarından Hacı Bayram-ı Velî de girdi. Daha önceden çadıra koyduğu koyunu içeride hemen kesti. Kırmızı bir kan, çadırdan dışarı aktı. Kanı gören herkes hemen kaçtı. Meydanda kimse kalmadı. Daha sonra dışarı çıkan Hacı Bayram-ı Velî; “Anladık ki, bu kadar talebemiz varmış. Bunlardan başka herkes, vergi vermek ve askerlik yapmak sûretiyle, devlete olan borcunu ödemelidir.” buyurdu. İşte bu olaydan sonra Hacı Bayram Veli, Sultan II. Murad’a mektup yazarak “hala bir buçuk dervişim vardır, gayri yoktur” diye durumu arz etti.

Osmanlı Sultanları, Orhan Gazi, I. Murat Han, Yıldırım Beyazıt Han, Çelebi Mehmet Han ve II. Murat Han devirlerini idrak eden ve kurduğu Bayramiye tarikatı ile Anadolu’nun manevi çehresini şekillendirmesinde büyük hizmetleri olan Hacı Bayram-ı Veli hazretleri 1430 yılında Ankara’da vefat etti. Akşemseddin, hocasının son nefeslerinde yanında bulundu. Vefatından sonra bütün talebelerin ve kalabalık bir cemaatin iştirak ettiği cenaze namazını kıldırdı.

Hacı Bayram-ı Velî, ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak için uğraştı. Talebelerine ve sohbete gelen herkese, Allah’ın emirlerini bildirdi, yasaklarından kaçınmanın şart olduğunu anlattı. Hayâtı, haramlardan şiddetle kaçarak, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk etmekle geçti. Ömrünün sonuna kadar, Ankara’da müridlerini terbiye etme, açık ve gizli zikir toplantıları yapma, halk ve yüksek tabakaya mensup kişilerle sohbet etme, insanları doğru yola iletmek için çaba gösterdi. Orta Asya’dan gelen, yaylak-kışlak düzenine alışık, toprağa bağlı olmayan göçebe Türklerin yerleşik hayat tarzına alışması, Osmanlı Devletinin medeniyet yolunda aşama kaydetmesi için önemliydi. İşte bu noktada, Hacı Bayram Veli, Anadolu’nun ortasında, müridlerini, çevresindekileri, sürekli olarak toprağa bağlanmaları için nasihat etti. Daha da önemlisi, kabiliyeti olanları sanata yönlendirdi.

Hacı Bayram Veli, derin bilgisi, kuvvetli inancı, imanı ve hatipliği ile 15. yüzyıl tasavvufunun kudretli bir temsilcisi oldu. Yaşadığı çağda içinde bulunduğu toplumun ahlaki-sosyal ve ekonomik yönden gelişmesi ve toplum arasında sosyal barışın tesis edilmesinde büyük bir rol oynadı. Her zaman toplumla iç içe oldu. Yoksullara yetimlere kol kanat gerdi. Bunların korunması için zamanın esnafını bir araya getirerek, yardım sandıkları kurdurdu. “Yaratandan ötürü Yaradılanı severiz” düsturuyla başta alemlerin en şerefli yaratılmışı insan olmak üzere diğer tüm canlılara sonsuz bir sevgi ve hoşgörü ile yaklaştı.

Hacı Bayram Veli, Ahmet Yesevi ve Yunus Emre geleneğini devam ettirerek Anadolu ve Rumeli’de hoşgörünün yayılmasına yardımcı oldu.
Kısaca Hacı Bayram Veli, bir düşünür, bir bilim adamı, bir şair ve insanları terbiye eden bir eğitimciydi.

Onun vefâtından sonra “Bayramiyye yolu”nu, talebelerinden Akşemseddîn ve Bıçakçı Ömer Efendi devâm ettirdi. Hacı Bayram-ı Velî´nin, Akşemseddîn ve Bıçakcı Ömer Efendiden başka halîfeleri de vardı. Bunlar, Göynüklü Uzun Selâhaddîn, Yazıcızâde Muhammed ve Ahmed Bîcân kardeşler, İnce Bedreddîn, Hızır Dede, Akbıyık Sultan, Muhammed Üftâde hazretleri ve damadı Eşrefoğlu Rûmî.

Burası Hacı Bayram-ı Veli Külliyesi. Kompleks bugün cami, zaviye ve türbeden oluşuyor. Camiin ilk yapılışı 1425 yılına rastlar. Dikdörtgen biçiminde inşa edilen camii, çeşitli dönemlerde tamirler görmüş.

Külliyenin en önemli bölümü zaviyesidir. Hacı Bayram Veli zaviyesi, Ankara’nın 15. yüzyılda geçirmekte olduğu ekonomik, ruhi ve kültürel bunalım içerisinde kuruldu. Ekonomik bakımdan kendi kendine yeten zaviyede halk, ruhi tatmini burada bulmuş.

1429 tarihli kare planlı türbenin kasnağı sekizgen olup üzeri kubbe ile örtülü. Burası her gün binlerce ziyaretçinin akına uğruyor. 

Türbelerin kapatılma kararı çıktıktan sonra, her yerde olduğu gibi Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin türbesine de kilit vuruldu. Fakat sabahleyin türbenin önünden geçenler kilidi kırılmış, kapıyı da ardına kadar açık gördüler. Olayın birkaç defâ tekrar etmesi üzerine ilgililerden biri; “Böyle şey olmaz, bu kapıyı elbette bir açanı var.” dedi. Sonra bunun için iki bekçi vazifelendirdi ve; “Sabaha kadar bekleyin, gözetleyin. Şu kapıyı kim açıyorsa, hemen yakalayın.” diye de emir verdi.

Bekçiler aldıkları bu emir gereğince, hazret-i Şeyh´in türbesi önünde sabah ezânı okununcaya kadar beklediler. Sabah vakti âniden kilidin çıkardığı “Çat” sesi ile irkildiler. Açılan kapıdan Hacı Bayram-ı Velî hazretleri onlara tebessüm ederek çıktı. Türbeyi bekleyen bekçilerden biri şaşkınlıktan düşüp bayılırken, diğerinin dili tutuldu. Bu olaydan sonra bir daha hiç kimse kapıda nöbet tutmaya cesâret edemedi.

Mutluluğunu bir dilek tutarak ebedileştirmeyi arzu eden, çaresizliğini kutsi bir mekanda dua ile çözmek, farklı bir ortamda kendini sorgulamak isteyen Ankaralıların tek durağı Hacı Bayram Veli…

Ankara”nın meşhur Anafartalar Caddesi”nden yukarı çıkıp sol tarafa dönerseniz, büyük bir kalabalıkla karşılaşırsınız. Dolmuşa inip binenler, güvercin sesleri ve Saman Pazarı”nın kendine has gürültüsü. Adımlarınız hızlanır ve bir an önce kavuşmak istersiniz, tarihe yön veren velinin mekanına. Türkiye’nin her tarafından insanlar buranın manevi havasından feyiz almak için geliyor.

Ankara”nın en büyük huzur adası burası. Bir dost sesi, külli bir dua ve kalplerde açılan yeni kapılarla ayrılırsınız bu huzur adasından. Caminin geniş alanında ev sahipliği yapan güvercinler her gelene “hoşgeldin” dercesine yaklaşır. Hacı Bayram Veli Camii”nin bahçesi ise bildik portreler barındırır: Sünnet ve gelin arabaları, yeni bebeği olan heyecanlı ebeveynler, uzak kentlerden buraya ulaşarak bir nefes almaya çıkmış ihtiyarlar, yıllardır çayını burada içen ahbaplar, gençler, simitçilerin ve sebillerin arasında pervane olmuş çocuklar ve illa duaya kalkmış eller, nurlu çehreler…

Hacı Bayram Veli günde yaklaşık bin kişiyi ağırlar burada. Yüzyıllar öncesinden uzanan bir dostluk ve hoşgörü mesajıdır bu alan. Dikkatli bakan gözlerden memnun bir Roma mabedi ile onun hemen yanındaki mahalde inşa edilmiş Hacı Bayram Camii, dinler arası sıcaklığı anlatır her daim.

Hacı Bayram-ı Velî nasîhat etmeğe devam ediyor gelenlere:
“İnsanların fitnesinden kurtulmak istiyorsanız, çarşı ve pazarlarda sık sık bulunmayınız.” “Hiçbir günâhı küçümsemeyin, çok çalışın. Boş gezenler, zengin bile olsa, arkadaşları şeytan, kalbleri şeytanın konağı olur.” “Ayıp ve kusurlarını gördüğünüz arkadaşlarınızın, komşularınızın, sırlarını ifşâ etmeyiniz. Çünkü gördüğünüz bu sırlar, size emânettir. Emânete hiyânet ise, çirkin bir harekettir.”

Hacı Bayram-ı Velî hazretleri, Türkçe şiirler yazdı. Onun günümüze kadar gelebilmiş 4 şiiri var. Tasavvuf yolunda nefsi tanımanın ve itâat altına almanın şart olduğunu bildiren Hacı Bayram-ı Velî hazretleri bu hususta şu şiiri söylemiş:

Bilmek istersen seni,
Cân içinde ara cânı.
Geç cânından bul ânı,
Sen seni bil, sen seni.

Kim bildi ef´âlini,
Ol bildi sıfâtını,
Anda gördü zâtını,
Sen seni bil, sen seni.

Görünen sıfâtındır,
O´nu gören zâtındır,
Gayri ne hâcetindir,
Sen seni bil, sen seni.

Kim ki hayrete vardı,
Nûra müstagrak oldu,
Tevhîd-i zâtı buldu,
Sen seni bil, sen seni.

Bayram özünü bildi,
Bileni anda buldu,
Bulan ol kendi oldu,
Sen seni bil, sen seni.

Burası Hacı Bayram Veli yurdu, dua kıblesi. Manevi atmosferin en güzel yaşandığı yerlerden biri. Burası görkemi ve manevi havasıyla ziyaretçilerini büyüler. Eğer bir gün yolunuz Ankara’ya düşerse Hacı Bayram Veli Külliyesini mutlaka görmeli gezmelisiniz.