Dalında kalmış iğdenin suçu ne
Yüzünü yere döken bulutların
Başına dirgen saplanan pancarın
Boyun büken kasımpatıların suçu ne
Acı acı esip duran rüzgârın
Güz işte
Dağın kuş uçmayan efkârlı yalnızlığının
Hayatı yanlış tanımlayan avutulmuş çocuğun
Öfkeli başını kıyıya vuran denizin suçu ne
Oradan oraya savrulup duran yaprağın
Duvardaki başı dönen takvimin suçu ne
Güz işte
Gurbetin, yolların, yılların suçu ne
Trenlerin, otobüslerin, gemilerin, uçakların
Vedalar da mendile dökülen gözyaşlarının suçu ne
Yüzü siyah istasyonların, terminallerin, garların
Van yolcusu kalmasın diye bağıran değnekçinin suçu ne
Güz işte
Ezberi bozmayan kaderin suçu ne
Yaka rozeti gibi boynu bükük yetimliğin
Kuru ekmeğin, yavan yemeğin, kara zeytinin suçu ne
Dallarını yerlere kadar eğmiş ayvanın
Suya hasret çatlamış toprağın suçu ne
Güz işte
Sabır çatlatan özlemin, ağrının suçu ne
Kahve zaten acı, bardakta unutulmuş çayın
Pencereyi dövüp duran yağmurun
Ölse açık gidecek gözün
Ağız dolusu ağlamaların, şiirlerin suçu ne
Güz işte
Ağzımda tükrüğümü koyultan sözlerimin
Uzaklara bakan kara kara gözlerimin
Dermanı tükenmiş dizlerimin
Ceviz lekesi nasırlı ellerimin
Dalında solmuş güllerimin suçu ne
Güz işte!