Son günlerde sosyal medyada müzakere ve mütareke sürecinden rahatsızlıklarımızı anlatan mesajlarımızdan ve bazı yazarların yazılarını paylaşmamızdan, saf değiştiren bazı eski dava arkadaşlarımızın bizi eleştirdiklerini görüyorum. Bunlar”12 Eylül’ü yargılanacak”, “bu yönetimle olmaz” gibi bahanelerle ocağı terkedip başka bucaklara göçenlerdir. Eleştirilerin de özeti şu; “Bu yazarlar vaktiyle bize karşıydı, şimdi siz bunlardan medet umuyorsunuz. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur mu demek istiyorsunuz?” Bunlar zaman zaman sizin de başınıza geliyordur.
Bu arkadaşlarımız önce şurada yanılıyorlar, biz vatanı bölmek, parçalamak ve yabancılara peşkeş çekmek isteyenlerin dışında kimsenin düşmanı değiliz. Biz fiziki alanda yapılan hizmetlerle ilgili bir şey söylemiyoruz. Biz milletimizin ortak adı olan “Türk” ismiyle uğraşılmasından, otuz altı parçalı bir bohçaya benzetilmesinden, bayrağımızın adının değiştirilmesinin telaffuz edilmesinden, “T.C.” ibarelerinin kaldırılmasından, devletimizin kurucusu Atatürk ile uğraşılmasından, Türk ordusunun yıpratılmasından ve otuz bin kişinin kaatili Apo ile teslimiyetçi bir ruhla barış müzakereleri yapılmasından rahatsızız. Bu arkadaşlarımız bunlardan rahatsız değillerse söyleyecek bir sözümüz yoktur ve yollarımızın birleşmesi mümkün değildir. Bu konuda Hasan Celal Güzel örneğine iyi bakmak gerekir. Her insanın “artık durun, buraya kadar” diyeceği kırmızı çizgileri olması şarttır.
Geçmişte düşünce ve eylem planında muhalif olduğumuz kişiler bugün bizimle aynı endişeleri ve korkuları taşıyor, aynı düşünceleri paylaşıyorlarsa, kusura bakmayın ben onlarla ortak hareket ederim. Hepimiz insanız, yaradılışımız gereği farklı farklı düşünebiliriz. Ama millî ve vatanî konularda müşterek düşünüyorsak, bu konularda onlarla işbirliği yaparız. Ben bunun için sayıları bir elin parmakları kadar az kalmış olan bazı gazete yazarlarının yazılarını sosyal medyada paylaşıyorum. Birçok arkadaşımız da paylaşıyor. Belki biz hâlâ bu yazarların bazı fikirleriyle anlaşamıyoruz. Ama kımızı çizgilerimiz ortak. Herkesin susturulduğu veya sustuğu, bizlerin yazacak gazete bulamadığı bir ortamda bu yazarlarımız, vatan ve milletin haklarını savunuyorlarsa, bu benim için yeterlidir.Çünkü, unutmayalım ki, GÜN, PARTİ AYIRIMI YAPMA GÜNÜ DEĞİLDİR. GÜN, VATAN VE MİLLET İÇİN, ÜLKEMİZİN GELECEĞİ İÇİN BİRLİK VE BERABERLİK GÜNÜDÜR.
Burada şunu da belirtmek isterim. Biz 50 yıl önce Lise öğrencisi iken neysek, bugün de oyuz. Müslümanız, Milliyetçiyiz, Bağımsızlıkçıyız, Atatürk’ü seviyoruz.(Vaktiyle Atatürk konusunda yalan-yanlış bilgilerle yanıltmışlardı.) Biz, “Vatan-Millet-Bayrak-Ezan Sevdalısı”yız. Vaktiyle toplumumuzun bir bölümü “İrtica geliyor”, bir bölümüde “Din elden gidiyor” diyordu. Şimdi “Dindar” olduğunu söyleyen ve dini mukaddesleri ön plana çıkaran bir hükümet var. Yani bugün dinimiz için bir tehlike yok. Aslında dinin sahibi de, koruyucusu da bizzat Cenab-ı Allah’tır. Ama bugün çok büyük bir tehlike ile karşı karşıyayız. Dünyanın süper gücü ve onun destekçileri, “Yeni Dünya Düzeni” adı altında Türk ve İslâm dünyasına yeni bir şekil vermek istiyorlar. Balkan devletlerini böldüler, Irak’ı üçe parçaladılar, Arap Baharı diye Kuzey Afrika devletlerinde Müslümanları birbirine düşürdüler. Suriye’nin sonu meçhul. Bizim ne zaman savaşa taraf olacağımız belli değil. Kısacası milyonlarca Müslümanın kanı ve canı heba oldu, hâlâ da oluyor. Irak ve Suriye’de iki Kürt özerk bölgesi oluştu. Üçüncüsünü de Türkiye’de oluşturmak istiyorlar. İran da topun ağzında.
Apo’nun Newroz’da(onlar öyle diyorlar) Diyarbakır’da(ona da Amed diyorlar) bir tek Türk bayrağının bulunmadığı meydanda okunan manifestosunda, Kars ve Erzurum’dan başlayıp Kerkük’e ve Halep’e kadar uzanan Mezopotamya coğrafyasından ve Misak-ı Milli sınırlarından bahsediliyor. Bu coğrafya, hem siyonizmin “Arz-mev’ud”(vadedilmiş topraklar) inancının, hem de “Büyük Kürdistan” hayalinin işaret ettiği coğrafyadır. Biz bu vaziyette “Vatanımızı-Milletimizi-Bayrağımızı-Türkçemizi” tehlikede görüyoruz. Ecdat yâdigârı Türk vatanının bir parçasının Büyük Kürdistan’ın bir parçası olmasını istemiyoruz. Bizim kavgamız, bu menfur zihniyetledir. Bunun için bugün bu noktada, kendimizi bizimle aynı düşüncede olanlarla, -geçmişte ve bugün de bazı konularda farklı düşünseler, siyasi tercihleri farklı olsa da- birlikte hareket etmek mecburiyetinde olduğumuzu hissediyoruz. Ülkenin bütün kalelerinin teslim alındığı bir ortamda, birileri benim millî ve vatanî endişelerimi paylaşıyor, milli hassasiyetlerimize sahip çıkıyorsa, ben onun partisine bakmam, vatan için onun bu duruşundan faydalanırım.
Zaten siyasi iktidar da, düşüncesini ayaklar altına aldığını söylediği Türk Milliyetçilerini bu konuda tuzağa düşürüyor ve yavaş yavaş eritiyor. Bu konuda çok uyanık olmak ve bu tuzağa düşmemek gerekir. Ama buna rağmen, geçmişinden pişman olup veya utanıp, ya da birilerine kızıp başka siyasi mahfillere gidenlere de, Dadaloğlu’nun söylediğinden başka söyleyecek bir sözümüz yok : “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.”Bizi, düşmanlarımızla işbirliği yapmakla suçlayanların konuyu bir de bu gerçekler ve düşünceler ışığında değerlendirmeleri uygun olacaktır. Sonuç olarak diyorum ki, ben dün ne isem, bugün de oyum. Ama bazıları ocağını terkedip başka bucaklara gitmişlerse, onu bilemem. Yolları açık olsun.