Gruplaşma Tehlikesi, Din ve Biz

48

Bu hafta temas etmek istediğim konu, aslında hepimizin bildiği bir gerçek olmasından ötürü ele alınması tekrara yol açacak olmasına rağmen, adeta “tarih tekerrrürden ibarettir” yargısını doğrularcasına konuya dair aynı hataların yapılması sebebiyle bu tekrarı göze aldıran bir konu.

Neyi mi kastediyorum? Gruplaşma tehlikesini.

Öyle bir tehlike ki, tarihte pek çok milletin başına bela olarak yıkılıp gitmelerine sebebiyet vermiş, insanlık adına yapılmaya çalışılan her türlü iyiliğin bir anda toz olmasına yol açabilmiştir.

Daha çok az bir zaman önce ülke olarak bu süreci ve acı sonuçlarını tecrübe etmiş, bir anlamda hala da etmekte olmamıza rağmen bugün ülkemiz yeni yeni gruplaşmaların kucağına, hem de kimi zaman “hoşgörü” kavramı (toplumsal bütünleşmeyi tehdit edici bölünmelere ve farklılaşmalara karşı insan hakları adı altında gösterilen hoşgörü) altında itilmektedir.

Konu hakkında farklı görüşler söz konusu olduğu için maksadımızı daha iyi anlatabilmek adına kastettiğimiz “gruplaşma”nın mahiyetine değinmekte fayda görmekteyim:

Her birimiz hayata dair farklı görüşlere sahip olabiliriz. Hatta aynı değer yargılarını taşıyanlar da kendi aralarında farklıllaşabilirler ve farklılaşmaktadırlar da.

Kanaatimce insanoğlunun ilerlemesinin bir ayağı bu faklılaşmada yatmaktadır. Yani doğal, olması gereken ve faydalı bir süreçtir.

Ancak bu süreç, eğer doğru kullanılabilirse verimli hale gelip bizlere ufuk verme anlamında faydalı olacaktır.

Peki, bu verimliliğin elde edilebilmesi için söz konusu farklılıklar nasıl doğru kullanılabilir?

Ülkemiz üzerinden gidersek örnek bulmakta maalesef zorlanmayacağımız için konu daha açık hale gelecektir.

Mesela ülkemiz son zamanlarda kimi sağduyulu insanlarımız tarafından da endişeyle ifade edildiği gibi, “din” üzerinden gerek siyasi gerekse sosyal hayatta, “kendi gibi düşünmeyeni”, aynı değerleri paylaşsa bile, yani aynı değerlere inanıp bunları siyasi ve sosyal alanda farklı yorumlayanı “ötekileştirmek” gibi ciddi ve tamiri hiçbir meseleye benzemeyecek kadar zor bir gruplaşmaya doğru gitmekte veya götürülmektedir.

Bu gruplaşma öyle bir hale gelmeye başlamaktadır ki aslında “siyasi” olan pek çok mesele “din” adı altında tartışılmakta, “dini” olan bazı meseleler ise “siyasi” çervede ele alınmaktadır. Bunun neticesinde ise insanlar yanlış kavramlar ve haksız usullerle birbirlerinin dindarlıkları hakkında hüküm vermekte, dolayısıyla “din” üzerinden düşmanlığa dayalı bir farklılaşmaya gidilmektedir.

Dinimizin bu konuda oldukça sert ve net bir tavrı olmasına rağmen insanlarımızın içine düştükleri ciddi yanlışı anlamak hakikaten zor görünüyor. Zira Kur’an-ı Kerim’de açıkça buyrulduğu üzere: “Dinlerini parça parça edip gruplara ayıranlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’am, 159)

Yani din üzerinden oluşturulan parçalanmanın sorumluluğu çok ağır olmaktadır. Zira İslam imanda olduğu gibi toplumsal hayatta da tevhidi, yani birliği emreder. Nitekim bu emri müslümanları birbirlerinin kardeşleri ilan ederek pekiştirmiş ve imanın bir ayrışma değil bütünleşme vesilesi olduğunu vurgulamıştır.

Bu kadar açık bir uyarıya rağmen nasıl oluyor da söz konusu gruplaşma ve parçalanma hatasına düşüyoruz?

İşte bu noktada yine “doğru din eğitimi”nin gerekliliği bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Hatta bunu sağlamak amacıyla din eğitiminin devlete verilerek, tarihi tecrübeden gelen sıkıntıların tekrarlanmasına mani olma gayreti de daha iyi anlaşılmaktadır ki zaman zaman tartışılan “din eğitimi laik devletin işi mi?” sorusunun cevabını burada aramak gerekir.

Dolayısıyla her alanda olduğu gibi din alanında da ne kadar doğru bilgi edinir, beynimizi başkalarına satmadan elde ettiğimiz bilgileri hazmedip geliştirerek ufkumuzu genişletebilirsek, bilgisizlikten kaynaklanan istismarların önüne geçmemiz, bunun neticesinde toplum olarak maddi – manevi değer ve müştereklerimizde birleşmemiz de o kadar çabuk ve kuvvetli olacaktır. Aksi halde ipleri başkalarının elinde olan kuklalardan veya “başlarındaki çobanın” komutuyla hareket edebilen sürülerden farkımız kalmayacaktır…