Bilgi ve Endüstri
Casusluğu
Çin’in Bin Yetenek
Programı, dünya çapında başarılara sahip yabancı uzmanlara önemli paralar
veriyor. Programın internet sitesinde, “Küresel Uzmanlar İşe Alma Programı’a
girecek yabancı uzmanlar, Çin’e giriş ve çıkışta, Çin’de oturma, sağlık
hizmetlerinden yararlanmada, sigorta, vergi, ev temini, maaş, vs. konularında
avantajlardan yararlanır” deniliyor. Siteye göre uzmanlardan beklenen, üç yıl
boyunca yılda dokuz ay Çin’de çalışmaları. “Programa katılan her yeteneğe,
araştırmalarını desteklemek için bir seferde 1 milyon RMB (renminbi) verilir.
Uzmanı işe alan kurum, bilim alanlarında araştırma yapanlara, özellikle temel
bilimler için toplam 3-5 miyon RMB araştırma ödeneği verecektir.”
Harvard hikâyesi
Spalding’in kitabı
çıktıktan sonra ABD’de Harvard Üniversitesi’nde bir Bin Yetenek skandalı
patladı. Üniversite’de nanoteknoloji alanında dünya çapında bir bilim adamı,
Prof. Charles M. Lieber, aynı zamanda Harvard’ın Kimya Bölümü Başkanıydı. 2011
yılında Thomson Reuters onu dünyanın önde gelen kimyageri seçti. Öyle
anlaşılıyor ki Çin de aynı fikirdeydi. 2012’den itibaren üç yıl boyunca
Lieber’e ayda 50.000 dolar maaş ve toplam 158.000 dolar harcırah verdi. Çin
üniversitesinde bir araştırma laboratuvarı kurması için de 1,5 milyon dolar
aldı. Bu olay patladığında çalıştığı Çin üniversitesinin adı pek bilinmezdi.
Şimdi üniversiteyi bilmeseler bile bulunduğu şehri bütün dünya bilyor: Wuhan
Teknoloji Üniversitesi. Savcıya göre Lieber, 2012-2015 yıllar arasında Çin’in
Bin Yetenek Programı’nın kontratla bağlı bir üyesiydi.
ABD mevzuatına göre
Lieber’in suçu bunları yapmak değil, bunları yaptığını gizlemekti. 2018
Nisan’ında, ABD Savunma Bakanlığı müfettişlerinin sorgusunda Bin Yetenek
Programı’na katıldığını inkâr etti. Mahkeme evrakı, Lieber’in Kasım 2018’de bir
daha yalan söylediğini gösteriyor. Bu tarihte, ABD’nin NIH (National Institutes
of Health- Millî Sağlık Enstitüleri) Harvard’a Lieber’in Wuhan Teknoloji
Üniversitesi ve Bin Yetenek Programı’ıyla ilişkisini sordu. Lieber, ilişkiyi
inkâr ettiği için, Harvard da NIH’a, Çin üniversitesinin Lieber’in ilişkisini
abarttığını ve onun asla Çin’in bu programında yer almadığı yönünde bilgi
verdi; üniversite de yalan beyanda bulunmuş oldu.
Savunma Bakanlığı ve
NIH, Lieber’in birinci araştırıcı sıfatıyla yer aldığı Harvard Lieber Araştırma
Grubu’na 15 milyon doların üstünde para veriyordu. Bu hükümet paralarını
sağlayan kontratların bir şartı da muhtemel menfaat çatışması ve yabancı
işbirliği konularında bilgi verme mecburiyetiydi.
Teknoloji harbi
Çin, Batı’dan ihtiyaç
hissettiği teknolojilerin uzmanlarını avlamaya çıktığında paranın önemi yoktur.
General Electric firmasında jet motorları alanında çalışan bir mühendisin
hikâyesi ilgi çekici. Spalding, “Jet motoru yapmak, aya gitmekten daha zor bir
iştir” diyor. Çin Uçak Endüstrisi Şirketi AVIC (Aviation Industry Corporation
of China), mühendisin emekli olduğunu öğrenir. Mühendise maaşının on katını
teklif eder. Sonunda mühendis teklifi reddeder ve ABD Hava Kuvvetleri’ne girer.
Bazen adam almak
yerine doğrudan doğruya firmalarla kontrat yapılıyor. HKO (Halk Kurtuluş
Ordusu) hesabına çalışan Çin askerî cihaz firmaları nükleer başlık taşıyan
kıtalararası balistik füze yapımında bazı zorluklarla karşılaştıklarında
General Motors’un bir alt birimi olan Hughes Elektronik şirketine ve Boeing
Uydu Sistemleri’ne başvurdu. Anlaşmalar yaptı. Sonuçta ABD’yi vurabilecek uydu
ve roket sistemlerine gerekli teknolojiyi elde etti.
Spalding diyor ki,
“Siz ne kadar büyük olursa olsun kâr veya şirket ortaklarına dönecek gelir
böyle bir projeyi makul kılmaz diye düşüneceksiniz. Fakat görünen o ki şirket
kârı ve piyasa payı tutkusu akl-ı selimi yok ediyor. Kötü niyetli oyuncular ve
büyük rakamlı kontratlar, şirketleri suç ortaklığına ve kanunları çiğnemeye
sevk ediyor. Olan millî güvenliğimize oluyor.”
Sonunda ABD Dış
İşleri Bakanlığı, Hughes Elektronik ve Boeing’in tepesine bindi, Çin’e
verdikleri bilgilerde 123 adet kanun ihlali tespit etti ve her bir şirkete
32’şer milyon dolar ceza kesildi. Hughes bir bildiriyle, “almamız gereken
izinleri almadığımız için üzgünüz” dedi.
Endüstri bir
silahtır: 2025-2049 hedefleri
Çin’in kendi
vatandaşlarına anlattığı vizyonda 2025 ve 2049 önemlidir Çünkü 1925, Şanghay
işçi hareketinin, 1949 ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunun tarihleridir.
Bu yıl dönümlerini Çin, dünya liderliğinin iki basamağı olarak görüyor.
Fakat daha 2049
gelmeden, teknolojideki konumu gayet iyi. Bir kere kendi halkını gözlemede
dünyada bir numara. Yaklaşık bir milyar kamera ve Yapay Zekâ kullanan yüz
tanıma sistemi var. Bu sistemlerin vatandaşların “sosyal kredi”lerinin
hesaplanmasına girdi oluşturduğunu daha önce belirtmiştim. Dünyanın en hızlı
süper bilgisayarı, en güçlü hipersonik rüzgâr tüneli ve ilk kuantum bilgisayarı
şifrelemeli uydu iletişim sistemi hep Çin’de.
Çin, ileri teknoloji
yatırım hedeflerine şu alanları koymuş:
Yeni bilgi
teknolojileri.
İleri sayısal
kontrollü alet ve robotlar.
Havacılık ve uzay
sistemleri.
Okyanus mühendislik
donanımı ve gelişmiş gemiler.
İleri raylı taşıma
sistemleri.
Enerji tasarruflu
otomobiller ve yeni-enerji otomobilleri.
Elektrik donanımı.
Tarım makineleri.
Polimerler ve diğer
yeni malzeme.
Biyo-tıp ve ileri
tıbbî donanım.
Bu sektörlerde
tasarım ve üretime hâkim güç hâline gelmek, aslında daha büyük bir hedefin
vasıtasıdır. Dünyanın her yerindeki şirketlere hâkim olmanın ilk adımıdır. Bu
başarılınca, mesela Çin tarım makineleri ve tıp donanımında pazar lideri
durumuna gelince; gelişmiş gemilerin ve onların gideceği limanların sahibi
haline gelince; dünyanın büyük coğrafyalarında jeopolitik kontrol imkânına
kavuşacaktır.
Bu yolda şimdiden öne
çıkan Çin şirketlerini şöyle listeleyebiliriz:
Baidu (yapay zeka,
şoförsüz arabalar)
Alibaba (e-ticaret)
Tencent (e-ticaret)
Megvii (yapay zeka)
DJI (yapay zeka,
İHAlar)
BAIC (yeni enerji
araçları)
Geely (yeni enerji
araçları)
BYD (yeni enerji
araçları)
Huawei (yarı
iletkenler, iletişim ve tüketici elektroniği)
BBK Electronics
(tüketici elektroniği)
Xiaomi (tüketici
elektroniği)
Aviation Industry
Corporation of China (havacılık ve uzay)
CRRC (demiryolu)
Sinopharm (ilaç)
Finans
Spalding, iki şirket
yöneticisi ve dünyanın en büyük bankalarından birinin gayrı-menkul yatırım
direktörü ile New York’taki bir yemeği anlatıyor. Büyük bir lojistik firmasının
yöneticisi olan Moran, bankacıyla hemşehri olduğunu da keşfediyor, sohbet koyulaştığında
bankacıya soruyorlar, “Geceleri uykunu kaçıran bir şey var mı?” Bu aslında
mükemmel bir ekonomi sorusudur. Bankacının uykusunu kaçıran şey nedir? Bankacı
hiç tereddüt etmeden cevap veriyor: “Tek kelime”.
– “Nedir?”
– “Çin.”
– “Niçin?”
“Bizim banka ve bütün
diğer büyük Batı bankaları Çin gayrimenkulüne milyarlarca dolar yatırdık ve bu
parayı nasıl geri alacağımıza dair hiçbir fikrimiz yok. Her ayın on gününü
Çin’de geçiriyorum ve her ay eve döndüğümde kendimi geçen ayınkinden daha hasta
hissediyorum.”
Moran’ın Spalding’e
aktardığı sohbetin devamı daha da çarpıcı. 2008 krizi sırasında, ekonomiye can
suyu olması maksadıyla ABD, bankalara, ayda 80 milyar dolar veriyor. Sistemine
giren bu para, iç piyasaya değil, o sırada en kârlı yatırım gibi görünen Çin
bankalarına, Çin bankalarından, Çin şirketlerine, onlardan da devasa gayrı
menkul yatırımlarına akıyor.
ÇKP’nin rüyası,
tamamen bağımsız bir ekonomi ulaşmak. ABD’nin 1950’li yılları gibi. O on yıl
boyunca ABD ne ithalata, ne ihracata bağımlıydı. Hızla büyüyen kendi ekonomisi
kendine yetiyordu. Çin de gerektiğinde dünyadan izole yaşayabilecek bir ekonomi
inşasına çalışıyor.
Bunu yapmak için
sıfırdan şehirler kuruyor. Toplamda 120 şehir. Moran, 5’er-10’ar milyon insanı
barındırmak üzere tasarlanmış, çoğu New York şehrinden büyük yeni yerleşimler.
Olup biteni canlandırmak için 2012 ilâ 2014 arasındaki üç yılda, Çin’in,
ABD’nin 1900 yılından 2014’e kadar üretip döktüğünden daha fazla çimento
döktüğü gerçeğini düşünün. Bu atılım için başta Wall Street (ABD menkul
kıymetler borsası) olmak üzere uluslararası para piyasalarından para toplamış.
2018 yılında Moran, Çin’e gittiğinde gördükleri onu şoka sokmuş. Bankacı
arkadaşının nasıl geri alacağız
diye endişelendiği
milyarlarca dolar önünde duruyormuş: Kimsenin oturmadığı gökdelenler,
apartmanlar ve imalat ortamları.
Nasıl mücadele
edilir?
Kitabın sonunda
Spalding, “Ne yapmalı?“, sorusuna cevap vermeye çalışıyor.
firmaların, sosyal ve mali denetimi altında iş yaptığı bir alan değil. Ne bağımsız
firma, ne de bağımsız Çinli var. Bunu daha önce söylediğim ve aşağıda
tekrarlayacağım gibi en iyi anlatan ifade: “Sivil Çinli yoktur!” Çin,
insanların esir işgücü şartları altında çalıştığı; sosyal hak, telif hakkı,
seçme hürriyeti gibi kavramların ölümcül tehlike sayıldığı bir ortam.
Çin şirketleri ABD’de
şube şirketler açıyor. Az önce naklettiğim 2008’lerin gayrı menkul yatırımı
büyük çapta bu şirketlere ABD bankalarının ve fonlarının verdiği paralarla
gerçekleşmiş. Gayet normal. ABD şirketleri de, dünyadaki başka şirketler de
aynı şeyi yapıyor. Yalnız bir fark var, şirketleri ABD kurumu Borsa Şirketleri
Muhasebe İnceleme Kurulu (PCAOB- Public Company Accounting Oversight Board)
denetliyor. Spalding bu kurula, finans muhasebe denetiminin altın standardı
diyor. Kurul ABD’de borsalarda alım-satım yapılan bütün şirketleri denetliyor.
ABD borsalarına kote olan 224 Çin şirketini de. Bunların 2018’de pazar
sermayesi toplamı 1,8 trilyon dolar! Tamam… Mesele yok. Fakat mesele var. Şöyle
ki bir firmaların ana şirketleri, denetime izin vermiyor! Dolayısıyla ABD’deki
şirket bilançosunda görülen ana şirkete yatırım veya ana şirketten alınan veya
ödenen kâr payı ve benzer kalemlerin aslını araştırma imkânı yok.
“Devletimizin üç
kuvveti de“, diyor Spalding, “teknolojimizi, fikir ürünlerimizi ve en önemlisi
anayasada teminat altına alınan haklarımızı korumak için ellerinden geleni
yapmalıdır. Bu korkutucu bir öngörü gibi görünüyor fakat totaliter Çin’in
alaycı, anti-demokratik, anti-bireyci, anti-insancı vizyonu, hür dünyaya başka
bir seçenek bırakmıyor.” Bunları gerçekleştirmek için, Spalding’e göre, ABD’nin
mevcut kanunlarını dikkatle uygulaması yeterli: “ÇKP’nin Batı’da savunduğu
yanıltıcı mantığa göre mademki serbest ticaret refaha ve refah da demokrasiye
götürüyor, gümrük vergileri kötü olmalı. Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne
girmesini sağlayınca ÇKP, düşük gümrük duvarları sayesinde Amerikan
yatırımcısının parasıyla dünya imparatorluğunu büyüttü.”
Çin modelinde diyor
Spalding, iş dünyasında Batı’daki kontroller yoktur. Çalışma şartları felaket
düzeyindedir. Çevre kanunları pek zayıftır. Yalnız Spalding değil, birçok
gözlemci, Çin’i devasa bir esir çalıştırma kampına benzetiyor. Peki, şimdi ABD
yatırımı başka ülkelere gidecek… Spalding, “Maalesef“, diyor, “ABD yatırımı
çekmeye çalışan diğer ülkeler de ÇKP modelini taklit ediyor; işçiyi sömürüp
çevreyi tahrip ediyorlar. İş dünyası için iyi olan bir şey, ülke için her zaman
iyi olmayabilir”.
Rüşvet ve ahlak
Spalding, kanunlarca
korunan ahlak ilkelerinin titizlikle uygulanmasını Çin’le mücadelenin ana metotlarından
biri olarak görüyor. Rüşvet ahlaksızlıktır ve kanunlar rüşveti yasaklar. Rüşvet
kanunlarını uygulayın diyor. ABD silahlı kuvvetlerinde fuhuş suçtur diyor.
Devlet memuriyetinde de suç olmalıdır. Devlet gücünü ellerinde tutanlar,
halktan daha sıkı kurallarla denetlenmelidir. Siyasiler ve devlet memurlarının
tamamı… Federal, eyalet ve belediye memurları, onların aileleri.
Çinlinin devlet
taleplerine uyması zaten Çin kanunlarınca mecburidir. Çin istihbaratı yurt
dışındaki bir Çinli’den casusluk yapmasını isterse vatandaş buna hayır diyemez.
Fakat şimdi bu mevzuatın uygulaması da kolaylaştı. Sosyal kredi skoruyla bugün
Çin, teoride ve pratikte ABD’deki Çin diasporası üzerinde etki ve kontrole
sahip. Çin vatandaşlarına şirket sırlarını, endüstri tasarımlarını, her şeyi,
bildirmeleri emredilebilir. Aksi takdirde skorları, hatta Çin’de kalan
ailelerinin skorları düşürülür. Mesela düşük skorlu dokuz milyon insanın
uçaklarda business-class bilet alması yasaklandı. Düşük skorlu ev hayvanı sahiplerinin
hayvanlarına el kondu. Bu çok güçlü bir sosyal kontrol manivelası. ÇKP yurt
dışındaki vatandaşlarının manipülasyonunda bunu kesinlikle kullanır.
Global tefeciliği
önle
Çin bir taraftan
Batı’dan nakit yatırım alıyor, diğer taraftan dış ticaret fazlasıyla kolayca
kullanabileceği bir servet biriktiriyor. Her şey gibi bu servet de parti
kontrolünde ve devlet için bu da hâkimiyet yarışının bir aleti.
Daha önceki
bölümlerde anlatılan Sri Lanka’nın Hambantota Limanı güç oyunlarının açık bir
misalidir. Çin firmaları limanın inşası için para ve hizmet sundular ve sonra,
alacakları ödenemeyince tam bir tefeci tavrıyla bütün arazi ve operasyona yüz
yıllığına el koydular. Sri Lanka, Çin’in aslında Çin’e yardım için “yardım”
ettiği düzinelerle kalkınmakta olan ülkeden biridir. Olan biten Osmanlı’nın
Düyûn-u Umûmîyesi’ne de benziyor. Onun bir işletme ve bir bölgeyle sınırlı
şekli.
Çin’e karşı tedbir
düşünen sadece General Spalding değil. Batılı 100’ün üzerinde parlamenter,
hükümetlerden bağımsız olarak Çin’e karşı birlik oluşturdu. Bu ayrı bir
inceleme konusu olabilir. Birliğin ismi, Çin Konusunda Parlamenterler Arası
Birlik (Inter Parliamentary Alliance on China). İlkeleri, çalışmaları ve
kampanyalarını ipac.global adresindeki sitelerinde anlatıyorlar. Kampanyaları
arasında Uygurlara yapılan zulmün önlenmesi de var. Bu birlikten bu noktada
bahsetmemin sebebi, beş maddelik, “Ne Yapıyoruz?” başlığı altında verdikleri
programlarının beşinci maddesi. Madde, yatırım ve borç verme yoluyla millî
egemenliklere tecavüzü ele alıyor. Millî kişiliğin korunması: Çin Halk
Cumhuriyeti’nin gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerin (pazarların)
egemenliğini veya kurumlarını, borç vererek, yatırım yoluyla veya başka
usullerle tehdit etmesine izin verilmemelidir.
İnsan hakları
Spalding son bölümde
bir toparlama yapıyor.
Kitabın hedefi ABD’yi
uyandırmak… Onun için ABD’nin temel hürriyetlerini saymış
Konuşma ve ifade
hürriyeti
İnanç hürriyeti
Yoksulluktan azade
olmak
Korkudan azade olmak
Bunlardan, diyor,
Çin’in halkına sağladığı sadece yoksulluktan azade olmaktır. Bu önemlidir ama
tek temel insan hakkı bu değildir. Konuşma, fikir, din, basın hürriyetleri Çin
Komünist Partisi’nin düşmanları sayılıyor. Bu konuda parti yayınları var. Görünmez
Savaş yazılarımın birincisinde 2013 tarihli, ÇKP “Doküman 9” hikâyesinde bu
anlatılıyordu: “‘Evrensel değerler’ denilen Batı tipi hürriyet, demokrasi ve
insan haklarının evrensel ve ebedi olduğu inancı, ÇKP’nin temellerine
saldırıdır. … Batı tipi anayasaya dayanan demokrasiyi yüceltme hatası… mevcut
liderliği ve Çin karakterli sosyalist yönetim sisteminin altını oyma
teşebbüsüdür“.
Korkudan azade olmaya
gelince… ÇKP, dünyaya hep dostça, kazan-kazan mesajı verirken hukukla değil
korkuyla hükmeder. Vatandaşlarını kontrol etme peşindedir, açıkça fikirleri,
davranışları ve kendini ifade etmeyi kanun dışı ilan eder.
Spalding’ten doğrudan
aktarayım:
“Amerika’nın gözünü
kâr hırsı kör etti. Londra ve New York’taki güç simsarları işsiz insanlara ucuz
ürünler satmak için Çin’deki köle işçiliğini kullanmaya karar verdi. İş bu
noktadan sonra çığ gibi büyüdü ve Çin, kâr, hırs ve hissedar servetini arttırma
mantrasına kapılmış bir dünyayı kullanarak menfaat sağladı.”
“Artık seçme
imkânımız yok. Çin, bitmek tükenmek bilmeyen tecavüzüne son verene kadar ya
bedeli ne olursa olsun Çin’in hâkimiyet saldırısını durduracağız veya elinizde
sırf bu kitap var diye, veya İncil, veya Kuran veya Bhagavad Gita, Fahrenheit
451 veya Winnie-the-Pooh var diye sizi tutuklayacak bir hükümetin hâkim olduğu
bir toplumda yaşamaya razı olacaksınız. Neden mi tutuklayacak? Çünkü içerik
hoşuna gitmemiş ve düşünme hürriyetiniz de zaten kanun dışı.”
“Amerika’da yönetime
kim geçerse geçsin, şunu anlamalıdır: Çin dünyadaki en dostane düşmandır. Yüzünde
tebessümle elinde hediyelerle gelir ve sizi iç çamaşırınıza kadar soyar.”
Bu sözler bize o
kadar yabancı değil sanki. Bin üç yüz yıl öteden geliyor:
“Çinliler altını,
gümüşü, ipeği, ipeklileri ihtiyaçtan fazlasıyla öylelikle verirler. Çin
halkının sözleri tatlı, ipeklileri yumuşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipeklilerle
kandırıp uzaktaki halkları bu şekilde kendilerine yaklaştırırlarmış. Yakına
yerleştikten sonra da gereken kötülüğü orada düşünürlermiş… Çinlilerin tatlı
sözlerine, yumuşak ipeklilerine kanıp Türk halkından birçoğunuz öldünüz.”(Alıntı:
Milli Düşünce Merkezi)