Gönül Dostları

79

Elektrik Yüksek Mühendisi Özdemir Özsoy, 13 X 19,5 santim ölçülerinde, 206 sayfalık kendi yayını olan Gönül Dostları isimli eserinde; Yunus Emre ekseninde Harzemşh Muhammed ve oğlu Celâleddin Harzemşah, Cengiz Han, Buhtunnasar, Tanrının Kırbacı Attilla, Büyük bilgin Ferideddin-i Attar, Abbasi halifesi Nâsır Lidinillah, Fârâbî, adı verilmiyor olsa bile Gürcü Kraliçesi Tamara, Hülagü, Alamut Kalesi’nin çarpık mezhep şeyhi Hasan Sabbah gibi tarihî şahsiyetlerden bilgiler sunuyor. Okuyucuyu, Utrar, Nişabür, Rey, Merv ve Tûs-Meşhed gibi Türk diyarlarında gezintiye çıkarıyor.

Yazarın kitaptaki tek gönül dostu yalnızca Koca Yunus değil. Mevlana Celaleddin-i Rûmî de veciz ifadelerle fakat bütün haşmetiyle sayfalar, satırlar arasında okuyucuya görünüyor.

Yazar Özsoy’un eseri; bir kısmı az bilinen, bir kısmı da kıyısından köşesinden hayal-meyal hatırlanan olayların bal peteğinin altıgen kutucuklarına ustalıkla ve disiplinle yerleştirilmiş tarihî bilgileri ihtiva eden kovan gibidir.  Onlarca cilde zor sığdırılabilecek bilgilerin özü, meraklılarına binlerce kapıyı aralıyor.

Tasavvufî mesajlar kitabın bütününde ana temayı teşkil ediyor. Diğer taraftan tarihî şahsiyetlerin icraatı mercek altına alındığında, günümüzün yerli ve yabancı, seçilmiş ve tâyin edilmiş yöneticileri nasipleniyorlar: ‘Ekonomik ve sosyal düzen -adı ne olursa olsun- eğer toplumun mutluluğuna hizmet etmiyorsa, gelir dağılımındaki yozlaşmayı düzeltemiyorsa, belirli bir zümre, kamu kuruluşlarına ve özel kuruluşlara hâkim olmak suretiyle kendi öz milletini sıkıntılara uğratıyorsa, içerden ve dışardan bir başka zâlimin zuhuruna zemin hazırlıyor demektir. Bu çarpıklığın en belirgin alâmeti kültür değerlerini vurguncu bir malî güce feda etmektir ki bunu yapan kişi veya kişiler propaganda imkânları ile kendilerini ne kadar becerikli ve marifetli gösterirlerse göstersinler -ülkelerini iktisadî ve siyasî sömürgecilerin rahatça at oynatabileceği bir arena hâline getirmeleri sebebiyle- en büyük ihanetin temsilcileri olarak anıla geleceklerdir.’

Kitabının sayfalarına aldığı tahlillere bakılırsa yazar, tasavvuf ilmine vâkıf olduğu kadar sâdece tarihî bilgilere değil, tarih şuuruna da sahiptir.

Okuyucu zaman zaman; bozkırda, çölde ve de yakıcı sıcaklıkta uzun bir yolculuğa çıkmış kervanın bir pınar başında mola vermesi gibi, mistisizmin gölgesinde misafir ediliyor. İşte o duraklardan biri: ‘Yol ehli için hayatın kendisi bir yolculuk… Hakk’ın yolu, yürümekle değil, O’nun varlığında erimekle aşılır.’

Yorgunluğunuz geçinceye kadar durup tefekkür edebilirsiniz. Tefekkürden bunaldığınızda tekrar sayfalara dönüp yeni ufuklara açılmanız mümkündür.

Hülagü Han’ın Bağdt’ı işgal edip yakıp yıkmasının ardındaki gizli entrikaların anlatıldığı sayfalarda dedektif romanında olduğu gibi heyecan doruklara çıkar. Adrenalin ihtiyacı olanlara iyi gelir. Ve sonra Koca Yunus, Bizim Yunus devreye girer. Zulümden, kandan, işkenceden, katilden bunalan, küçük tansiyonu 12’ye, nabzı 150’ye çıkmış olanları, gönül sarayında ağırlar, sâkinleştirir. Ve sonra Pîr-i Türkistan Hoca Ahmed Yesevî ile karşılaşırsınız. Yeniden diriliş, öze dönüş sizi beklemektedir:

‘Söylendiğine göre Arslan Baba ashabın ileri gelenlerindendi. Dört yüz sene, başka bir söylentiye göre de yedi yüz yıl yaşamıştı. O’nun Türkistan’a gelerek Hoca Ahmed’e  yol gösterme görevini alması manevî bir işârete dayanıyordu.

Hazret-i Peygamber’in gazâlarından birinde ashabı kiram nasılsa aç kalarak O’nun huzuruna geldiler, biraz yiyecek dilediler. Duası üzerine Cibril-i Emîn, cennetten bir tabak hurma getirdi; fakat o hurmalardan bir tanesi yere düştü. Hazreti Cibril ‘Bu hurma sizin ümmetinizden Ahmed Yesevî adlı birinin kısmetidir.’ dedi. Her emânetin sâhibine verilmesi gerektiğinden Peygamber (sav) içlerinden birinin bu görevi almasını istedi. Ashaptan kimse cevap vermedi. O zaman bu Baba Arslan, Resulü Ekrem’in inâyeti ile bu işi üzerine alabileceğini söyledi. Bunun üzerine Hazreti Peygamber o hurma tânesini onun ağzına attı. Hemen hurma üzerinde bir perde zâhir oldu ve Hazreti Peygamber Arslan Babaya Sultan Ahmed Yesevî’yi nasıl bulacağını açıklayıp öğreterek O’nun terbiyesi ve yetişmesiyle uğraşmasını emretti. Peygamberin duası berekâtiyle Arslan Baba uzun yaşadı. Dört yüz yıl kadar sonra Türkistan’da Yesi şehrine geldi ve Ahmed’i mektebe giderken buldu. Çocuğa selâm verdi; çocuk selâmı iade ettikten sonra ‘Ey baba, emanetiniz hani ?’ diye sordu. Arslan Baba bu beklemediği sorudan şaşırdı. Adının Ahmed olduğunu öğrendikten sonra emâneti sâhibine teslim etti. Bu görevi yerine getiren Arslan Baba ertesi yıl orada hayata vedâ etti. Divan-ı Hikmet’te ‘Ruhları alanın onun canını da aldığı, hurilerin ipekten kefen biçtikleri, yetmiş bin meleğin ağlaya ağlaya gelip O’nu cennete götürdükleri ‘  yazılıdır.’

53. sayfada Koca Yunus çıkagelir. Ve menkıbeler, okuyucunun çevre ile alakasını kesip onu sayfalara, satırlara, cümlelere ve kelimelere bağlar. 60. Sayfada Türkistan Hoca’nın hayat hikâyesi başlıyor, 76. Sayfaya kadar devam ediyor. Burada nöbet tekrar Baha Veled ve Mevlanâ Celâleddin Hazretleri’nindir.

Ve sonra her biri, yekdiğerinden nurlu, hikmetli sözler:

*Bir şeyin bilinemeyeceğini bilmek, ‘onu biliyorum’ demekten çok daha üstün bir mertebedir.

*Mânevî ilim, üç şeyle elde ediler: Zikreden dil, şükreden gönül, sabreden ten.

*İlimsiz beden kuru bir kalıptır. Bu kuru ağacı yeşertmek için perhiz ve cehd gerekir.

*Züht erbabına mal cömertliği, cihat ehline ten cömertliği, âriflere gönül cömertliği yakışır.

*Hayatta alçak gönüllülükten daha iyi bir şey görmedim; elinizdekilerle yetinin.

*Eğer ölen kimse Allah’a kavuşmasaydı, Allah kimsenin ölümüne hükmetmez ve öldürülmesini meşru kılmazdı.

*   *   *

Bir sokakta çocuklar oyun oynuyorlardı. Mevlana’yı görünce koşup geldiler, elini öptüler. Onları sevdi, okşadı, gönüllerini aldı. Bir çocuk daha oyuna doymamış olmalı ki, uzaktan seslendi:

Mevlânâ! Dur, ben de geliyorum. Bekle beni!

Çocuk oyununu bitirinceye kadar bekledi. Sonunda o da geldi. Büyük insanla küçük çocuk karşılıklı el öptüler…

Duygularına hâkim olamayan bir insansanız, gözpınarlarınızı siliniz ve arkanıza yaslanıp, kaç yaşında olursanız olunuz, yaşadıklarınızı hızla geçen kareler hâlinde bir-iki dakika içinde tekrar yaşayınız ve yukarıdaki satırları tekrar okuyunuz. Hayatınızın sonraki bölümünde daha farklı bir insan olmayı kararlaştırdı iseniz, Özdemir Özsoy’un bu kitabı yazmaktaki niyazı kabul edilmiş demektir.

Gönül Dostları, elinize alacağınız değil, gönül köşkünüzde misâfir edeceğiniz bir kitap…

 

 

 

 

ÖZDEMİR ÖZSOY

1932 yılında Bursa’da doğdu. İlk ve ortaokul ile Liseyi Bursa’da okuduktan sonra 1954 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Elektrik Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. Almanya’da stajyer olarak çalıştı. İtalyan Hükümeti’nin bursu ile Torino’da araştırmalarda bulundu. Almanya’da İşletme Ekonomisi Enstitüsü’nde ve T.C. Devlet Planlama Teşkilatı’nda uzmanlık çalışmalarına katıldı.

Millî Güvenlik Akademisi’ni 1972 yılında birincilikle bitirdi.

Kamu hizmetinde TCDD Planlama Dairesi Başkanı ve Sanayi Bakanlığı İstanbul Bölge Müdürü olarak görev yaptı.

Özel sektörde Pancar Motor Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Müdür yardımcılığı, Dokusan Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği ve Murahhas üyeliği, Bursa’da ZİMAŞ firmasında Genel Koordinatörlük, YÖNAR Araştırma-Danışmanlık Firması’nda Genel Müdürlük yaptı.

Ortadoğu, Son Havadis, Tercüman gazetelerinde; Hedef, Devlet, Türkeli ve Ufuk Ötesi dergilerinde fıkra ve makaleleri yayımlandı.

 

 

DERKENAR:

 

Onur

 

‘Onur’un kurulu var, ödülü var, belgesi var. ‘Kim’ veya ‘ne’ bu onur? Onur kurulu,  ‘haysiyet divanı’ divanı yerine kullanılıyor.  O zaman ‘onur’, ‘haysiyet’ oluyor. Ama ‘haysiyet ödülü’ olmaz ki. Haysiyet esas olarak ‘değer’dir, ‘itibar’dır.

Ya ‘onursal üye’, ‘onursal başkan’ denildiğinde ne oluyor? ‘Onur’da iftihar, övünme anlamı yok. Fakat ‘onursal’da var. Fahrî üye yerine ‘onursal üye’, fahrî başkan yerine ‘onursal başkan’ deniliyor. Böylece aslî üye olmayan bir üyeden, vazife başındaki başkandan ayrı bir başkandan söz ediliyor. Millî Eğitim’in Orta ‘Öğretim Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği’ öğrencilerin ödüllendirilmesi yanında cezalandırılmalarını da düzenliyor. Bu yönetmeliğe göre öğrenciler, ‘onur kurulu’ tarafman hem ‘onur ödülü’ ile ödüllendiriyor, hem de muhtelif cezalara çarptırılıyor. Ödül veren heyetle ceza veren heyetin aynı olması pek alışılmış değil. Yani, karışıklık burada da devam ediyor.

Sözün, kelimelerin yalama olduğu bir devirde yaşıyoruz. Kullandığımız kelime sayısı gitgide azalıyor, bunlara yüklediğimiz anlamlar ise habire çoğalıyor. Kelimelerin anlam alanları belirsizleşiyor, mâna kaybı yaygınlaşıyor. Zengin dilimizin verimli toprağı günden güne kayboluyor.

Bu konudaki örnek kelimelerden biri ‘onur’dur. Ne hikmetse bu kelime Fransızcadaki ‘honneur’a benziyor! Aslında benziyor filan değil, düpedüz ondan aparılmış bir kelime. Haysiyet, şeref, vakar gibi kelimeler varken, ‘honneur’dan aparma ‘onur’ yenilir yutulur gibi değil. Haysiyetimizi yitirdik. Şerefimiz yok hükmünde. İzzetinefsimiz ayaklar altında. Vakarımızı çoktan kaybettik. Bu kelimeler kullanımdan düştü, anlamlar kayboldu.

Onursuz musunuz, haysiyetsiz mi? Geldik sözün sonuna. Onur kelimesini halk nezdinde sınamayı teklif ediyorum. Birine ‘onursuz’ deyin, suratınıza bel bel bakacak ve ‘git işine’ diyecek! Bir de ‘şerefsiz’ veya ‘haysiyetsiz’ deyin bakalım…

Şimdi kelimeleri yerli yerinde kullanma ve anlamları netleştirme zamanı. Medeniyet dili nedir? Sorusunun cevabını ya şimdi vereceğiz, ya da hiçbir zaman!

(D. MEHMET DOĞAN. Derin Tarih Dergisi. Sayı: 44, Sayfa: 18)

 

 

 

KUŞBAKIŞI:

Gaspıralı İsmail Bey’den Atatürk’e TÜRK DÜNYASINDA DİL VE KÜLTÜR BİRLİĞİ:

Gaspıralı İsmail Bey, Türklerin ve İslam âleminin geri kalış sebeplerinin başında cehâletin geldiğine inanan büyük fikir adamlarımızdan biri idi. Rus işgaline uğrayan Türk ülkelerinde yaptığı ve ‘Usul-i Cedid ‘ adını verdiği eğitim reformu ile Türklerin İslam’dan ayrılmadan modern bir eğitim görerek başarılı olabileceklerini ispat etmişti. O’nun çalışmaları ve başarıları yalnız eğitim sahasıyla sınırlı kalmıyordu. O, iyi eğitim görerek muasır medeniyet seviyesine hızla ilerleyen Türklerin, ‘Dilde, Fikirde İşte Birlik ‘ ifâdesiyle özetlediği birleşmenin de zaruretine de inanıyordu. Aksi takdirde, dil ve kültür alanında birleşemeyen Türk topluluklarının bir millet hâline gelemeyeceğini ve arzu edilen başarıyı elde edemeyeceğini söylüyordu. Ancak o zaman siyasî ve iktisadî alanlarda istedikleri konuma gelebileceklerine inanıyordu. Türkiye Türkçesi’nin örnek alınarak mutlaka dil birliğinin sağlanması gerektiğini belirten Gaspıralı, bunu yaparken diğer Türk lehçelerinin de unutulmamasını söylemiştir.

Prof. Dr. Mehmet Saray istiklalini kazanan yeni Türk cumhuriyetleri ile kültürel muhtariyeti olan Türk toplulukları arasında, 20 yılda başarı sağlanamayan dil ve kültür birliği çalışmalarına yeni bir şekil vermek maksadıyla hazırladığı Türk Dünyasında Dil ve Kültür Birliği isimli eserinde, belirlenen bu hedefe ulaşmayı sağlayacak proje sunuyor.

Eserin 140-171. Sayfalarında Gaspıralı İsmail Bey’in yazılarından seçmeler ile hakkında yazılan makalelere yer veriliyor.

TÜRK DİL KURUMU

Atatürk Bulvarı Nu: 217 Kavaklıdere, Ankara. Telefon: 0.312-428 61 00 Belgegeçer: 0.312-428 52 88

e-mektup: iletisim@tdk.org.tr intermet: www.tdk.org.tr

 

ÇEVGEN:

Köksal Alver, edebiyat sosyolojisi hakkında yazdığı kitaplarla birlikte hikâye kitaplarıyla da edebiyat dünyamızda adından söz ettiren bir yazar. Yazarın ‘Çevgen‘ adlı hikâye kitabı, 2015 yılında, 12 X 19,5 santim ölçülerinde 128 sayfa olarak yayınlandı.

Yazar, Çevgen isimli eserinde insanı hayata dâvet ediyor. Fakat bildiğimiz hayata, bize sunulan, bize dayatılan hayata değil, tabiatımızda bulunan hayata. Bu dâveti bâzı hikâyelerinde bir kaos evreni kurarak yapıyor. Bâzı hikâyelerinde ise kaosun, kavganın arasından beliren bir teferruata dikkat çekerek dâvet ediyor. Dikkat çekilen teferruat; büyük büyük sözlerin, ciddî problemlerin, memleket meselelerinin, ideolojilerin, akımların, kör siyasetin, gücün ve iktidarın silindir gibi ezip geçtiği, un ufak ettiği teferruattır. Mesela, mevsimlerin akışındaki esrar… Mesela yağmurun salkımsöğüdün yapraklarından toprağa inişi…

İZ YAYINCILIK:

Çatalçeşme Sokağı Nu: 27/2 Cağaloğlu 34110 Eminönü, İstanbul. Telefon: 0.212-520 72 10

Belgegeçer: 0.212-511 57 91 e-posta: bilgi@iz.com.tr //  www.iz.com.tr

Bir Osmanlı Akıncı Beyi: GAZİ EVRENOS BEY:

Yazar Ayşegül Kılıç; Gazi Evrenos Bey’in, muamma dolu kuruluş yılları Osmanlı tarihinin en önemli figürlerinden biri olduğunu söylüyor. Öyle ki, onun başarıları adeta bir hanedan gibi neslinin günümüze kadar varlığını koruyabilmesini sağlamıştır. Bir Osmanlı Akıncı Beyi olarak, Osmanlı Devleti’nin Balkanlara geçiş ve yerleşme sürecinde tarih sahnesine çıkmış, bâzen sultanların ondan çekinmesine sebep olan başarılarıyla Balkan fatihi yakıştırmasını hak etmiştir. Ancak, Evrenos Bey’in hayatı ve faaliyetleri de kuruluş yıllarının tarihi kadar bilinmeyenlerle doludur.

Gazi Evrenos Bey isimli kitap, yüz yılı aşkın bir süredir merak konusu olan Evrenos Bey’in etnik kökenini ve tarih sahnesine çıktığı bölgeyi, Osmanlı arşivinde bulunan bir belgeyle aydınlatıyor.

Eser, Evrenos Bey’in bir akıncı beyi olarak çalışmalarını gün ışığına çıkarırken, Balkanlar’ın Türkleşmesi ve İslamlaşmasıyla bölgede Osmanlı şehirlerinin kurulmasındaki rolünü teferruatlı bir şekilde, akıcı bir üslupla anlatıyor. Evrenos Bey üzerine bu ilk ayrıntılı çalışma, sadece uzmanların değil, tarihe meraklı herkesin ilgiyle okuyacağı bir eser.

16 X 23 santim ölçülerinde 240 sayfalık kitap 2014 yılında yayınlandı.

 

İTHAKİ YAYINLARI:

Bahariye Caddesi, İhsan Ünlüer Sokağı Nu: 16 Ersoy Apartmanı A Blok, Kat: 3 Nu: 15 Kadıköy, İstanbul.

Telefon: 0.216-348 36 97 Belgegeçer: 0.216-449 98 34 www.ithaki.com.tr e-posta: info@ithaki.com.tr

 

KISA KISA… KISA KISA…

1-NÂDİR ŞAH-I AVŞAR: M. R. Arunova – K. Z. Eşrefyan. Tercüme: Nergize Turaeva.  Selenge Yayınları.

2-OSMANLI GALATASI 1453-1600: Kerim Ülker Bulunur / Bilge Kültür Sanat Yayınları.

3-ÇÖLÜN KIZI: Georgine Howel. Tercüme: Artun Değirmenci. Tarih ve Kuram Yayınları.

4- KOVULMUŞLARIN EVİ: Ali Ayçil. Timaş Yayınları.

5-TÜRK DÜĞÜNÜ: Emir Kalkan / Ötüken Neşriyat.

 

 

Önceki İçerikDoğa Yürüyüşlerimiz ve “Pusula Plus”
Sonraki İçerikUnuttuğumuz Değerlerimizden “Halı Dokuma”
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.