Göktürk Devleti’nde Yönetim Düşüncesi Prof. Dr. Feyzullah Eroğlu Anlatıyor.

145

Oğuz Çetinoğlu: Adında ‘Türk’ ismi
bulunan ilk Türk Devleti Göktürk İmparatorluğu (552-744), devamı olan Uygur
Kağanlığı (744-840) ve Oğuz Yabguluğu (750-1055) hesaba katılırsa 533 yıl hüküm
süren bir cihan devletidir. Hânedan değişikliği olsa bile o günün şartları içerisinde
çok uzun bir süre hüküm sürmüştür. Osmanlı Cihan Devleti’ne kadar 533 yıl hüküm
süren başka bir devletimiz yok. Bu kadar uzun süre devam edebilmesi, yönetim
mahâreti olsa gerek. Bu mahâret hangi esaslara dayanılarak gerçekleştirilmiş?

Prof. Dr. Feyzullah Eroğlu: Göktürk Kitâbelerine göre, Türk yönetim
düşüncesinin dört temel ilkeye dayandığı anlaşılmaktadır. Bu ilkelerden
birincisi: ‘Kut ve Töre inancı’; ikincisi: ‘bilgelik; üçüncüsü: ‘Kurultay-Kengeş’;
dördüncüsü ise: ‘Direnme’ hakkıdır.

Çetinoğlu: Konunun uzağında
olanlar için bunların açıklamalarını lütfeder misiniz?

Prof. Eroğlu: ‘Kut ve Töre’ ile başlayalım: Yöneticinin halk
üzerindeki yönetim otoritesinin kaynağını ve meşruiyetini sağlayan ‘Kut’
inancıdır. Herhangi bir kişinin Türk Milletine yönetici olmayı hak etmesi için
Tanrı’nın ‘Kut’ vermesi gerekir. Yönetici olan kişi, kendisinin Tanrı’dan ‘Kut’
aldığına inanır. Türk Milleti de o kişinin Tanrı’dan ‘Kut’ almış olduğunu kabul
eder. ‘Kut’ sâhibi olduğuna inanan ve millet tarafından ‘Kut’ almış olduğuna
inanılan yönetici, milletin problemlerini başarıyla çözmek ve yönetimi ile toplumu
memnun etmek durumundadır. ‘Kut’ kazanmak Türk yönetim felsefesinde ve
geleneğinde açık bir yönetici niteliği olarak öne çıkmaktadır. Başarılı
olamayan hakan ‘Kut’ unu kaybetmiş sayılır ve yönetimden uzaklaştırılmak için
çâreler aranır. Yönetim sisteminin en üst görevlerini üstlenmiş olan kişiler
de, Tanrı iradesinin takdirine bağlı olarak bu görevlere geldiklerine ve bu
yüzden başarılı olduklarına inanmışlardır.

Çetinoğlu: Kut kelimesini lügat
mânâsı hakkında neler söylenebilir?

Prof. Eroğlu: Kut, sözlükte farklı mânâları barındırmakta olan bir
kelimedir. Köken olarak Eski Türklerden gelmektedir. İlk ve bilinen anlamı Eski
Türklerde ülkeyi yönetme yetkisinin hükümdar ve ailesine âit olması geleneği
olarak kabul edilmektedir. Ayrıca kelime anlamı olarak mut ve mutluluk
anlamlarına gelmektedir.

Kut, bir diğer mânâsıyla ülke
yönetiminde sâhip olunan güç, liderlik, yaratıcılık ve yetenek demektir. Saadet
baht ve bahtiyarlık mânâsına da gelmektedir. Yetkilerin Tanrı tarafından
verilmiş olması hem adaleti sağlama noktasında itici bir mekanizma oluşturmakta
hem de hükümdarı saygıya lâyık bir insan konumuna eriştirmektedir.

Çetinoğlu:
‘Kut’ ile birlikte kullandığınız ‘Töre’ kelimesi hakkında da bilgi lütfeder
misiniz?

Prof.
Eroğlu:
Tanrıdan, Türkleri yönetme hakkı olarak ‘Kut’ almış olan
Hakan-yöneticinin, devletin temel düzenini sağlamada kullanacağı temel unsur
‘Töredir’. ‘Töre’, yönetim ilişkilerinde herkesin uyması mecbûrî olan olan
değerler bütünü olarak, yönetime dair hukuku ve ahlâkı içine alan bir yönetim
ilkesidir. Sosyal düzenin sağlanması noktasından bakıldığı zaman ‘Töre’,
yöneticilerin herkesin sâhip olduğu özel veya genel hakları korumaya özen
göstermeleri ile her türlü karar ve eylemlerinde ‘Adâlet’ ilkesi çerçevesinde
hareket etmeleridir. Eğer, Hakan-yönetici, toplumu ve devleti yönetirken
‘Adâlet’ ilkesi dışına çıkarsa, vatandaşların – halkın haklarını çiğnerse, o
zaman ‘Töreyi’ de bozmuş ve çiğnemiş olur. ‘Töreyi’ çiğneyen yönetici,
meşruluğunu kaybetmiş sayılır. O zaman da ‘Töreyi’ bozan ve meşruluğunu
kaybeden yönetime halkın isyan ve direnme hakkı doğar.

Çetinoğlu: İkinci prensibe
gelince…

Prof. Eroğlu: Türk yönetim düşüncesinin ikinci önemli ilkesi,
Türklere yöneticilik yapacak olan Hakan-yöneticiden başlayarak, yetki ve
sorumluluk üstlenmiş her seviyedeki yöneticinin, bulunduğu mevkii ve makam için
liyâkat ve ehliyete sâhip olmasıdır. Eski Türklerde, her ferdin sosyal
statüsünü özellikle kendi çabasının sonucunda elde etmesi gerektiğine dâir bir
sosyal düzen hâkimdi. Kağan çocukları arasında bile, yaşça büyük veya küçük
olmasına bakılmaksızın, bilgelikte, yiğitlik ve cesârette kim daha üstün
durumda ise o kağanlığa getirilmek üzere seçilirdi. İkinci Göktürk devletinin
kuruluşunda ve yönetiminde çok büyük bir rol model olan Tonyukuk, yönetim
sisteminde yer alacak kişilerin taşımaları gereken nitelikleri şu şekilde
sıralamaktadır:

Yönetici olan kişi, akıllı,
bilgili, cesur, savaşçı, tecrübeli, kendinden emin ve o zamanların en çetin
rakibi sayılan Çin’i ve Çinlileri çok iyi tanıyan bir şahsiyet olmalıdır. Sencer
Divitçioğlu, ‘Kök Türkler’ adlı Göktürk toplumunu incelediği eserinde, R. Dankoff’un
13. yüzyıldan önceki   Türklerde ‘hükümdarlık bilgeliği geleneğini
incelerken, ‘İç Asya Türkleri arasında güçlü bir yerli bilgelik geleneği’
bulunduğuna dâir ilmî tespit ve bulgusuna atıf yapmıştır. Türk Milletini
yücelten, milletin iktidarını pekiştiren ve milletin hükümranlık alanını
genişleten, bütün yöneticiler bilgelik niteliğine sâhip olmalılardır. Başka bir
ifade ile hakan-yöneticiler, bilge hakan, vezir, hakan-yönetici eşleri,
il-bilge hatun, hâkimler bulundukları mevkii ve makamın gerektirdiği liyâkat ve
ehliyeti temsil etmiş olurlar.  İş
başında bilge yöneticiler olmadığı hallerde ise sosyal felâketlerin ve
dağınıklığın olması kaçınılmazdır. ‘Buyruk’ adı verilen sıradan memurlar da (ki
bunların görevleri, kurultaylarda alınan kararları üst düzey yöneticilerin
denetiminde hayata geçirmek olan uygulayıcılardır), liyâkat ve tecrübe
kıstasına göre tâyin edilirdi. Yönetim kadrolarını dolduran kişilerin, öncelikle
‘akıllı’, ‘bilge’ ve ‘cesur’ olmaları, yâni yöneticilerin kaliteli olmaları,
bir anlamda üstlendikleri görev ve sorumlulukları lâyıkıyla yerine getirmeleri
anlamına gelmektedir. Devletin kuruluşu, işleyişi ve çöküşü ile ilgili çok
sayıda etken söz konusu olsa bile, esas belirleyici etken, başta hakan-yönetici
olmak üzere diğer yöneticilerin kalitesidir. İyi hakan-yöneticiler, devleti
kurup düzeni sağlarken; kötü hakan-yöneticiler, düzeni bozmuş ve devletin
çöküşüne sebep olmuşlardır. Göktürk Kitabelerinde Bilge Kağan, özellikle
Birinci Göktürk devletinin yönetici kadrolarını göz önüne alarak, ‘kardeşler
ağabeyleri gibi, oğullar babaları gibi yaratılmadıklarından, akılsız kağanlar
işbaşına gelmiş, yardımcı olarak da akılsız komutanlar seçtiklerinden, düzenin
bozulmasına sebep olmuşlardır’ demek suretiyle târihî bir şikâyete işâret
etmektedir. Bu konuda, Kül Tigin ile Tonyukuk 
da başında bilgisiz ve beceriksiz kağan ve beylerin bulunduğu
toplumların başının birçok felâketlerle belâda olduğunu’ çok ciddî bir şekilde
ikaz ederler. Bu bağlamda, Göktürk devleti üzerinden Türk yönetim düşüncesinde,
devleti yönetme mevkii ve makamında bulunmanın, böyle bir şansa sâhip olmaktan
veya belirli bir hanedana mensup olmaktan kaynaklanmayıp, büyük ölçüde
kağanların ve yöneticilerin liyakat ve ehliyetleriyle ilgili bir nitelik olduğu
çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Göktürklerin târihinde, özellikle önemli
görev ve makamlara, bu yerleri temsil etme kabiliyetine sâhip olan ve bunu da
bir şekilde ispat etmiş bulunan kişilerin gelebileceğine dâir birçok örnek
mevcuttur. Göktürklerde, bir kağan veya bey öldüğünde, oğlu ‘devlet veya boy
yönetiminde yeterli değilse’, sâdece kağan babasının veya bey babasının oğlu
olduğu için onun yerine geçme hakkı yoktu. Böyle bir durumda, kurultay denilen
meclis veya ‘toy’ toplanır, toplumu yönetmeye dâir bilgeliği ve yeterliliği
bulunan yeni bir kağan veya bey seçerdi. Meselâ, M.S. 581’de Çinlilerin
Ta-lo-pien adını verdiği Göktürk prensinin kağanlık sırası gelmesi ve devlet
adamlarının onu tahta geçirmek istemesine rağmen, Ta-lo-pien’in annesinin Çinli
olması ve özellikle de millet tarafından yönetici olma vasfının zayıf
görülmesinden dolayı kağanlığa kabul edilmedi. Bunun üzerine, töreye uygun
olarak, Göktürk soyundan gelen Taspar’ın oğlu An-lo kağan olarak kabul edildi.
Ancak, devlet meclisi tekrar toplanarak, An-lo’nun beklenildiği gibi
yöneticilik sorumluluklarını yerine getirememesi ve ülkede tam kontrolü
sağlayamaması yüzünden, mevcut dört kağan oğlu içinden en bilge, cesur ve
kahraman olduğu takdir edilen She-tu ittifak hâlinde tahta çıkarıldı. Kağan olduktan
sonra She-tu, ‘İl Küllüg Şad Baga
Işbara Kağan’ unvanını aldı. Işbara, yalnızca dört kardeş içerisinde en büyük
olduğu için değil, ama kardeşleri arasında en ‘bilge’, en ‘akıllı’ ve en
‘yiğit’ olduğu için kurultay tarafından kağan seçilmiş olması sebebiyle bütün
boyların kalbini kazanmış ve halk tarafından çok sevilmiştir.

Çetinoğlu: Üçüncü ilke:
‘Kurultay’ demiştiniz.

Prof. Eroğlu: Göktürk kitabeleri ışığı altında ortaya konulan Türk
yönetim düşüncesinin üçüncü önemli ilkesi, ‘Kurultaydır’. Kurultay, Mete’nin
(Mo-Tun, M.Ö. 209-174?) zamanından itibâren devletin ve toplumun temel davranış
kalıplarından biri olmuştur. Kurultay, önceleri büyük ölçüde dini tören,
bayram, toplu yemek ve şölenler, dağıtmalı toylar ve benzeri gibi sosyal
yardımlaşma ve dayanışma geleneği olarak başlamış olmasına karşılık, giderek
devlet yöneticilerinin ve toplumun ileri gelenlerinin (mesela eli silah tutan
ya da üretken olanların) katıldığı bir yönetim mekanizmasına dönüşmüştür. Daha
sonradan, Divân-ı Lügâti-t Türk’de ‘kengeş’ olarak geçen bu kurum, önemli
devlet ve toplum problemlerinin tartışıldığı, görüşüldüğü, danışıldığı ve
düşünüldüğü bir kurum hâline gelmiştir. Kurultaylarda, özellikle toplumun
çoğunluğunu kapsayan, çok yönlü ve etkileri çok geniş bir kesimi ilgilendiren
meseleler tartışılır ve toplumun büyük ölçüde kabul ettiği kararlar alınır.
Meselâ, Göktürklerin kudretli kağanı Bilge Kağan, Türk illerindeki şehirlerin
etrafının, tıpkı Çin şehirlerinde olduğu gibi, surlarla çevrilmesi ve Budizm
ile Taoizm inançlarının ülkede yayılmasının teşvik edilmesi önerilerini böyle
bir kurultay toplayarak toplumun tartışmasına imkân vermiştir. Göktürklerin
veziri Tonyukuk’un bu önerilere, Türklerin az bir nüfusla çok kalabalık
Çinlilere karşı mücâdele etmesinde ve onlarla baş etmesinde çok büyük bir rol
oynayan hareketlilik ve atılganlık gibi sosyal özelliklerinin kaybolacağı
şeklindeki uyarıları, kurultayda millet tarafından büyük bir destek görmüş ve
Bilge Kağan’ın teklifi reddedilmiştir. Göktürk yönetim düşüncesinin bu
kendisine has meclis uygulaması, kendi çağının hiçbir devlet ve topluluğunda görülmemiştir.  Aslında, kurultay ve kengeş kurumunun,  birçok Türk topluluğunda değişik adlarla
varlığını devam ettirmiş olmasına karşılık, en görkemli zamanının İkinci
Göktürkler devrinde yaşandığı anlaşılmaktadır. (Daha sonraki zamanlarda,
Divân-ı Lügâti-t Türk’de, “Kengeşlik biligartamas’ yâni ‘Danışıklı iş bozulmaz’
şeklinde veciz bir söz veya bir ‘atasözü’ şeklinde ana prensip hâline gelen bu
yaklaşımın, Türklerin Orta-Doğu kültürlerinin etkisiyle yavaş yavaş, önce
yönetim kademelerinden, daha sonrada Türklerin millet hayatından çıkmaya
başladığı görülmektedir).

Çetinoğlu: Son prensibe geldik
zannederim.

Prof. Eroğlu: Evet. Türk yönetim düşüncesinin dördüncü temel
ilkesi, yönetici kadroların meşruiyetini kaybetmesi hâlinde yönetilenlerin
direnme ahlâkına bağlı olarak başkaldırma hakkını kullanmalarıdır. Yönetici
mevkii ve makamında bulunan kağanın, beylerin veya memurların, kendi konum ve
görevlerini büyük ölçüde hak etmiş kişiler oldukları varsayılmış ve sırf bu
yüzden yönetim kadrolarında yer almışlardır. Buna karşılık, görev başında ve
uygulamada, yönetici mevkii ve makamında bulunan kişiler, bulundukları yerin ve
görevin hakkını veremez, bu görev kapsamındaki sorunları çözemez veya görevini
kötüye kullanarak kendine menfaat sağlamaya tenezzül eder ve halka haksız yere
sert davranırsa, o zaman yönetmeye dâir meşruiyetlerini kaybetmiş sayılırlar.
Yönetim meşruiyetlerini kaybetmiş olan yöneticiler, büyük ölçüde halka kötü
davranarak, hem insan haklarını ihlal etmekteler, hem de devletin ve toplumun
geleceğini tehlikeye sokmuş olmaktadırlar. Böyle bir durumda, yönetici
kadroların, ‘töreye’ yâni ‘hukûkî ve ahlâkî ilkelere’ uymamaları, yönetmeye dâir
kapasitelerinin yetersizliği ile kendi başlarına buyruk olmaları gibi
sebeplerden dolayı büyük ölçüde halkın saygısını ve güvenini kaybetmeleri
kaçınılmaz bir sonuçtur.  Halkı kötü
yöneten ve sert davranan, böyle olmaktan dolayı devletin ve toplumun
devamlılığını tehlikeye sokan kağan ve yöneticilere karşı, toylar müdahale
ederek durumu düzeltici tedbirler almazsa, derhal halk bizzat devreye girmek
suretiyle yönetimi değiştirmek için harekete geçerdi. Bir atasözü hâline gelen
‘il mi yaman, bey mi yaman’ söylemi, eski Türklerdeki hâkimiyet bilincinin ne
kadar yüksek olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bu özdeyiş, eski Türklerde hâkimiyetin
hakîki kaynağının, kağan veya diğer yöneticilerde değil de, ‘il’de yani halkta
olduğunu da göstermektedir. Meselâ, bu konuda ilgi çekici örneklerden biri de,
Kapagan Kağanın öldürülmesi olayıdır. Şöyle ki, kağan olduktan sonra,  ‘devlet kurucusu’ ve ‘devlet düzenleyicisi’  anlamına gelen İlteriş unvanını alan İkinci Göktürk
Devleti’nin kurucusu Kutluk Bey’in (yani İlteriş Kağanın) kardeşi Kapagan,
yöneticilik nitelikleri bakımından ağabeyi kadar başarılı ve uzun görüşlü
değildi. Kapagan kağanın, özellikle batıdaki Türklere karşı güttüğü sert ve
katı yönetim tarzı, bu Türk topluluklarını, Çin politikalarının kucağına doğru
itmişti. Kapagan kağan, halkın bir kısmına kötü davrandığı ve toyların da bu
duruma müdâhale etmemesi yüzünden Bayırku boyu tarafından öldürülmüştür. Yine, Göktürk
kağanlarından İnel, 8. yüzyıl başında, millete karşı görevlerini yeterince
yerine getirmediği için tahttan indirilmiştir. Netice itibariyle Göktürklerde,
toplumun nasıl yönetilmesi gerektiği konusundaki yüksek bir yönetim bilincinin
harekete geçirdiği direnme ahlâkı sonucunda, yetersiz ve başarısız olarak
algılanan yönetime karşı halkın açık ve somut bir şekilde başkaldırma eylemine
başvurdukları görülmektedir.

Göktürk kitabelerinde ortaya
konulan veriler ışığı altında tespit edilen bu dört temel ilkenin, ilk üçü  (kut-töre/adalet, bilgelik ve liyakat,
kurultay-danışma) Türkleri yönetme mevkii ve konumunda olan kağan ve diğer
yönetici kadroların taşıması gereken, âdetâ olmazsa olmaz niteliğindeki
yönetici nitelikleri ve şartlarıdır. 
Buna karşılık, dördüncü ilke ise (yâni direnme ahlâkı ve başkaldırma
hakkı) yönetilen halk tabakası olarak bütün Türk Milletinin taşıması gereken
niteliklerdir.

Göktürkler zamanında Türk yönetim
düşüncesi, yönetim ilişkilerini sâdece tek taraflı bir bakış açısıyla değil de,
hem yönetici kadrolar, hem de halkın ortak sorumluluğu çerçevesinde
değerlendirmek suretiyle günümüzdeki modern yönetim ve organizasyon
yaklaşımlarına çok büyük bir katkı yapmış olmaktadır.

 

Prof. Dr. FEYZULLAH
EROĞLU

1955 yılında Osmaniye’nin Hasanbeyli ilçesine bağlı
Çolaklı Köyü’nde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Kahramanmaraş’ta tamamladı.
1978 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu.

1980’de Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne Sevk
ve İdare Asistanı olarak göreve başladı. 1984 yılında
d
oktorasını tamamlayıp 1989 yılında Yönetim ve Organizasyon
Anabilim Dalı’nda Doçent oldu. 1995 yılında Pamukkale Üniversitesi İktisâdî
ve İdârî Bilimler Fakültesi İşletme Bölümüne Profesör olarak tâyin edildi. Hâlen
aynı fakültede öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam etmektedir.

Yönetim ve organizasyon sahasında
d
aha çok yönetici davranışları, yönetim ve kültür
etkileşimi ile toplu davranış konularında çok sayıda makaleleri
bulunmaktadır.   

Önceki İçerikAvrupa Türkleri…
Sonraki İçerikKıbrıs Milli Davamız Ve Geçip Giden Zaman!
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.