Füze kalkanı konusunda anlaşmaya varılması ve bu konudaki tartışmalar Türkiye’nin ne ölçüde bağımsız ve hükümranlık haklarını kullanabilir olduğunu ortaya çıkarmıştır. ABD, NATO’yu öne sürerek istediklerini yaptırmakta ve ülkeleri kullanmaktadır. Özellikle tek kutuplu ve tek patronlu yenidünya düzeninde küresel gücün etkisi daha artmış ve genişlemiştir. Bütün bunlara rağmen, bazı ülkeler milli çıkarları doğrultusunda ısrarcı olmuşlar; meselâ, Polonya ile Çek Cumhuriyeti, konmak istenen bu sisteme büyük tepki göstermiş, nükleer serpinti tehlikesi yaratacağından reddetmişlerdir. Her zaman olduğu gibi sorun çözmede Türkiye’nin tepesine binilmiştir.
Füze kalkanı sisteminin kime karşı olduğu anlaşmada ifade edilmemekle birlikte; bunun İran’ı hedef alacağı kör ve sağır olan herkes tarafından anlaşılmaktadır. İran’ın atacağı nükleer başlıklı füzeler varsayımı, İsrail’in korunmasını gerektirmiştir. İsrail’in NATO üyesi olmaması, onun korunmamasını gerektirmez! İsrail, ABD’nin en önemli müttefikidir. Bundan dolayı Türkiye, İsrail ile ilişkilerini iyileştirmeye zorlanmaktadır. Bu sistemin hedeflerinden biri de, İslâm ülkelerini birbirine düşürmek, krizler yaratarak ve bunları sürdürerek Ortadoğu’da sürekli kalabilmektir.
Ancak, bizim asıl anlamakta güçlük çektiğimiz; Türkiye’nin NATO’nun “acil servisi” veya “nöbetçi eczanesi” konumundan bir türlü kurtulamamasıdır. Bazıları ise; NATO’nun narkozcusu olduğumuzu ileri sürüyor. NATO’da bizi alkışlayan sözde dostlarımız, diğer milletlerarası kuruluşlarda aynı yakınlığı göstermiyor. Bir ara Türkiye’den bahsedilirken, “En iyi ihraç ürünü askeridir” denmişti.
Ülkenin itibarı ve tesirliliği hep tartışılır olmuştur. Süleymaniye’de başınıza çuval geçirenlere karşı tepki göstermez; “Büyük devletler özür dilemez” derseniz; uluslararası ilişkilerde size basit bir garson muamelesi yapılır. Bazılarımızın hoşuna giden “one minute” ve benzeri çıkışlardan sonra tam ters davranışlar izledik. Füze kalkanı tartışmalarında da istediklerini yaptık; ama biz yine “istediğimizi aldık” deyiverdik.
NATO konusu hep sorgulanmıştır. Bugün Soğuk Harp dönemlerindeki konumundan çok farklı bir NATO var. Sovyetler’in ve komünizmin hedef olmaktan çıkması, bugünkü Rusya’nın NATO üyeliğinin bile tartışılması gözden kaçmıyor. Bugünkü NATO, üyelerinin çıkarından çok ABD’nin çıkarlarına kilitlenmiştir. Bugünkü düşman; önü açılmış milli devletler ve güçlenebilecek olan İslâm hedefidir. Bundan dolayı tefrika yaratmak, farklı İslâmları piyasaya sürmek, tartıştırmak, süper gücün çıkarınadır.
Değişen NATO gerçeğine karşı belki bazı sağcılar değil; ama Türk Milliyetçileri daima dikkatli olmuş; bu konudaki tartışmaları, aşırı solun reddettiği, günümüzde yükselen değerler haline gelen milli çıkar ve milliyetçilik ekseninde düşünmüşlerdir.
Farklı tonlarıyla aşırı sol ideolojiye bağlanmış olanlar, genelde bir zamanların devrimci merkezi olan Sovyetler Birliği ve onun çıkarları açısından NATO ve ABD konusuna eğilmişlerdir. Bu süper gücün çığırtkanlığını yapanlar, dün emperyalizmlerden birini tercih ederek konuya yaklaşmışlardı. Bizler ise; her iki emperyalizmi de reddederek Türkiye ve Türk Dünyası açısından konuya eğildik. Günümüzde, küreselleşmeye bakış da buna benzer şekilde farklıdır. Biz küreselleşmenin önü açılmış milli devletler için doğurduğu kuşatmayı, sadece teorik olarak yaşanması ve aşılması gereken bir kapitalizm aşamasına bağlamadık. Küreselleşmeye sadece kapitalizm karşıtlığından, sınıfçı ve sınıf çatışmasını esas alan, evrenselci, beynelmilelci bir yandan bakmadık ve bakmıyoruz.
Bazı etnik ırkçı belediye başkanlarının vatandaşı oldukları ülkeye karşı yaptıkları küstahlıkları ve yasa çiğnemelerini, milli kimliği reddeden malum partili milletvekillerini gördükçe; bazı generallerin açığa alınmasını doğrusu yadırgıyoruz. Nedense kamplaşmaları sürdürmeyi demokratikleşme zannediyoruz. Milli kimliğin ne olduğunu fark edemeyen, kimlik enflasyonuna talip olup etniklikle milliyeti kasıtlı olarak birbirine karıştıranlar, “Andımız” olarak her gün tekrarlanan metinle uğraşıyorlar. Burada Türklük bir üstünlük olarak vurgulanıyormuş. Peki bunu aşağılamak, bazı bakanların görevi mi oldu?