Futbol Endüstrisi

90

Peşinen belirteyim ki bu satırların yazarı futbol düşmanı değildir. Bilakis, bir yerde İspanya veya İngiltere liginden bir maça tesadüf etse oturup keyifle izleyen bir futbol düşkünüdür. Ayrıca kendisini “eski” Galatasaraylı olarak adlandırır. “Eski” diyorum çünkü bu satırların yazarının o temiz Galatasaraylılığı, Ali Sami Yen Stadı’yla birlikte yıkılıp o stadın molozları altında kalmıştır.

Futbol, sadece ülkemizde değil bütün dünyada kendisine oldukça büyük anlamlar yüklenen bir spor. Sebebini bilmiyorum. Binlerce sene önce arenalarda gladyatörleri izleyen insanlara o çılgınca izleme iştahı veren şey neyse, bugün adına yine “Bilmem ne Arena” adı verilen statlarda kendinden geçercesine maç izleyen insanlara o izleme iştahını veren şey aynı olsa gerek. Belki de Salazar’ın mutsuz insanları mutlu ederek kontrol altında tutma formülünü izah ettiği Fado-Futbol-Fiesta (Fatima) üçlemesiyle alakalıdır. Ama sebebi ne olursa olsun, bugün futbol takımlarına gönül veren insanların taraftar dernekleri veya gayri resmi taraftar toplulukları meydana getirip bir çeşit cemaat yapısına büründükleri bir gerçek. “Fenerbahçe Türkiye’dir”, “Galatasaray Avrupa’ya bakan yüzümüzdür”, “Beşiktaş her şeyimizdir” gibi saçma sapan mottoların, insanlar tarafından ciddi şekilde kabul gördüğünü ve taraftarların bu tip mottolarla klüplerine aidiyet hislerini artırdıklarını müşahade ediyoruz.

Futbol devasa bir endüstri. Ancak biz Türklerin bu endüstriyi doğru dürüst işletemediğimiz ve sürekli olarak devlet desteğine ihtiyaç duyduğumuz bir gerçek. Devletin bu devasa endüstriden para kazanamadığı, aksine milyarlarca TL’nin devlet tarafından bu alana aktarıldığını görmekteyiz.

Türkiye 80 milyon nüfuslu bir ülke. Nüfusunun büyük bir kısmı genç ve bu genç nüfus Türkiye için büyük bir demografik zenginlik anlamı taşıyor. Ancak beceriksiz ve kötü yönetimin sonucu biz bu genç nüfus avantajını elimize yüzümüze bulaştırıp dezavantaja çeviriyoruz. Futbolda da aynı durum söz konusu.

Bugün Türk futbolunun 3 temel sorunu var. İlki futbolcu yetiştirememe sorunu, ikincisi hoca (antrenör) yetiştirememe sorunu, üçüncüsü ise yönetici yetiştirememe sorunu. Sıralamalar yer değiştirebilir.

Futbolcu yetiştirememe sorunu bizim kronik Orta doğulu hastalıklarımızdan olan adam kayırma ve rüşvetin futbolda da feci şekilde işlevsel olmasıyla alakalıdır. Bugün çocuğunuzu ister profesyonel ister amatör bir kulübe götürün. Hocayla (antrenör) veya kulüp yöneticilerinden biriyle bağınız yoksa veya Hocaya belli bir ödeme yapmazsanız çocuğunuzu o kulübün alt yapısına aldıramazsınız. Alt yapıya aldırdınız diyelim Hocaya para ödemeden kadroya aldıramazsınız. Kadroya aldırdınız diyelim, Hocaya para ödemeden ilk onbir de oynatamazsınız. Çocuğunuz yetenek yönünden isterse bir Messi, bir Ronaldo olsun sonuç değişmez. Bu ülkede her alanda olduğu gibi futbolda da yetenek hiçbir anlam ifade etmemektedir. Bu mantalite nedeniyle Türkiye her alanda devasa bir yetenek çöplüğüdür.

2000 yılında UEFA Kupasını alan Galatasaray takımının kadro yapısını incelediğimizde, ilk onbirin de alt yapıdan yetişip gelen 4 tane futbolcu olduğunu, diğer 4 yerli futbolcusunun çok genç yaşlarda transfer edilip yıllardır birlikte oynayan oyuncular olduğunu görürüz. Bu da alt yapının futbolda ne kadar önemli olduğunun en somut göstergesidir. Başka bir somut örnek de Barcelona takımıdır. Barcelona futbol takımının o “efsane” kadrosunu incelediğimizde kadrosunun yarısından fazlasının (Messi, Xavi, Iniesta, Puyol, Pedro vs.) alt yapıdan yetişen futbolcular olduklarını görmekteyiz. Bugün özellikle de büyük kulüplerimizin hem İstanbul’da hem de Anadolu’nun pek çok şehrinde alt yapı okulları olduğunu görüyoruz. Ancak bu kadar çok alt yapı okulu olan kulüplerimizin alt yapıdan yetiştirip oynattıkları futbolcu sayısı 1-2 yi geçmemektedir.

Üst paragrafta saydığım husus futbolcu yetiştirememe sorununun sadece bir boyutu. Sorunun diğer bir boyutu da şu; Hasbelkader üst liglerde oynayıp büyük paralar kazanma imkânına kavuşan gençlerimiz genel olarak alt gelir gruplarından geldiklerinden ve doğru dürüst bir eğitim de almadıklarından, yozlaşmış ortamın içerisinde yeteneklerini kendi elleriyle köreltmekte ve sıradanlaşıp yok olmaktadırlar. Bu gençlerimizin pek çoğu asgari ücretin 1600 TL olduğu bu ülkede, futbolcu olmasalar en iyi ihtimalle bir yerde asgari ücretle çalışacak kapasitede kişilerdir. Ancak birden bire büyük meblağlarda paralar kazanmaya, şöhret sahibi olmaya ve insanların hayranlığına mazhar olmaya başlamanın etkisiyle asıl işleri olan futbol oynamaya bir türlü yoğunlaşamazlar. Barcelona’ya transfer olan Arda Turan’ın jet hızıyla düşüşüne yakın zamanda hepimiz şahit olduk. Başka örneğe gerek yok sanırım.

İkinci sorun hoca (antrenör) yetiştirememe sorunu; bizde genellikle eski futbolcular hocalık yapar. Yukarıda anlattığımız şekilde yetişen ve sağlam bir backgrounda sahip olmayan bu kişiler, futbol oynama çağları geçtikten sonra antrenörlük yaparak hayatlarını kazanmaya devam ederler. Birkaç istisnanın haricinde, bu futbolcu kökenli hocalar içerisinde Türk futboluna yetenekli çocukları kazandıran, teknik – taktik katkı sağlayan kimse yoktur.

Üçüncü sorun ise yönetici sorunudur. İster kulüp isterse federasyon düzeyinde olsun futbol yöneticilerinin tamamı ya bir takımın fanatik taraftarı olan iş adamları ya da illegal yollardan gelir elde edip bu gelirini legalize etmeye çalışan karanlık işler çeviren tiplerdir. İş adamı kategorisindeki kişiler olaya genelde duygusal boyutta baktıkları için başarılı olamazlar. Çünkü futbol kendine has bir sektördür, ne enerji sektörüne benzer ne de otomotiv. Ali Koç’un Fenerbahçe’de başarısız olması bu nedenledir. İllegal olarak bahsettiğim grup zaten mafya tik tipler olduklarından onların durumu daha başkadır. Sporu çirkinleştiren, futbolu bahis oyunlarından veya sportif çekişmeden kaynaklanan şike oyunlarına alet edenler bu tayfadır.

Bugün Türk futbolunda yabancı oyuncu sınırlamasının kalkmasının ve takımların kadrolarında bol miktarda yabancı kökenli oyuncu olmasının asıl sebebi işte bu üçüncü gruptaki kötü yöneticilerdir. Düşünün ki nüfusunun büyük bir kısmı gençlerden oluşan 80 milyonluk bir ülkede sahada oynatacak futbolcu yetiştiremiyor ve yurt dışından futbolcu ithal ediyorsunuz. Her şey bir yana, Türkiye cari açığı son derece fazla olan bir ülke. Futbol camiası, yabancı oyuncu sınırlamasını kaldırarak veya sınırlasa bile sayıyı çok yükseklerde tutarak cari açığın artmasına etki ediyor.

Bir diğer husus da, bugün üç büyükler olarak adlandırılan Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş da dâhil olmak üzere futbol camiasının ülke ekonomisine en ufak bir olumlu katkısı bulunmamaktadır. Bilakis, devasa paraların döndüğü bu sektör hala kendi kendine yetememekte, vergi borçlarını ödememekte, sürekli vergi aflarından faydalanmakta, statlarını kendileri inşa etmeleri gerekirken bu inşa maliyetlerini de devlete yüklemektedirler.

Türk futbolunun ülke ekonomisine katkı sağlayan bir endüstriye dönüşebilmesi için, antrenman ve taktik bilgisi üst seviyede hocaların yetiştirilmesi, yabancı oyuncu yasağı getirilmesi, kulüpler arası futbolcu transferlerinin zorlaştırılması, kulüplerin alt yapı faaliyetlerine önem vererek kendi futbolcularını kendilerinin yetiştirmelerinin sağlanması, kulüplerin ekonomik faaliyetlerinin sıkı bir şekilde denetlenerek bu kulüplere ekonomik disiplin aşılanması gerekmektedir. Futbolcu yetiştirip “ihraç etmeden” ve futboldan kazanılan para sadece futbolcu yetiştirmek için kullanılmadan Türk futbol endüstrisi gelişemez.

 

 

Önceki İçerikZarar Ediyorsa Kapatalım
Sonraki İçerikAlmanya’dan Türkiye’ye Bakmak!
Avatar photo
1983 yılında Tokat Erbaa’da dünyaya geldi. İlk okulu Ankara’da, ortaokulu Bitlis Tatvan’da, Lise’yi Bursa’da okudu. 2001 yılında İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünü kazandı. 2003 yılında bu okulu terk edip Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girdi. 2008 yılında bu okuldan mezun oldu. Yüksek lisansını 2019 yılında Gaziantep Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nde tamamladı. Halen Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktora eğitimini devam ettirmektedir. 2018 yılında siyasetle de ilgilenen yazar, 2019 yılında Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın üyesi olmuş ve 2023 yılında Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın başkanlığı görevine seçilmiştir. 2018 yılında bu yana Kocaeli’de köşe yazıları yazmakta ve yazıları Kocaeli’nin muhtelif yerel basın kuruluşlarının yanı sıra Kocaeli Aydınlar Ocağı web sitesinde yayınlanmaktadır. Yine 2018 yılından bu yana ülke genelinde barolarda eğitimler ve Kocaeli’de yerel STK’larda konferanslar vermektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. ESERLERİ : A. YAYINLANMIŞ KİTAPLARI 1) Katılım Bankacılığı, Yetkin Yayınları, Ankara, 2020. 2) Tayyip Erdoğan Sonrası Türkiye, Melekler Yayıncılık, Kocaeli, 2020. 3) Türk’ün Ustalarla İmtihanı, Kitap Yurdu Doğrudan Yayıncılık, 2023. B. YAYINLANMIŞ AKADEMİK MAKALELERİ 1) Tahkim Sözleşmesinin Unsurları – Leges Hukuk Dergisi, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a Vefa Andacı, Ekim 2020, Y:11, S: 130, s. 112-133. 2) Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Birleşmiş Milletler Antlaşması’na (Viyana Sözleşmesi / CISG) Göre Taşıma Halindeyken Satılan Mallara İlişkin Hasarın İntikali – Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler, Aristo Yayınevi, İstanbul 2021, s. 335-360. 3) Nama Yazılı Pay Senetleri Üzerinde Önalım, Alım, Geri Alım ve Öncelik Hakları - Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II, Aristo Yayınevi, İstanbul 2021, s. 1-59. 4) Faiz ve Vade Farkı Kavramlarının Hukuki Niteliklerinin Karşılaştırılması – Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler, Dora Basım, Bursa, 2021, s. 19-41. 5) Anonim Şirketlerde Payın ve Pay Senetlerinin Devri - Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler II, Dora Basım, Bursa, 2022, s. 313-336. 6) Limited Şirketlerde Pay Devri – Bilimsel Araştırmalar, Yetkin Yayınları, Ankara, 2023, s. 113-130. 7) Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmelerinde Yüklenicinin Temerrüdü Nedeniyle Sözleşmeden Dönme, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Aralık 2023, S:28, s. 133-161.