“Akil” dostun kıymetini dün
bir kez daha anladım. Değerli meslektaşım Av. Özgecan Kunt Facebook’taki bir
paylaşımıma şaka yollu bir yorum yapınca, o şaka bende başka çağrışımlar yaptı
ve kafamın içinde hemen bir şimşek çaktı. Şöyle ki;
Foucault
Bağlamında iktidarın görünmezliğinden bahsedilir. Foucault, tezini öne sürerken
Samuel ve Jeremy Bentham kardeşlerin tasarladığı Panoptikon’a atıfta bulunur.
Panoptikon, ortasında bir kule olan ve kuleden binadaki herkesin her an
gözetlendiği bir binadır. Zaten kelime anlamı da “bütünü gözetlemek”tir.
Foucault, 20.yüzyılın kapitalist toplum sistemlerinde, artık iktidarın
değişikliği gösterdiğinden söz eder. Artık tek kişilik ve yüzünü sürekli
gördüğümüz bir kral iktidarı yerine, bilinmeyen stratejilerin uygulandığı
göstere göstere cezalar yerine, insanların iktidarın yaptığı gözlem empozisyonu
nedeniyle kendi kendini kontrol ettiği görünmez bir iktidar vardır. İktidar
biçim değiştirmiştir. İktidar artık tamamen farklı bir otorite yöntemi
kullanmaktadır. İktidar artık bir kişinin iktidarı değil “Gözün İktidarı”dır.
İktidarın
bireyselleştirdiği insan, artık demokrasi sisteminde olduğu gibi seçen kişi
değil, var olan iktidara karşı belki de bir tehdittir. Foucault, o kulenin
tepesinde sürekli olarak gözetleyen iktidar imgesinin, aslında vücutsuz kulenin
üzerinde yüksekte yer alan dev bir göz olduğundan söz eder; dev göz iktidarın
gözüdür. Gözetlemekten vazgeçmeyen ancak ne vücudunu gördüğümüz ne de kim
olduğunu bildiğimiz bir imgedir. Çünkü iktidar görünmezdir. Ancak Foucault’nun
bu şekilde temellendirdiği düşüncelere katılmakla birlikte Louis Althusser
başka bir pencere açar.
Bütün
bunlar aklıma Margaret Thatcher’ın şu sözünü getirdi; “İktidar olmak,
hanımefendi olmak gibidir. Eğer hanımefendi olduğunu söylemek zorunda
kalıyorsan, değilsindir”. Thatcher’in sözünü Foucault’un teorisiyle tevhid
ettiğimiz zaman şöyle bir teori çıkıyor ortaya; “Ortalıkta ne kadar az
görünüyorsan o kadar çok iktidarsın, sürekli ortalıkta görünme ve kendinden
bahsedilme ihtiyacı duyuyorsan iktidar değilsin”.
Demek
ki ortalıkta ne kadar az görünürsen o kadar iktidarsın veya mefhumu muhalifiyle
günün her saati her tv kanalında senin konuşmaların yayınlanıyorsa, sokaklarda
sadece senin afişlerin varsa, bilboardlarda sadece senin fotoğrafların varsa,
insanlar tarafından görünmek bilinmek için hala devasa reklam kampanyaları
yapıyorsan, bedeli devletin kasasından ödenen maske-kolonyaya kendi ismini
bastırma ihtiyacı hissediyorsan gerçekten iktidar sen değilsin.
Bütün
bu anlatılanları Rubil Gökdemir Üstadın “Türk siyasetinin üzerindeki vesayet”
ve “demokratik sivil siyasetin kaçınılmaz zorunluluğu” söylemleriyle bir kez
daha tevhid ettiğimizde şu soruyu sormak zorunda kalıyoruz; “Siyasi iktidar
gerçek iktidar değilse, gerçek iktidar kim?” Sahiden bizi aslında kim veya
kimler yönetiyor?