Yaşar Değirmenci’nin hazırladığı ‘Fırtına Çıktığında Uyuyabilmek’ isimli eseri, Ebru Selek çalışması olan sayfa düzenlenmesindeki estetik üstünlüğü yanında muhteva itibariyle de dikkat çekiyor.
4 bölümden oluşan kitabın bölüm başlıkları şöyledir: 1- Ders – Tavsiye – Nükte, 2- Hikmet – Hatıra İbret, 3- Tebessüm – İkaz – Seçmeler, 4- Dünden Bugüne – Kıssadan Hisse – Çeşitleme.
Kitapta; başlıkta belirtilen özelliklere sahip toplam 193 adet kısa yazı, Eflatun’dan Mevlanâ’ya kadar değişik kültürlere mensup mütefekkirlerin, şairlerin ve yazarların özlü sözleri bulunuyor.
Yazar, ‘Önsöz‘ başlığında okuyucuya şöyle sesleniyor:
Hayat yolculuğumuzda sevinçlerle hüzünler, tebessümlerle gözyaşları hep iç içedir.
Kaba ve keskin ifadeler, keskin bıçaklar gibi çoğu zaman sahiplerini yaralar. Zarif ve düşündürücü ifadelerden, taşı gediğine koymalardan, nüktelerden, fıkralardan, kinâyelerden yeteri kadar faydalanamıyoruz.
Modernizmin, giderek kabalaşan yapısının ortaya koyduğu konuşma üslubu gittikçe basitleşiyor, sığlaşıyor. Kendi kültürümüzdeki güldürürken düşündüren, ibret alan, ‘geçmişi olmayanın geleceğinin olmayacağı’nı hatırlatan uyarılar, ‘dünden bugüne’, ‘bugünden düne’ giden ‘kültür Köprüleri’ne olan ihtiyacımız her geçen gün artıyor. Mirasımızı hatırlayıp yeniden canlandırma, hafızalarımızı tazeleme, konuşmalarımıza ve yazılarımıza bir farklılık katma ihtiyacını da hep hissederiz.
Bu kitap; Okuyanın zihninde yer eden, gönlünü ferahlatan, dudaklarında tebessüm hâsıl eden, kıssasıyla, ikazıyla, ibretiyle, hatırasıyla, dersiyle, hassasiyetiyle bizi iç dünyamıza döndüren, din ve düşünce dünyamızın büyüklerinin hayatından kesitler sunan bir derleme. Üşüyen insanlığımızı ısıtan bir kitabın hasreti; ‘Fırtına Çıktığında Uyuyabilmek‘ kitabını ortaya çıkardı. Hayatımız irâdemizle yaptığımız tercihlerden ibaret değil mi? İbret alınacak şey ne kadar çok, ibret alan ise ne kadar az. Hepimizin bir görevi de ‘hayra çağırma, iyiliği emir ve kötülükten sakındırma’ değil mi? İnsanî değerleri hatırlayıp, azalan insanlığımızı çoğaltmak, insan kalitemizi yükseltmek mecburiyetindeyiz. İnsan mayasında olan fazilet (erdem) gayret sarf edilmez, ikazlar yapılmaz, dâvetlerde, tavsiye ve nasihatlerde bulunulmazsa, bu güzel vasıflar zaman içinde kaybedilir. ‘Bilgi çağı‘ denilen bu çağda insan, çok şey bilebilir, bilgili olmanın yanında ‘erdemli insan’ olmayı da tercih edemez miyiz? Sevgisiz zekânın, bizi küstah yaptığı; sevgisiz adaletin, bizi zalim yaptığı; sevgisiz diplomasinin, bizi ikiyüzlü yaptığı; sevgisiz başarının, bizi kibirli yaptığı; sevgisiz zenginliğin, bizi haris yaptığı; sevgisiz gücün, bizi zorba yaptığı; sevgisiz inancın, bizi bağnaz yaptığı bir dünyada yaşıyoruz.
Peki, yeni bir dünya kuramaz mıyız?
Öyle bir dünya ki; güçlülerin âdil, güçsüzlerin güvenli, ülkelerinin barış ve kardeşlik içinde olduğu bir dünya… İnsanlarının gönül aydınlığı ile aydınlanan, ruh ve düşünce zenginliğiyle çiçeklenen bir dünya. Mutluluğu da acıyı da paylaşabilenlerin, insanı insan yapan değerleri hiç unutmayanların dünyası… Komşulukların dostlukların, arkadaşlıkların, akrabalıkların, vefakârlıkların hayatımıza yansıdığı bir dünya… Ağlamayı da gülmeyi de, çileyi de başarıyı da terslikleri de bilen, taşıyan ve gerektiği gibi karşılayan ‘ölçü ve denge’ toplumunun dünyası… Nefsiyle, inadıyla, öfkesiyle değil; aklıyla, idealiyle, yüreği ile düşünenlerin dünyası… Aileyi göz bebeği gibi koruyan, yaşlıların, hastaların, muhtaçların; ilâhi emanetler gibi görüldüğü bir dünya… Böyle bir dünyanın hasreti bu kitabı doğurdu.
Kitabımızda fikir sancılarından, hayat tecrübelerinden, gönül sızılarından çok şey bulacaksınız. Bu dünya misafirhanesinde inen her şeyin eskiyip pörsümesine mukabil, hikmet yüklü öylesine samimi, öylesine gönülden söylenmiş ki, kulakları aşıp kalplere ulaşmış. Zaman onları eskitememiş, insanlığın ‘ortak değeri’ olmuş. Söylemek istediklerimizi kimseyi mahcup etmeden dolaylı yoldan, kinâye, hikâye, anekdot, hatıra, nükte ile anlatmanın daha uygun olacağını düşündük. Aradığınız malzemeleri de ‘Fırtına Çıktığında Uyuyabilmek‘ kitabında bulacaksınız.
Kitabın sayfalarında gezerken sevginin, mutluluğun, duygusallığın hassasiyetin, başarının, olumlu bakıp olumlu düşünmenin önemine ve tadına varacaksınız.
Kitabın hazırlanmasında maddî-manevi katkıda bulunan, teklifleriyle tenkitleriyle, teşvikleriyle, taltifleriyle, takdirleriyle, emekleriyle yardımcı olan bütün gönül dostlarıma teşekkür ediyorum.
4 bölümün her birinden tadımlık olarak birer adet kısa yazı ve birer adet özlü söz:
AHLÂK
Üç arkadaş, Su, Ateş ve Ahlâk birlikte gezintiye çıkarlar. Ormanın girişinde durup, aralarında konuşmaya başlarlar. Ateş: ‘Arkadaşlar… Bu orman çok büyük. Kaybolduğumuzda birbirimizi nasıl bulacağız? Meselâ, bir yerde duman görürseniz, ben oradayım.’ Su: ‘Nerede bir şırıltı duyarsanız ben de oradayım.’
Su ile Ateş, birlikte Ahlâk’a dönüp sorarlar: ‘Peki seni kaybedersek nasıl buluruz?’
Ahlâk cevap verir: ‘Üzgünüm arkadaşlar… Beni kaybederseniz bir daha bulamazsınız.’
ESİR DEĞİL, SANKİ HATIRLI MİSAFİR
Fransız denizcilerinden teğmen Jean Marie Grammont anlatıyor: ‘Bir top mermisi cephaneliğimize isabet ederken, bir mayına çarptık. Bouvet, sancak tarafından yana yatarak hızla batıyordu. Arkadaşlarımızla kendimizi denize bıraktık. Kırk beş dakika sonra sâhile vardık. Hava soğuktu, ıslanmıştık ve yorgunluktan bitiktik. Ama daha doğrusu korkudan perişandık. Bir süre sonra, sahilin az ilerisinde tepelerin ve ağaçların arasından Türk askerleri göründü. İşimiz tamam diye düşündüm. Önce hâlimize baktılar. Sonra ellerindeki silahları yanlarına bıraktılar. Kaputlarını çıkardılar. Bize doğru geldiler, işâretle üzerlerimizdekileri çıkarmamızı anlattılar. Kaputlarını bizler giydik. Kollarımızdan tutarak kaldırdılar. Yukarıya doğru yürümeye başladık. Hayret hepsi sanki ailemizden birileri imişçesine davranıyordu. Karargâha gelmiş olacaktık. Bir barakanın içine soktular. İçeride büyük bir soba yanıyordu. Etrafına dizildik. Az sora erler ellerinde çanaklarla yanımıza geldiler. Çorba ve ekmek getirmişlerdi. Biraz sonra kuru çamaşırlar da getirdiler. Şaşkınlığımız devam ediyordu. Genç bir subay geldi. İsmini not ettim: Hasan Galip. Mükemmel bir Fransızca ile ‘Geçmiş olsun. Sizler için savaş bitti. Şimdi artık bu körolası kavganın sonuna kadar misafirimizsiniz.’ dedi. Teğmen ve erler sigara ikram ettiler. Genç teğmen, ‘Burada birkaç gün, nemiz varsa bir aile çemberi içinde imişçesine paylaşacağız. Ne yazık ki yiyecek çok şeyimiz yok. Kısmet. Üzülmemenizi rica ederim.’ dedi. Sonra gülerek ilave etti: ‘Kader, bugün sizi esir durumuna düşürdü. Savaş bu. Ben de yarın ölebilirim. Bir isteğiniz olursa nöbetçi onbaşıya söyleyiniz.’
Orada dört gün kaldık. Daha sonra Tekirdağ’a nakledildik. Esir değil, sanki hatırlı misafirler gibiydik. Türklerin bu civanmertliğini hiç unutmadım.
BEDEVİ
Devesiyle birlikte çölde yürümekte olan bir bedevi, güçlükle yürüyen, susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlamış. Adam bedeviyi görünce su istemiş. Devesinden inmiş ona su vermiş. Suyu içen adam birden bedeviyi iterek deveye atladığı gibi kaçmaya başlamış. Bedevi arkasından bağırmış: ‘Tamam, deveyi al git; ama senden bir ricam var. Sakın bu olayı kimseye anlatma!’
Bu isteği tuhaf bulan hırsız biraz duraklayıp, sebebini sormuş: ‘Eğer anlatırsan’, demiş bedevi, ‘bu hâdise her yere yayılır ve insanlar bir daha çölde muhtaç birini görünce yardım etmezler…’
Bedevi gibi derdimiz deve değil de, kötülüğün yayılmaması olsaydı, millet olarak şimdiye kadar çok şeyi halletmiş olacaktık. Kardelenlerimiz çoktan yeşermiş olacaktı…
Menfaatimize göre değil, vicdanımıza göre yaşayacağımız bir hayat dileğiyle…
ÇAN DÖRTTEN FAZLA ÇALINIRSA KİM ÖLMUŞTUR?
Çok eski yıllarda krallıkla idare edilen bir ülke varmış. Ama bu ülkede, hukuk ve hâkimler de varmış.
Törelere göre, bir vatandaş öldüğünde, şehir merkezindeki dev çan bir defa çalınırmış. Uzun uzun da yankılanırmış. Eşraftan birisi ölürse çan iki defa, büyük bir devlet adamı ölürse üç defa çalınırmış. Ya kral? O öldüğünde, çan dört defa çalınırmış.
Gel zaman git zaman… Şehirde bir olay olur, iş mahkemeye intikal eder. Davanın sanığı olarak mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetini ise bütün vatandaşlar bilmekteler. Bir formalite olarak görülmesi ve beraat beklenen, davadan sürpriz bir karar çıkar.
Sanık para cezasına mahkûm olmuştur.
Hâkim sorar: “Bir diyeceğin var mı ?”
Sanığın cevabı “Hayır!” olur.
Mahkeme biter. Dinleyiciler dağılır. Kafalarda bir kaygı… Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulur. Acaba kim öldü? Çan bir defa daha çalar. Acaba eşraftan kim öldü? Şehir çan sesi ile bir defa daha inler. Hımmmmm. Büyük bir devlet adamı, acaba kim? Soruya cevap alınmadan çan bir defa daha çalar, yeri, göğü inletir. Herkeste bir feryat: eyvah! Kralımız öldü! Ancak, törede görülüp işitilmemiş bir şekilde çan, beşinci defa da çalınır, yer gök inler ve sesler kesilir. Herkes bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için çan görevlisine koşar. Bir de bakarlar ki çanı, haksız yere mahkûm edilen adam çalmaktadır.
Sorarlar:
–Ne demek beş defa çan çalmak? Kraldan daha büyük birisi mi öldü?
Cevap şaşırtıcı olduğu kadar anlamlıdır da…
–Evet! Adalet öldü !
Türkiye’de çanlar sanırım hiç susmadan çalmalı.
ÖZLÜ SÖZLER:
1- Hiçbir şey insan kadar yükselemez ve onun kadar da alçalamaz.
2- Kötüler, kendilerine tahammül edildikçe daha da azgınlaşırlar.
3-İlim, akrabalar tarafından yağma edilmeyen, hırsızlar tarafından çalınamayan ve paylaşılınca azalmayan yegâne servettir.
4- İnsan şu 4 hasletten gafil olmamalıdır: e-Doğru söz, b-Doğru iş, c-Samîmi dostluk, ç-Emânete sadakat.
DÜŞÜN YAYINCILIK:
Fatma Sultan Mahallesi, Kahhalbağı Sokağı Nu: 31/A Topkapı, İstanbul. Telefon: 0.212-524 7 524, 521 91 13
Belgegeçer: 0.212-521 90 86 e-posta: info@dusunyayincilik.com www.dusunyayincilik.com
YAŞAR DEĞİRMENCİ Yaşar Değirmenci, gönül adamı bir eğitimcidir. Şöyle diyor: *Uzayı fethettik; fakat kalpleri fethedemedik. *Atomu parçaladık; fakat peşin hükümleri parçalayamadık. *Daha fazla para harcıyoruz; fakat daha az şeye sahip oluyoruz. *Daha çok boş zamanımız var. Aya, yıldızlara gitmeyi başardık; fakat apartman komşumuza erişmeyi başaramadık. *Havayı temizleyecek aletleri geliştirdik; fakat ruh kirliliğini temizlemeyi beceremiyoruz. *Daha çok kazanıyoruz; fakat daha az biriktiriyoruz. *Hayatı iyi yaşamayı öğrendik; fakat iyi bir hayat yaşamayı öğrenemedik. *Gelirimiz yükseliyor; fakat ahlakımız alçalıyor. *Her geçen gün yeni yeni ilaçlar keşfediyoruz; fakat sağlıklı insan sayımız her geçen gün daha da azalıyor. *Daha çok ilaç tüketiyoruz, daha çok hastane açıyoruz; fakat daha çok hasta oluyoruz. *Evlerimiz büyüyor; fakat ailelerimiz küçülüyor. |
KUŞBAKIŞI
CUMHURİYET EFSÂNELERİ:
Tarihçi Mustafa Armağan, Cumhuriyet Efsâneleri isimli kitabında; Türkiye’de 1923 yılından itibaren yürürlüğe konulan programın adını açıklıyor:
1918 Osmanlı Devleti’nin yenildiği yıldır. Gerçi Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan çifte tacı ve Bulgaristan da bizimle beraber yenilmişti ama hiçbirinin anavatan toprakları işgal edilmemiş, yalnızca -Weimar’da olduğu gibi- ağır ekonomik ve askerî yaptırımlarla cezalandırılmışlardı. Yalnızca Osmanlı Devleti’nin anavatan toprakları ve başşehri işgal edilmiş ve yönetim merkezi İstanbul ele geçirilmişti. Neden?
Osmanlı Devleti’ni tarihe postalamak ve bir daha bu topraklarda böyle tehlikeli bir oluşuma meydan vermemek için O’nu barışa zorlayacak bir Yunan savaşı planlandı ama bütün tehditlere rağmen Sevr’i Osmanlı Sultanı Vahdettin’e imzalatmak mümkün olmadı. Barışa yanaşmamasının cezasını da anlaşmayı başka bir kadroyla yaparak kendisini devre dışı bırakarak verdiler zaten; sonra da yurt dışına kaçırarak… Neden?
Böylece Sultan’sız ve devletsiz kalan millet bu defa Ankara hükümetiyle bir devlet olabilmek için Lozan kapılarında İtilaf devletlerinin merhametine muhtaç hâle gelecek, milletlerarası camiada tanınması karşılığında feragat, rıza ve tâvizler istenecek ve Lozan’da bunlar verildikten sonra başka sözler de istenecekti. Bir daha bu topraklarda Osmanlı’nın lafı geçmeyecek, Hilafet’inden Medeni Kanun’una, Ayasofya’sından alfabesine, kılık kıyafetinden laikliğine kadar garanti kapsamına giren temel hususlarda mutabık kalındıktan sonra Cumhuriyet’in ilanına izin verilecekti. Neden?
Mustafa Armağan, yakın tarihimizle hesaplaşıyor.
13,5 X 21 santim ölçülerinde, 320 sayfalık kitap, Mayıs 2014’te yayınlandı.
TİMAŞ YAYINLARI:
Alayköşkü Caddesi Nu: 11 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-511 24 24 Belgegeçer: 0.212-512 40 00 e-posta: timas@timas.com.tr / www.timas.com.tr
TAŞ BABA
Eski Türk tarihinin izleri bengütaş üzerindeki yazılarda, kaya üstü resimlerde göründüğü gibi, Türk’ün taş yaddaşı da (hâfızası) binlerce yıl boyunca, ayrı ayrı bölgelerde taştan yaptığı taş baba, taş nine, taş at, taş koç, taş geyik, taş balık, taş kaplumbağa gibi plastik taş heykellerde, figürlerde yaşamaktadır. Bu hayatı aksettiren belgelerin yorumu Taş Baba isimli kitapta verilmiştir.
Ön Asya’da 5-6.000 yıl önce prototürk boylarının etnografyasında ortaya çıkan taş baba geleneği, buradan Türk boylarının göçü ile Kıpçak bozkırı boyunca Avrupa’ya ve Altay’a yayılmıştır. En eski örnekleri Azerbaycan ve Türkiye’de bulunan taş babalar eski Türk tarihi, etnografyası, mitolojisi bakımından önemli belgeler gibi sistemli şekilde yeni Türkoloji teorisi ışığında araştırılmış, sonuçlar ilmî-popüler üslup ile verilmiştir.
Firudin Ağasıoğlu’nun yazdığı, Hüseyin Adıgüzel’in Türkiye Türkçesi’ne çevirdiği eser, 13,5 X 21 santim ölçülerinde 145 sayfa hacimle 2014 yılında okuyucuya sunuldu.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65
Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: bilgi@bilgeoguz.com.tr www.bilgeoguz.com.tr
RABBİN İÇİN SABRET:
Kitabın yazarı Uğur Koşar; ‘Sabır dostların makamıdır.’ Diyor.
Cenab-ı Allah sıkıntı verdiyse mümine, bilsin ki derecesi yükselsin diyedir.
Ve artık sadece Allah için sabretmek düşer geriye…
Kalbini çevirdiğin zaman asırlar öncesine
İçini sımsıkı saracak bir âyet düşecek gönlüne: ‘Rabb’in için Sabret‘…
13,5 X 21 santim ölçülerinde, 200 sayfalık kitap 2014 yılında yayınlandı.
DESTEK YAYIN LTD. ŞTİ:
İnönü Caddesi, Bosfor Apartmanı Nu: 33/4 Gümüşsuyu, Beyoğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-252 22 42
Belgegeçer: 0.212-252 22 43 www.destekyayinleri.com e-posta: info@destekyayinleri.cım
KISA KISA…
1- AVRUPA’DA OSMANLI KIZLARI: Güldâne Çolak. Heyamola Yayınları.
2- İKTİSAT SOSYOLOJİSİNE BAŞLANGIÇ: Prof. Dr. Mehmet Eröz. Ötüken Neşriyat.
3- CUMHURİYET SONRASI YUNUS EMRE YORUMLARI: Beşir Ayvazoğlu. Kapı Yayınları.
4- GERÇEKLER: İsmail Hakkı Civil. İrfan Yayıncılık.
5- TÜRK MÜSÜNÜZ?: Murat D. Mirza. Yakın Plan Yayınları.