Oğuz Çetinoğlu: Peş peşe yaşadığımız ve son olmasını
niyaz ettiğimiz depremle alâkalı değerlendirmenizle başlayabilir miyiz?
Nuri Gürgür: Kahramanmaraş/Pazarcık merkezli, elli
bine yakın vatandaşımızın hayatını kaybettiği asrın felâketi olarak
nitelendirilen depremlerin üzerinden bir ay geçti; enkazın altından henüz
kalkabilmiş değiliz. Devletin bütün imkânlarını kullanmasına, halkımızın ve
sivil toplum kuruluşlarının yoğun çabalarına rağmen barınma/çadır ihtiyacı
başta olmak üzere temel sıkıntılar devam ediyor. On binlerce insanımız en
azından yaşama şartları normalleşinceye kadar kalmak üzere başka şehirlere göç
etmek mecburiyetinde kaldı.
Yerbilimciler 2020’deki
6.8 büyüklüğündeki Elazığ depremi üzerine Güney Anadolu fay hattının uyandığı,
her an bu hat üzerinde 7.5 büyüklüğünde bir depremin olabileceğini
söylüyorlardı. AFAD’ın o dönemde yaptığı incelemelerde yerleşim yerlerindeki
yapılaşmaların gerek inşaat kalitesi gerekse yapıldıkları yerlerin depremin
yıkıcı etkisini azaltmak bir yana daha da büyüteceği açıkça belirtiliyordu.
Depremin yerle bir ettiği Adıyaman’da 2020 yılında AFAD uzmanının saha
incelemesi raporu, sadece bu bölgenin değil bütün kentlerimizin depreme karşı
ne kadar hazırlıksız olduğunu, toplumun duyarsızlığını, denetim sorunlarını çok
net yansıtmaktadır.
Çetinoğlu:
Rapordaki
bilgileri özetlemeniz mümkün mü?
Gürgür:
Raporda
deprem konusunda şehir nüfusunun bilinçli olmadığı, deprem tehlikesinin ciddiye
alınmadığı, inşaat yerlerinin yer seçimi konusunda kurumlar arasında iletişimin
olmadığı, kontrol ve denetim mekanizmalarının düzenli şekilde çalışmadığı,
yerel yönetimlerde jeofizik mühendislerinin bulunmadığı, yapı stoklarında
ilgili durum tespitinin yapılmadığı, toplanma alanlarının yetersiz olduğu
vurgulanıyordu.
Kısacası deprem konusunda
başta kamu yönetimi olmak üzere herkes her şeyi yıllardır biliyor, ama hızlı
kentleşmenin oluşturduğu rantın çok büyük olması, depreme elverişli olmayan
inşaat alanlarının siyasî ve rantla alâkalı sebeplerle tehlikenin görmezlikten
gelinerek imara açılmasına yol açtı; inşaatlarda kalite kontrolü yapacak mekanizmaların
işletilmemesi, siyasî hesaplarla çıkarılan imar barışı kanunlarla bu felâketlere
dâvetiye çıkarmış oldu.
Çetinoğlu:
Geçmişin
değerlendirilmesi görüşmelerinden fayda umuyor musunuz?
Gürgür: Geçen
hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında Dolmabahçe’de yapılan geniş
katılımlı ‘Ulusal Risk Kalkanı’ toplantısında konu etraflı şekilde
konuşuldu. Başkan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı bünyesinde ‘Afet Yönetimi Kurulu’
oluşturulacağını belirterek ‘Gelin hep beraber Türkiye için hemen şimdi diyerek
ülkemizi âfetlere dirençli bir yer hâline getirelim’ dedi.
Toplantıda bilime önem verilmesi, ilim adamlarının katkısının önemi vurgulandı.
Aslında bu kapsamda bir toplantının çok daha önce yapılması, deprem, orman
yangını, sel gibi âfetlere karşı alınması gereken önlemlerin, atılacak adımların
konunun uzmanlarıyla ilim adamlarıyla iş birliği yapılarak stratejik bir
uygulama planlamasının yapılması, ihtiyaç duyulan kanun ve yönetmeliklerin
çıkarılması, ilmî düzenlemelerin yapılması gerekiyordu. Temennimiz fayda
sağlaması…
Çetinoğlu:
AFAD
hakkındaki görüşlerinizi lütfeder misiniz?
Gürgür: AFAD’ın
kurulması çok doğru bir adımdı. Ancak kuruluşta yapılan yanlışlardan dolayı
yeterli derecede etkili bir kurum olamadı. Özellikle Silahlı Kuvvetlerle iş
birliği yapılmak istenilmemesinin mâkul bir gerekçesi yoktur. EMASYA
Protokolü’nün iptal edilmesi yanlıştı; deprem felâketinin en kritik ilk iki
gününde en organize gücümüz olan askerimiz devreye bu sebeple geç girdi.
AFAD’ın kendisinden beklenenleri yerine getirebilmesi için, kurumun sadakat ve
siyasî kriterlere göre değil, nitelik, bilgi ve deneyimin esas alındığı konunun
uzmanlarıyla, yerbilimcilerle oluşturulması gerekir.
Ayrıca İçişleri
Bakanlığı’nın sıradan bir genel müdürlüğü olarak değil, Cumhurbaşkanlığına
bağlı, yetkileri açıkça belirlenmiş, inisiyatif kullanabilen, bünyesinde özel
eğitimli, bilgili yeterli sayıda eleman istihdam eden, muhtemel felâketlere
karşı gerekli hazırlıkları, provaları yapan, her yönüyle iyi organize olan bir
başkanlık olarak yeniden kurulmalıdır.
Çetinoğlu:
Gelecekle
alâkalı olarak neler söylemek istersiniz?
Gürgür: Deprem
felâketinin yol açtığı insanî, iktisâdî, psikolojik ve sosyal hasarın telafisi
yâni enkazın altında ezilmemek için millî bir seferberlik hâlinde çalışmak
zorundayız. İki milyondan fazla insanımız bölgeden ayrıldı; yüzbinlerce
vatandaşımız çadırlarda her türlü yokluğa direnme gayreti içinde hayatını idâme
etmeye çalışıyor. 150.000’e yakın KOBİ kepenklerini indirmiş durumda. Cumhuriyet
târihinin en büyük inşaat projesinin TOKİ üzerinden en kısa zamanda uygulamaya
konulacağı ifâde ediliyor. Dileriz bu defa yer seçimi, inşaat malzemesinin
niteliği, kat sayısı, denetim, müteahhitlerin kişiliği ve kontrol gibi
konularda yanlış yapılmaz. Depremin ne kadar amansız olduğunu, tedbirler
konusundaki yanlışları affetmediğini artık görüp anlamış durumdayız.
Bir yandan 6 Şubat felâketinin
yol açtığı problemleri çözmeye çalışırken diğer yandan muhtemel Marmara depremi
kâbusuyla karşı karşıyayız. 23 yıldır konuşulan bu tehdidin ne kadar ciddî
olduğunu aslında birkaç yıl önce Silivri açıklarında meydana gelen 5.8
büyüklüğündeki deprem vesilesiyle görmüştük; yollar tıkanmış, yıkımlar olmuş,
hayat belli bölgelerde kısa süre de olsa felç olmuştu. Oysa önümüzdeki tehlike
bununla kıyaslanmayacak kadar büyük. Ama garip bir tevekkül içerisinde etkili
önlemler almak yerine bol bol konuşup bekliyoruz. Uzmanlar Adalar’dan Tekirdağ’a
kadar uzanan ve yer yer içeriye kayan bir şerit üzerinde, alüvyonlu alanlardaki
yüz bine yakın bina stokunun yıkılmasını öneriyorlar. İmar affından yararlanan
binlerce problemli binanın olduğunu kimse inkâr etmiyor. Rant faktörünü aşacak
ciddî bir girişim olmadığından İstanbul medenî bir kente yakışmayacak şekilde
çok katlı, gelişigüzel beton yığınlarının doldurduğu problemler yumağı hâline
geldi.
Çetinoğlu:
‘Millî Risk Kalkanı Programı’ndan
bahsetmiştiniz. Depremin getireceği filâketleri önleyeceği kanaatinde misiniz?
Gürgür: 1995’de
Belediye Başkanlığı döneminden başlayarak, 28 yıldır bu şehrin birinci derecede
söz sâhibi konumunda bulunan Sayın Cumhurbaşkanı’nın geçen hafta açıkladığı
Ulusal Risk Kalkanı Programı’nın İstanbul’a nasıl yansıyacağını bilemiyoruz.
Ama 24 yıldır adeta pusuda bekleyen depreme karşı fiilî ve etkili önlemler
almak için zamanın daraldığı ortada. İstanbul bugün yirmi milyon insanın
yaşadığı ‘obezite’ bir şehirdir. Öncelikle şehrin 14.000.000’luk
yaşanılabilir bir nüfus yapısına kavuşturulması gerekiyor. Kararlı ve cesur
adımlarla bu sağlanabilir.
Çetinoğlu:
Konu
ile alâkalı geçmişteki hâtaları ve gelecekle alâkalı tavsiyelerinizi lütfeder
misiniz?
Gürgür: En
başta geçici sığınmacı yahut kaçak durumundaki birkaç milyon yabancının
dilediği gibi gelip yerleşmesine izin verilmemeliydi. Bu yanlış, nüfusun çok
kısa zamanda anormal şekilde şişmesine yol açtı. Bunun telâfisi maksadıyla
ülkemizin uygun yerlerinde beş altı kadar şehir belirlenir sığınmacılardan
Türkiye’de kalmak istiyorlarsa tercih edecekleri yerlere gitmeleri,
istemiyorlarsa ülkelerine dönmeleri istenebilir.
Orta ve büyük sanayi
tesisleri İstanbul dışına, Trakya ve Gebze taraflarına taşınmalı, Merkez
Bankası tekrar Başşehir Ankara’ya dönmelidir. Toplanma yerleri konusu süratle
ele alınmalı, birinci derecede tehlikede olan bölgelerde bu noksanlık süratle
giderilmeli, İstanbul Belediyesi’yle sıkı iş birliği hâlinde su, elektrik, doğalgaz
alt yapıları ele alınmalı, şehrin dönüşümü, kamu yararı öngörülerek köklü
şekilde tamamlanmalıdır. Kanal İstanbul projesi rafa kaldırılmalı, buna ayrılan
kaynaklar riskli binaların kamulaştırılması için kullanılmalıdır.
İstanbul’un muhtemel
depremi en az zararla atlatması en önemli beka meselesidir. Bunu başaramadığımız
takdirde altından kalkılması son derece zor bir felâketin altında kalır, her
bakımdan eziliriz.
Çetinoğlu: İsâbetli
değerlendirmelerde bulundunuz, gelecekle alâkalı faydalı tavsiyeler
lütfettiniz. Ümit edilir ki dikkate alınır.
Çok teşekkür ederim.
Av. NURİ GÜRGÜR: |
Değerli okuyucularımız,
04 Mart 2023 tarihinde
yayınlanan Prof. Dr. Yümni Sezen röportajının son sorusu teknik bir hatâ
sebebiyle Kocaeli Aydınlar Ocağı’na gönderilemediğinden noksan yayınlanmıştır.
Yayına girmeyen soru
ve cevabı aşağıda sunulmuştur:
Çetinoğlu: Kurunun yanında yaş yanar mı?
Prof. Sezen: Kurunun yanında yaş da yanıyor. Evet, ne yazık
ki acı gerçek budur. Kur’ân bunu da beyan etmiştir. Hz. Musa, duâ niteliğinde
Allah’a şöyle yönelmiştir: “içimizdeki
beyinsizler yüzünden bizi de helâk eder misin Allah’ım?” (A‘râf-155). Yine
Kur’ân şöyle der: ‘Bir de öyle bir
fitneden sakının ki o, içinizden sâdece zulmedenlere erişmekle kalmaz...’
(Enfâl-25). ‘Zulmedenlere meyletmeyin;
sonra size de ateş dokunur…’ (Hûd-113).
Ancak şunu açık
olarak belirtmeliyiz ki, kurunun yanında yanan yaşların başına gelenler, asla
bir cezâ niteliğinde değildir. Bu depremde ölen, yaralanan ve zarar görenlerin
büyük çoğunluğu cezâya uğramış olarak bunlar başlarına gelmemiştir. Aralarında
kurular varsa, yâni bu konu ile ilgili suçlular varsa o başka. Kadere değil, kaderden
zarar görenlere sebep olanlar, halkımızın tâbiriyle tuzu kurular, yâni
sorumluluğunu yerine getirmeyen yönetici, müteahhit, etkili ve yetkililerdir.
Kötüler yüzünden bu felâketler başımıza gelebildiği gibi, iyiler sâyesinde
kurtuluruz da. ‘Eğer Allah, insanlardan
bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzü altüst
olurdu’ (Bakara-251; Hac-40). Bütün dünyayı felakete götürmek yönelişinde olanlara, bütün
toplumları fitne fesada boğanlara ne demeli? Hz. Musa gibi soru niteliğinde duâ
etmeliyiz.