-Meşrutiyet, Demokrasi ve Cumhuriyeti meşruiyyet tarzında, yani meşru görmeli. Hürriyeti İslâm ve insan adına alkışlamalı, Hürriyeti kötüye yorumlamamalı. Sefahete, rezalete müsait / uygun sanmamalı. Hürriyetin sınırlarını İslâmî terbiye ve ahlâk belirlemeli.
-Meşrebimiz ve tuttuğumuz yol; muhabbete muhabbet, hüsûmete hüsûmet olmalı. Yani kimseye düşman olmak değil; düşmanlık hissine, düşmanlığa, düşman olmaya düşman olmalı. İttihat, birlik ve beraberlik en büyük vazife ve görevimiz olmalı.
-Din nasihat ve öğütten ibarettir. Nasihatın ise, te’sirli ve etkili olması gerekir. Te’sirli ve etkili olmak da, İslâmî hamiyetin heyecanına ve vicdanları harekete geçirmesine bağlıdır.
-Edipler edebli olmalı. Hem de İslâm edebiyle edeblenmiş bir tavır içinde bulunmalıdırlar.
-Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı savaş açmamız lâzım.
Cehaleti marifet ve bilgi ile gidermek. Zaruretin san’at, teknik ve çalışmakla üstesinden gelmek.
İhtilâfı; aramızdaki çeşitli anlaşmazlıkları ise, yapacağımız ittifak / birlik ve beraberlik şuur ve bilinciyle ortadan kaldırmak icab eder.
-Osmanlı devleti Avrupa ile hamileydi. Nitekim Avrupaî bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni doğurdu! Avrupa da, İslâmiyete hamiledir. Yakın bir gelecekte İslâmî bir devleti doğuracak!
-İmansız İslâmiyet kurtuluş sebebi olmadığı gibi, bilerek İslâmiyetsiz iman dahi dayanamıyor!
Belki necat ve kurtuluş veremiyor denebilir! Çünkü ilim ve amel bir arada olmalı. Bilip de gereğini yapmayınca, bilmenin mânâsı kalmaz.
-Çok fenalık vardır ki, iyilik perdesi altında kaldıkça ve perde yırtılmadıkça, ondan gafil oldukça, onu bilmez gibi davrandıkça; sınırlı kaldığı gibi, sahibi de hicap ve haya perdesi altında ıslahına ve düzeltmeye çalışır.
Fakat ne zaman ki, perde yırtılsa, haya atılır. Ona hücum edilse, yaptığı fenalık çok daha geniş bir vaziyet alır.
– “Küllü nefsin zaikatü’l-mevt.” (Âl-i İmran, 185) / “Her nefis ölümü tadıcıdır.”
Çünkü, “İnsan nev’i bir nefistir. Dirilmek üzere ölecek. Küre-i arz dahi bir nefistir. Bakî / kalıcı bir sûrete girmek için, o da ölecek. Dünya dahi bir nefistir. Âhiret sûretine girmek için, o da ölecek!”
Mânâları âyetin işaretinden anlaşılmaktadır.
-Fena ve zevalin / yok olmanın mahiyet ve hakikatlerini düşünecek olursak. Bunların müminler / inananlar için, çok güzel mânâlı İlâhî mektupların tazelenen suretleri olduğunu görürüz.
İşte bunun için ölüm, ahbab topluluğuna kavuşmak ve buluşmak için açılan bir kapıdır. Bunun böyle olduğunu izah, ispat ve ilan etmektedir. Zaten işte bunun içindir ki, ölüm çok yüksek, çok muazzam ve pek parlak bir hakikat ve bir derstir. Nitekim, bir muamma olan ölümün hakikatini açıkça keşfedip göstermekte. İman sahiplerine pek büyük, çok yüksek saadetli müjdeler vermektedir.
-Türkiye’nin durumu, ne olursa olsun, kimler idare ederse etsin; Türkiye’nin bir İslâm diyarı olmadığını ve Darü’l-Harb olduğunu, asla göstermez. Zira o gibi menfî ve olumsuz fetvaların Türkiye’de dikkate alınmayacağı kesin bir gerçektir. Çünkü bu İslâmî tespit; İslâm âlimlerinin mutlak ekseriyetinin reylerine istinat etmekte ve onlara dayanmaktadır.
-Daima müspet hareket etmeliyiz. Menfî hareket vazifemiz değil. Çünkü dahilde / içte hareket menfîce olmaz.
Hem dâhildeki manevî cihat, manevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetleri gerektirir. Onun için siyasetçilerle uğraşmamak lâzım.
Mânevî hizmette olanlar; asayişe karşı değil, bilakis asayişe yardımcı olmalıdırlar.
Onun bozulmaması için samimi bir gayret içinde bulunmalıdırlar.
“Müspet hareket, menfî hareketin zıddıdır. Menfî hareket ise, bilfiil eylem ve karşı koymak, ihtilâl çıkarmak şeklinde olduğu gibi, yazı ile, söz ile, yani tenkit etmekle ve bazıları gibi küfürle dinsizlikle ittiham etmekle ve saire ile menfî hareket olur.”