Fikir Adamı NURİ GÜRGÜR ile TÜRKÇE – ARAPÇA Meselesini Konuştuk.

210

Oğuz Çetinoğlu: Asıl konumuza geçmeden önce dilin millî kültürün oluşmasındaki yeri ve önemi hakkında genel bir değerlendirme lütfeder misiniz?

Nuri Gürgür: Dilin millî kültürün oluşumundaki yerini ve rolünü konuyla ilgilenen herkes bilir. Millî birliğini güçlendirmek toplumu içten içe sinsice kemirebilecek, ortak duyguların düşüncelerin kültür değerlerinin oluşmasını engelleyebilecek dil problemlerinin önlenmesi, modernleşme döneminde rasyonel devlet yönetimlerinin birinci gündem maddesi olagelmiştir.

Çetinoğlu: Konuyu biraz daha açmanız mümkün mü?

Gürgür: Mozaik yapılanmalar olan yâni hâkim oldukları coğrafî alan içerisinde en fazla konuşulan dilin yanında farklı dillerin de konuşulduğu imparatorluklarda konuya farklı açılardan bakılmıştır. Özellikle bu gruplar arasında târihten gelen akrabalık bağları varsa dil, târih, kültür gibi alanlarda bunların ortak sosyal şuur oluşturacak yönde gelişmelerini engelleyecek eğitim politikaları üretilmeye çalışılmıştır. Dilin iki taraflı etkili bir silah olduğu asla unutulmamıştır.

Çetinoğlu: Osmanlı, imparatorluk değil, cihan devleti idi. Aynı zamanda sözü edilen baskıları hiçbir tab’asına uygulamamıştır. Bu sebeple kapsam dışında olduğu mutlaktır. Peki Efendim, Açıkladığınız uygulamaya örnek vermeniz mümkün mü?

Gürgür: Bunun en somut örneği Çarlık Rusya’sında 17. asırdan itibâren Türk soylu insanlar için uygulamaya konulan, Sovyetler döneminde de devam ettirilen dil ve eğitim politikalarıdır.

Çetinoğlu: Nasıl bir politika?

Gürgür: Türk soylu insanlar, Azerî, Özbek, Kazak, Türkmen ve Kırgız gibi gruplara ayrılarak her birine ayrı alfabeler dayatılmış, aynı kelimeye, değişik coğrafyalarda yaşayan Türklerin kullandıkları dillerde farklı mânâlarda kullanılması sağlanarak bir Türk topluluğunun, diğer Türk topluluğu ile anlaşması engellenmek istenmiştir.

Türk devletlerinin bağımsızlıklarına kavuştukları 90’lı yılların başından beri ortaya çıkan tablo Rusların 400 yıl kesintisiz devam eden dil ve kültür alanlarındaki asimilasyon politikalarında bir hayli başarılı olduklarını gösteriyor. Bunun belki de en önemli sebebi özellikle Sovyet döneminde uyguladıkları baskı ve şiddet yöntemleriyle Türk dünyası aydınlarının büyük bölümünü istedikleri zihnî kalıbın içerisine sokmayı başarmalarıdır. Bu çizginin dışında kalmaya kalkışanlar olmuşsa da rejim karşıtlığı suçlamalarına direnmeleri mümkün değildi; bunların her yerde acımasızca ezildiklerini artık ayrıntılarıyla biliyoruz. Dolayısıyla asırlarca devam eden trajik hikâye otuz yılda neden hâlâ sonlanmadı diye yakınmak yerine olayların akışını doğru yöne çevirmeye çalışmalı, dil, târih, kültür alanlarındaki ortaklıkları güçlendirme çabalarını ısrarla devam ettirimeliyiz.

Çetinoğlu: Türkiye’de de benzer çalışmaların varlığından bahsedilebilir mi?

Gürgür: Bizde ve her devirde bu genel tablonun dışında varlıklarını ortaya koymayı dînî bir vecibe gibi gören, milliyet ve millî kültür karşıtları var. Önceki devirlerde tavırlarını münferit girişimler olarak ortaya koyarken, günümüzde bunlar siyâseten makbul olmasının en kestirme aracı şekline geldi. Bürokraside makbul kişi biline gelmek, iktidarın dikkatini çekmek, tâyinlerde güvenilir kişilik olduğunu ispatlamak için fazlası gerekmiyor. Sosyolojik ve ilmî yanlışlığı da önemli değil. Bunların hesabını soran bir makam veya merci yok; tam tersine devrilen çam ne kadar iriyse övgü sesleri, alkışlar o kadar yüksek perdeden çıkıyor.

Çetinoğlu: Yakın geçmişteki ‘ortaokul ve liselerde Türkçe yerine Arapça okutulmalı ve konuşulmalı’ şeklinde ifâde edilebilecek beyanı kast ediyor olmalısınız…

Gürgür: Evet! Kim olduğunu, belli bir çevrenin dışınki çoğunluğun bilmediği bir devlet görevlisi, Türkçe öldü diyebiliyor ve devam ediyor: Arapça öğretilirken ikinci bir dil kullanılmaması gerekir. Öğrenciler, öğretmenleri ile ancak Arapça diyalog kurabileceklerdir. Öğrenci teneffüslerde öğretmeni ile ancak Arapça konuşabilir. Ya konuşur veya yanında tercüman bulundurur.’

Çetinoğlu: Vahim bir durum…

Gürgür: Eğitimin yönetilmesi konularında son yıllarda hızla parlayan yıldızlardan biri konumuna gelen şahıs, talepleriyle ilgili açıklamalar yapıp bazı soruları cevaplandırması gerekir. Çünkü artık en yetkili isimlerden biridir. Etkili ve sözü geçerli sivil toplum kuruluşlarının desteği ile bu göreve getirildiği söyleniyor. Söyledikleri sıradan bir vatandaşın ifâdeleri değildir. Devleti temsil gücü bulunan, resmî görevi olan bir yetkilinin ifâdeleridir. Kısacası sâdece kendini değil, ona bu derece güvenen siyâsî irâdeyi de bağlar.

Çetinoğlu: Asıl önemlisi ‘Türkçe öldü’ ifâdesidir. Nasıl yorumluyorsunuz?

Gürgür: Türkçe öldü hükmünün açıklanması ve tedrisatta Arapçaya geçilme isteğine ilişkin bildirinin gerekçesinin açıklanması gerekir. Çünkü bunun sâdece kendisinin değil kendisini destekleyen çevrenin tasavvuru olduğunu görüyoruz. Kendi diline, kültürüne bu derece yabancılaşmanın ‘kendiliğinden mankurtlaşmanın’ hiçbir zorlama olmaksızın nasıl oluştuğunu bilmek durumundayız. Müfredat programında Arapça bulunmayan okulların Israrla öteki muamelesine mâruz kalması, Fen ve Anadolu liselerinin ezilmek istenmesinin mantıkî bir yanının bulunulmadığı görmezlikten geliniyor. İddiayı ortaya atan ve aynı görüştekiler, anadilleri Arapça olan, doğuşlarından itibâren zorlama olmaksızın bu dille eğitim yapan Arap öğrencilerde olağanüstü bir başarı mı gözlemlediler? OECD rakamları ve diğer veriler ortada. Bunlara rağmen kendi diline, kültürüne jakoben mühendislik uygulamaya kalkışmak zorbalık değilse nedir?

Bu tür bir uygulama, zâten çok uzun yıllardır problemler yumağı olan eğitim hayatımız yenilerinin eklenmesiyle daha da sıkıntılı hâle gelecektir. Şu gerçeğin görülmesi gerekir; Türk milleti bir kesimin isteği üzerine oluşmamış, sosyolojik, târihî ve siyâsî aynı zamanda, temelinde İslâm bulunan kültür unsurları üzerine oturtulmuş bir olgudur (vakıadır). Güçleri yetiyorsa buyursunlar, tersini denesinler; en azından haddini bilmeyi belki de öğrenirler.

Çetinoğlu: Meseleyi açık ifâdelerle, mertçe ve cesâretle ortaya koydunuz. Meydanın boş olmadığının anlaşılıp gündemden düşmesine vesile oldunuz. Teşekkür ederim.

Av. NURİ GÜRGÜR:      1940 yılında Erzincan vilayetinin Kemaliye ilçesinde doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1963 yılında mezun oldu. Öğrenciliği sırasında 1958-1961 yılları arasında Türk Ocağı Gençlik Kolunda kurucu ve yönetici olarak görev yaptı. 1961 yılında bir grup arkadaşıyla Üniversiteliler Kültür Kulübü (Derneği)’ni kurdu. Bu dernek uzun yıllar milliyetçi gençlerin fikir ve kültür çalışmaları yaptıkları önemli ve etkili bir alan oldu. 1961-1963 yılları arasında Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) adlı öğrenci kuruluşunda Ankara İcra Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü. Bu yıllarda Son Havadis Gazetesi ve Düşünen Adam Dergisi’nin Meclis Muhabiri, Ankara Ticaret Postası Gazetesi’nin köşe yazarı olarak gazetecilik yaptı. 1967 yılında başladığı Avukatlığı 1970 yılında ticarete başlayıncaya kadar devam etti. 1968 yılından 1971’e kadar Üniversiteliler Kültür Derneğinin yayın organı olarak çıkarılan Ocak Dergisi’nin yazar ve yönetmenliğini yaptı. 1969 yılından itibaren Devlet Dergisi’nin yazarları arasında yer aldı.      1975 yılında MHP Genel İdare Kuruluna girdi ve partide 1976 – 1978 yılları arasında Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yaptı.      Türk Ocakları’nın yeniden faaliyete geçirilmesi ve Türk Yurdu Dergisi’nin yeniden yayınlanması çalışmalarında yer aldı, derginin yazı kurulunda görev yaptı. 1993 – 1994 yıllarında Türk Ocağı Ankara Şubesi Başkanı oldu. 1996 Kurultayında Türk Ocakları Genel Başkanlığına seçildi. 2011 yılında yapılan Kurultay’da, Başkanlık görevine tâlip olmadı. Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyesi olarak hizmetlerine devam etti ve Türk Yurdu Dergisi’ne  başmakaleler yazdı.      Türk Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı’nın Kurucuları arasında yer alan Nuri Gürgür 1989 -1992 yıllarında Vakıf Mütevelli Heyeti’nde görev yaptı.      1995 yılından bu yana Ankara Ticaret Odası Meclis üyesidir. 1999 yılında Ankara Ticaret Odası Meclis Başkanı seçildi. Bu görevi 2018 yılına kadar devam etti. TÜBİTAK Bilim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.      Yorumlar ve Yankılar, Milliyetçilik Üzerine, Yüzyılın Eteklerinde ve 60’lılardan Vatan Kurtarma Hikâyeleri ile Yüzyıldan Yüzyıla / Olaylar – Yorumlar – Görüşler isimli basılı eserleri vardır. Türk Yurdu Dergisi ile çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmaktadır.
DERKENAR: MANKURTLAŞMAK…Mankurt’ kelimesi Orta Asya Türkleri’nde ‘aklını ve şuurunu kaybetmiş köle’ mânâsında kullanılır. Bu yönteme ise ‘mankurtlaştırma’ denir. Mankurt hâline getirilmek istenen şahsın saçları ustura ile kazınır. Sonra başına yeni kesilmiş bir koyun ve sığır derisi torba hâline getirilip sıkıca sarılır. Şahıs, elleri ayakları bağlanarak kızgın güneşin altına bırakılır. Tâze deri, kızgın güneş altında kurur ve daralır. Bu muameleye tâbi tutulan insan, kafatası mengeneye sıkıştırılmış gibi olur, dayanılmaz ıstırap içinde kıvranır. Yanındaki kişi ona güya iyilik yapıyormuş gibi zaman zaman su ve yiyecek verir. Bir müddet sonra artık aklını ve şuurunu kaybeder. Başındaki deri çıkarılsa bile artık o kendisine yardım eden başını sıkan deriden kurtaran şahsın kölesi olmuştur. O ne derse şuursuzca emri yerine getirir. Öz annesini, babasını veya çok sevdiği birini, efendisinden aldığı emir üzerine gözünü kırpmadan öldürür. Bu metot, Çinliler tarafından Türklere uygulanmıştır.   Kırgız Türklerinden, dünyaca tanınmış yazar Cengiz Aytmatov (1928-2008) 1980 yılında yazdığı ‘Gün Olur Asra Bedel’ isimli romanında bu konuyu işlemiş ve dünyaya duyurmuştur.    Kazakistan Türklerinin tanınmış şâiri Muhtar Şahanov, ‘Yenilen Galip / Cengiz Han’ın Halası’ başlıklı şiirinde diyor ki: ‘Her insan, vatanına ve milletine, milletinin kültürüne saygılı ve bağlı olmalıdır. Aksi takdirde köksüz insanlar ortaya çıkar. Bunlara mankurt denir’.  OĞUZ ÇETİNOĞLU  
Önceki İçerikGanira Paşayeva!
Sonraki İçerikFikir Damlaları  (14)
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.