Fikir Damlaları  (11)

332

     -Görünür âlem, görünmez âlemin dilidir. Hem onun taşa toprağa bürünmüş hâlidir. Tıpkı Yunus Emre’nin: “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” demesi gibi.

     -Vicdan rahatlığı cennet, vicdan rahatsızlığı; cehennem azabının çekirdeği hükmündedir. Vicdan memnuniyeti, somut cennetle, vicdan memnuniyetsizliği somut cehennemle karşılaşmanın öncü işaretleridir.

     -İnsan vahid-i kıyasî / ölçektir. Herşeyin nümunesi / örneği insanda mevcut. Maddeyi tanımak isteyen bedene, mânâyı anlamak isteyen; mânâya bakmalı. Çünkü fıtrat / yaratılış yalan söylemez. Çünkü hâl dilini ancak, hâlden anlayan işitir ve duyar. Ki, bu da insandır be canlar!

     -Vicdan; Hakk’ın doğruyu, iyiyi ve güzelliği tecellî ettirdiği; kuldaki arşıdır, mekânıdır. O vicdan ki, Hakk’ın bulunduğu, Hakk’ın göründüğü yerdir. O vicdan ki, Hakk’ı gösterir, Hakk’ı duyurur, Hakk’ı bildirir.

     -İnsanlar deli divane olup gaflette mecnunlaşıyorlar! Yani akıllarını görmez görünmez kılıyorlar! “İ’tebiru ya ulü’l-ebsar?” Zahirde kalmayın bâtına / içe geçin. Kabukla yetinmeyin. Öze varın. Öze ulaşın. Gerçeği bulun. Hakikati görün.

     -”Kur’an insanları akla, fikre, meşverete havale etmekte (çağırmakta)dır. Çok defa vicdanı harekete getirip, yanlıştan döndürmeye çalışmaktadır.”

     -İman / inanç; herşeyi görmeyi yani anlamayı sağlar. İnsanı hikmet sahibi yapar. “Nedenden?” ziyade “Niçin?”leri cevaplandırır. İnsanı gaybe / görünmeyene âşina kılar. Onu bilir hâle getirir. Yani görmeden gösterir. Duymadan işittirir. Anladığını idrak ve derk ettirir. Algılatır. İşte bu gibi sayısız mânâ ve anlamları içselleştirir.

     -Tüm kâinat, bütün cüzleriyle O’nu / Allah’ı gösterir. Herşey Allah’ın sıfat ve isimlerinin tecellîsidir. İşte bu anlamdaki tevhîd-i şuhûda / varlıkların Allah’ın birliğini gösterdiklerine şahit olun. “Hu” diye okunan, telaffuz edilen harfin şekline bir bakın. Yazılış şeklinin; kâinatı ve gök cisimlerini nasıl resmettiğinin farkına varın. İşte Kur’an’ın mucize oluşunu, bir de bu açıdan düşünün. Mânâ ile şeklin uyumunu ibretle tefekkür edin. Nitekim “Kuleuzubirabbinnasi” ve devamını okurken; mânânın somutlanışını hayretle göreceksiniz. Keza “Tebbet yeda” ve devamında, mânânın seslenişini duyacaksınız. Kur’an’ın kelimeleri ve mânâları arasındaki uyumu bir düşünün ve nasıl muhteşem bir kitabın sahibi oluşunuzu şükranla yâdedin.

     -Kur’an, bir başucu şaheseridir. Bunun üzerinde durmak gerek.

     -Müstakil ve İstiklâl sahibi yani bağımsız oluşun da bir gereği var. Tıpkı saltanatın şerik / ortak kabul etmediği gibi. II. Bayezid’in “Arus-u saltanat şerik kabul etmez!” / “Saltanat gelini ortak istemez!” dediği gibi. Hani Şehzade Cem Sultan “Ben Anadolu’da, sen Rumeli’de sultan ol!” teklifi karşısında söylediği söz gibi.

     -Nasıl ki, bir köy muhtarsız, bir iğne ustasız olmaz. Bir müessese, bir kurum da müdür ve idarecisiz olamaz. Ama bunların etrafında çalıştırdıkları vardır. Fakat yapılanlar, idarecinin direktiflerinden başka bir şey değildir.

     -Tabii ki, Allah’ın gözlerimiz  önüne, zahirî birer perde olarak sundukları; birer kukla ve robottan başka bir şey değildir. Çünkü yapan ve yaptıran bizzat Allah’tır. Halbuki insanlar, gerçekten yardımcılara muhtaçtır. Fakat Allah’ın bu çeşit yardımcılara, elbette asla ihtiyacı yoktur. Zahirdeki görüntüler imtihan sırrından dolayıdır. Ölünce bu sırra artık ihtiyaç kalmadığı için, sebepler ortadan kalkacak. İnsanlar gerçeği olduğu gibi görecek.

     -”Her bir âyette, mutlaka Tevhîd (Allahı birleme), Nübüvvet (Peygamberlik), Haşir (Öldükten Sonra Diriliş) ve Adalet esaslarına birer işaret vardır.”

     -”Kişi, bilmediğinin düşmanıdır.”

     -”Kalp ile beraber, nefsi dahi hakikatlerle meşgul etmek (Lâzım).”

     -”Üstadım Kur’an, kitabım Hayat, muhatabım (hitabettiğim ise) Ben.”

     -”Cesedi (bedeni) libasa (elbiseye) göre yontmakla rendelememeli.”

       Anlamı, kafiyeye kurban etmemeli. Kafiyeli olsun diye mânâ feda edilmemeli.

Önceki İçerikAyet Ayet Hadis Hadis Atatürk – I
Sonraki İçerikAyet Ayet Hadis Hadis Atatürk – II
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.