Fethi Ağabey

90

Arkadaşımız Emin Sezer, merhum Fethi Gemuhluoğlu’nun en yakınlarından biri olmuştur. Bu yazı, 17 Ekim 1977 tarihinde yazılmuştır. 

Fethi Ağabey(1):

“Azizim, Efendim, dünürüm” 
 

“Yâdında mı doğduğun zamanlar,                                                                                                                                                                                                 Sen ağlarken gülerdi âlem;

Bir öyle ömür geçir ki olsun,

Mevtin sana hande, ellere mâtem.”

  •  
    •  
      •  
        •  

                 Muallim Cudi Efendi

Bu dörtlüğün mânâsına uygun yaşayan Fethi Ağabey Hakk’a yürüdü. 

Bu Türkmen Beyi’ne millî  mâtem tutulsa yeridir. Çünkü, Türk siyasi hayatının zirvesinde, “yönlendirici ve aksiyon belirleyici ustalığı” ile temayüz eden Fethi Gemuhluoğlu’nun, Türk millî eğitiminin genç dimağlara verilecek hayatî düsturları ehil ve âmilleri ile işlemek üzere aldığı mühim görevi başarı ile sürdürdüğünü, o yılların basınına akseden şu satırlarda bulmak pekâlâ mümkündür: 

“Bakanın……hocası!

… bütün bu işlerin sadece Adnan Ötüken’in müsteşarlığa gelmesi ile olduğunu sanmak da hatadır. Zira bizzat Bakan Cihat Bilgehan, bu tip işlerle uğraşmak için yaratılmış ideal bir bakandır. Kendisini Millî Eğitim Bakanlığının başında, Tevfik İleri’den sonraki en önemli bakan kabul etmektedir. Gerçek akıl hocası da, Cahit Okurer’lerden, Adnan Ötüken’lerden ve Necdet Sançar’lardan çok daha bu işleri bilen bir başkasıdır. Bu bir başkası ise, 1950 sonrası Milliyetçiler Derneği’nin hep perde gerisinde kalmasını bilmiş, Nihal Atsız’lardan, Nurettin Topçu’lardan ve hattâ Peyami Sefa’lardan daha müessir fikriyatçısı FETHİ GEMUHLUOĞLU’dur.  

Almanya’dan  Eğitim Bakanlığı Özel Kalem Müdürü olmak üzere getirilmiş olan bu zatın, Hukuk Fakültesi talebeliği devrinden beri Bilgehan, Mehmet Turgut gibi bugünün politika yıldızları üstündeki tesiri ise, o günleri iyi bilenler için hiç yabancı değildir… (Yön, 16 Temmuz 1965, s.lll) 

Onun, devlete, bizzat devlet içinde yön verişinin engin akislerini bulduğumuz bu satırların tartışmasını bir yana bırakarak, Türk gençliğinin, millÎ hars ve dinÎ akidelerle donatılmasına sarf ettiği gayretlerinin, bilâhire nasıl bir mecrâda, ne derece seviyeli ve verimli semerelere ulaştığını, taze ve canlı hâtıralarıyla bilmekteyiz.

İşte Fethi Ağabeyimiz Hakk’a yürüdü. Bir Alp-Eren olarak yürüdü.

Bu yürüyüşün mânevî  vekâr ve insanî haysiyeti; aziz dostum Mehmet Serhan Tayşi’nin aşağıya derc ettiğimiz engin tahassüslerinde “Bir Alp-Eren daha göçtü” ifadesiyle ne güzel mânâ bulmaktadır:

“Alp-Eren” kelimesi, sihirleyici bir tesir ifade eder. O zâhir ve bâtın’ın ortak noktasından hareketle çevreyi kuşatıcı, gönüllere ve ruhlara nüfuz edici bir ışığın temsilcisidir.

O. bizâtihi nurdur, zuhurdur.

O. Zümrüt-ü  Anka kuşudur lâşeye konmaz.

O, kalpden kalbe yoldur.

O’nun sağ tarafı şeri’at, sol tarafı cihad, sağa bakışı cemâl, sola bakışı celâldir.

O, Hakk’ın tecellîsine mazhar olmuş kalb, takdire râzı  olmuş rızâdır. Hem halvet ehlidir, hem celvet. Âşık’a ma’şuk, ma’şuka âşıktır. Rabbın edeb tecellisine mazhâr olmuş kişidir “Alp-Eren”… 

îşte Anadolu Türklüğü, Müslüman Türk Milleti için “Alp-Eren” budur. Bu hizmet yolu “Alp-Erenler Yolu”dur. Bu gün kahredici bir çıkmaz, bir labirent içine sürüklenen milletimize, çıkış yolunu gösterecek yüce canlan (Alp-Erenlere) her zaman olduğundan çok ihtiyaç vardır. 

Yiğit yaradılışı, engin merhameti, aşk ısıtmasına benzeyen hummalı  gençlik sevgisi yanında; Türk dili ve tarih kültürüne olan derin vukûfu ile bizleri kendisine bağlayan, gerçek bir “Alp-Erenimiz” yaşıyordu. Fikri esprisi, aşk ve cezbe dolu şahsiyeti ile gönüllerimizi teshir eden, yıkık ümidleri onaran, sönen şevkleri yenileyen sohbetleriyle aramızda yaşayan bir “Alp-Erenimiz” daha Hakk’a yürüdü. 

Türk’ün “Fetih günü” olan salı gecesi, “Fettah” isminin tecellisi, Fetih olgusunun sultanı Fâtih Sultan Mehmed Han’ın huzurunda, kendi ifadesiyle “gönül dölü”, bir damla veli dölü” olan, canından aziz tuttuğu gençliğinin kolları arasında bir kerre daha kaynaşıp, canlaştı. Sonra mâverâ’ya.., öteki “Alp Erenler “in yanına uğurlandı. 

Bu yolun sedâları  değil, karasevdalılarının… Bütün Fetih gençliğinin başı  sağ olsun..” 

Esasında satırlar oluşturmak üzere sıraladığım kelimelerle kendi hüznümü ifade etmek istedim. Deli gönlüm, divâne gönlüm, mazlum ve mahzun gönlüm benim… Koca bir ömrü, kendi kubbesinde iz bırakan, aks-ı sedâ olan bir kaç hâtıra ile geçiştirdi kalemim. Ama aslında hayat bir kaç hâtıradan ibaret değil midir?

Arap şairinin “Hayat okunan ezânla kılınacak namaz arasındaki vakittir.”, sözünü düşünüp duruyordum Fâtih camiinde. Bu el bağlayışta zihinleri okumaya ve zihnimi okutmaya ne kadar ihtiyaç duyuyordum. 

Zannımca ‘Er Kişi’ niyetine musallada saf tutanların Fethi Ağabeylerinin, Fethi Beyin, Fethinin, Fethi Gemuhluoğlu’nun, Ağacığı‘n(2) ebedî ayrılışına gönülleri burkuluyordu. Bu giden benim neyimdi? Âh bir ad bulabilsem… 3

Gönlüm gubar gubar… 

“Açılup dide-i dil seyr-i uruca daldım.

Şeb-i mehtâb mı, ya leyle-i mirâç mıdır?” 

Allah onu engin, sonsuz rahmetine ve canından çok sevip hürmet ettiği “Ehl-i Beyt”ine kavuştursun. İki Cihan Güneşi sallahü aleyhi vesellem Efendimiz şefaatini, Rabbım celle celâluhü Rahmetini esirgemesin.

“Gönül sâkısi destinde şuur peymânedir şimdi.

Gam ikliminde enkâz-ı sürur meyhânedir şimdi.

Bulunmaz kuşe-i rahat saray-ı uzlet âsâ  hiç.

Akıllar herc ü merc olmuş, huzûr divânedir şimdi.