Farklılıklarla Yaşama Dersi: 1

122

 

Türkiye’ye uzun zamandır farklılıklara karşı hoşgörü dersi verilmeye çalışılıyor. Azınlık hakları, çoğunluk hakları gibi Osmanlı’dan bugüne miras kalan bu bağlamdaki konular şekil değiştirse de özünde hep aynı.

Bu tabloyu izlerken insan hayrete düşüyor. Zira bu millet farklılıklarla yeni tanışmadığı gibi farklılıklarla yaşama konusunda da bugün dersi verenlerin pek çoğunun anlamakta zorlandığı örnek modellere de sahip.

Dolayısıyla farklılıklar bizim için mesele olan değil, “mesele edilen” bir kavramdır.

Neden mesele ediliyor?

Çünkü bizim farklılıkları algılayış biçimimizle ders verenlerin biçimi farklı.

Sizlerle ufak bir hatıra paylaşmak isterim:

2009 Yılında davetli olarak katıldığım Amerika’da dinî hayat ve dinî çoğulculukla ilgili ABD Dışişleri Bakanlığı’nın ve Fullbright’ın ortaklaşa düzenledikleri Study of United States Institutes programı kapsamında gördüğümüz seminerlerden biri, programın ev sahipliğini yapan Santa Barbara’daki California Üniversitesinde kızılderili bir bayan öğretim üyesi tarafından verilmişti.

Kendi seminerinden önceki hemen hemen tüm seminerlere katıldığı için, seminer öncesi tanışıyorduk. Diğer seminerlere saçlarını toplayıp gelen öğretim üyesi, kendi seminerini vereceği gün saçlarını açmıştı. Gruptakiler tarafından moda kaygısı olarak algılandığının farkında olmalıydı ki, dersini vermek üzere kapıyı kapar kapamaz, önce saçlarının neden açık olduğunu anlattı: Kabilesinin gelenekleri gereği kabile üyeleri eğer bir savaş veya meydan okumaya gideceklerse, saçlarını açık bırakırlarmış…

Bu açıklamadan sonra hepimiz haliyle şaşırmıştık. Zira savaş ihtimali olmadığına göre bu durumda bir meydan okumayla karşı karşıyaydık herhalde…

Hemen akabinde meydan okumanın da nedenini izah etti: Anlatacağı şeylerin kimilerinin hoşuna gitmeyeceği ve aramızda ajanların da bulunma ihtimali.

Ve şöyle dedi: “Bunların (beyazları kastediyor) söylediklerine inanmayın! Filmlerine inanmayın! Hepsi yalan… Biz hastalık nedir bilmezdik onlar getirdi, her şeyimizi gasbettiler.” Ardından Amerika’daki kızılderililerin zor şartlarını ve nasıl bir varlık mücadelesi verdiklerini anlattı…

Hastalık vurgusu önemlidir. Zira tarihten biliyoruz ki, kızılderilileri toplu bir biçimde öldürmenin bir yolu olarak, yardım bahanesiyle, su çiçeği hastalığı mikrobu taşıyan battaniyeler dağıtılmış, bağışıklığı olmayan çok geniş bir kitle bu şekilde ölmüştür.

Biyolojik savaş tekniğinin tarihinin hiç de yeni olmadığını görüyorsunuz…

Zira bu yüzyılda da benzer ama daha ileri teknoloji vasıtasıyla (bazı uzmanların yorumlarına binaen) tehdit olarak algılanan farklı toplumlar üzerinde onları kontrol etmeye yönelik uygulamalar yapıldığına şahit olduk… Sars virüsü hadisesini hatırlayalım…

Dersi veren öğretim üyesi, kendisi de programın içinde yer aldığı için, anlatım biçimiyle bizim tepkimizi ölçmek istemiş de olabilir. Ancak niyet ne olursa olsun tarihi gerçeklerden bakacak olursak farklılıkları tehdit olarak algılama biçimimiz ve bu tehdidi ortadan kaldırma yöntemlerimizin hayli “farklı” olduğu apaçık ortada, değil mi?

Devam edeceğiz…